‘Kin gütmem, demek partim bu duruma gelmiş derim, geçerim’

11 Ocak 2016 Pazartesi

AK Parti’nin kurucularından, eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ın partisinden ihraç edilme talebi ile disiplin kuruluna sevk edilmesi haberi eşliğinde kendisine sorduk...

- “Gerçekdışı haber yaymak, iftira ve karalamalarda bulunmakla” itham edilerek ihraç istemiyle Disiplin Kurulu’na sevk edildiniz. Ne düşündünüz?

 Bu konunun tartışmasını basında yapmak istemiyorum. Şu kadarını söyleyeyim. Partideki arkadaşlara bu nedenle kırgınlık ihsas etmek istemiyorum. Partime de küsmüş değilim.

- Dikkatimizi çekti yanıtınızda öyle bir “partim” dediniz ki...

Bakınız ben AK Parti’nin kurucusuyum. Partinin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı’na veren benim. Bu gerçeği kimse değiştiremiyor ki. Bu partiyi kurarken beni motive eden öyle idealler vardı ki. Ben o idealler nedeniyle o sürüye katıldım. Ve üstelik o zor zamanlarda katıldım. O günlerde etrafımdaki herkes beni yadırgamıştı. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir tek arkadaşım, “Tebrik ederim, hayırlı olsun” demedi, biliyor musunuz? Sadece bir arkadaşım, “Cesaretine hayranım”, demişti. O kadar. Ailemde de, ablamın kızları, “Dayı senin o partide ne işin var” diyerek çok tepki göstermişlerdi. Yengem, “Yaşar, sen bu partiye girdikten sonra rahmetli ağabeyinin mezarının önünden nasıl geçeceksin” demişti. Ben çevremdeki tüm tepkileri göze alarak bu sürüye katıldım.

Arkalarından konuşmadım

- İhraç istemiyle mesele bu noktaya varınca partinizden ve yakın çevrenizden bu kez nasıl tepkiler oldu?

Çok sayıda telefon geldi ama bu işi kendi haline bırakmak istiyorum.

- İhracınızı istemelerinin nedeni sizce Rus uçağının düşürülmesi ve Başika’ya asker gönderilmesi ile ilgili eleştirileriniz mi, yoksa bunları Zaman’da yazmanız mı?

Hiç bilmiyorum. Simsiyah.

- O ne demek?

Gerçekten bilmiyorum.

- “Bak sen içimizdeki paralele! Zaman’da yazıyor!” Ya bu bakış?

Siz hiç milletvekilliği sırasında fakirleşen biri ile tanıştınız mı? Tanışmadıysanız bugün tanışmış oldunuz. Benim mal varlığım milletvekili olduğum süre içinde azalmıştır. Milletvekilliğim sona erdikten sonra yazmak da bana bir gelir sağlıyor. İdeolojik bir amaçla yazmıyorum. İktidara yakın gazetelerden teklif gelse orada da yazardım. Ben Today’s Zaman gazetesinde köşe yazısı yazmaya başladığımda paralel yapı konusu yoktu. Partimiz Hizmet Hareketi ile iç içeydi.

- İhraç talebi üzerine neden “Beni kararlarıyla rahatlatmış olurlar” dediniz?

Kendimi ön plana çıkarma hevesi ile değil, durumu izah etmek için anlatacağım bunu: Şam, Riyad ve Kahire’de geçen yıllarımla, Türkiye’nin tarihi boyunca Ortadoğu’da en uzun süre görev yapan Türk diplomatıyım. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nda Arapça konuşan tek Türk diplomatım. Çabalarım görev yaptığım o ülkelerce takdir edilmiş olmalı ki bu nişanları almışım. (Eliyle Suudi Hükümeti tarafından verilen Kral Abdülaziz Nişanı’nı ve diğer ülkelerden aldığı farklı nişanları işaret ediyor.) Bölgeyi, gelişmeleri böylesine yaşayan biri olarak görüşlerimi söylemezsem işte o zaman görevimi yapmamış olurum. Ayrıca düşüncelerimi söylerken arkalarından mı konuştum; hayır. Hepsini tek tek yüzlerine de söyledim. Suriye krizinin henüz başındayken Sayın Davutoğlu’na, Dışişleri Bakanı olarak eski bakanlara verdiği yemek davetinde de ifade etmiştim: “Suriye’den mümkün olduğu kadar kısa zamanda dezangaje olmalıyız”. Bunları kendisine söyledim. Bir yıl sonra, 2012-2013 yılları arasında Oxford Üniversitesi’nde görevliydim. Egemen Bağış ile uçakta karşılaşmıştık. Suriye konusu çok günceldi. Gelişmelerden konuşmuştuk. “Abi bunları niye Başbakan’a söylemiyorsun” diye sordu. Oxford’da olduğumu söyleyince “Not yaz, özel kaleme ver” dedi. Özel kalemde kaybolacağını söyledim. “Abi lütfen yaz bana ver, ben Sayın Başbakan’a vereceğim” dedi. Oxford’a döndükten sonra yazıp gönderdim.

- Ne yazmıştınız?

Türkiye, Suriye’de en başında doğru olanı yapmıştır. Despot yöneticiye karşı halkın yanında durmuştur. Ancak bunu yaparken Türkiye’nin öteki ülkelerden daha öne çıkmasına gerek yoktur. Suriye ile uzun ortak sınırımızın bulunması, Suriye’ye yönelik olarak yaptıklarımızın hepsine gerekçe olamaz. Türkiye kendi ulusal çıkarlarına zarar vermektedir. Yüksek bir kalkınma hızı gerçekleştirmek suretiyle Türkiye çok güzel bir rüzgâr yakalamıştır. Bu rüzgârın etkisini azaltacak eylemlerden uzak durmamız gerekir. Öte yandan Suriye politikamızın PKK sorunu üzerindeki olumsuz etkilerini her gün yaşıyoruz. Rusya ve İran’ın Suriye’de stratejik çıkarlarını göz ardı edebileceklerini beklememiz gerçekçi değildir. Türkiye Beşşar Esad’ı çözümün bir parçası olarak gördüğü için desteklemekten sarf-ı nazar ederse, uluslararası camianın ana akımından da kopmuş duruma düşebilir. Türkiye Suriye politikasında değişikliğe gitmeyi göze alabilmelidir. Herhangi bir ikbal peşinde olmadığım için size bunları rahatça yazabiliyorum, diyerek de tamamlamıştım.

- Bu mektubu ne zaman yolladınız?

2012 yılıydı.

- Yanıt aldınız mı?

Hayır. O mektup için Egemen “Abi Bakanlar Kurulu toplantısında Sayın Başbakan’ın önüne koydum bunu” demişti. Akıbetini bilmiyorum ama ben üzerime düşeni yaptığıma inanıyorum. Tüm bunları arkalarından hiçbir zaman konuşmadığımı, düşüncelerimi kendilerine şahsen ilettiğimi hatırlatmak için anlatıyorum. Yine 2015 yılında Sayın Erdoğan cumhurbaşkanı olduktan sonra, partinin kurucularına yemek vermişti. O yemekte de söz almıştım.

‘Yaşar Abi’den ihraç talebine

- Ne hakkında?

Türkiye’nin şu anda dışarıdan nasıl göründüğünü size söylemek isterim, dedim. Şu sırada Kürt meselesi uluslararası camianın gündeminde yükselişte olan bir konudur. Uluslararası camianın PYD ve onun askeri kanadı olan YPG’ye arazide savaşacak güç olarak çok ihtiyaçları var. Onlara sağlanacak silahlar belki bir yolla PKK’ya da gidebilir. Ama bilelim ki uluslararası camiada Kürt davasının yükselişte olduğu bir dönemdeyiz. Ayrıca Suriye’deki Kürtlere çok ihtiyaç duyulan bir dönem. Bunu göz ardı ederek davranırsak, sıkıntıya düşeriz, dedim.

- Sözleriniz nasıl karşılık bulmuştu?

Ben o sırada Sayın Cumhurbaşkanımızın zihninin PKK ile mücadeleye yoğunlaştığı kanısındayım. Çünkü bana “Ya Yaşar Abi sen PKK’yı Kürt davası için savaşıyor zannediyorsun, onlar yabancıların taşeronluğunu yapıyor” demişti. Ben de, “Taşeronluğunu yapıyor ama realite bu. Onlara ihtiyaç var. Onlar da bu taşeronluğu kabul ediyorlar” demiştim.

- Yaşar Abi diyerek mi hitap ediyordu size?

Evet, zaman zaman öyle hitap ediyordu.

- İşin sonunda şimdi ne oldu, Yaşar Abi’nin üzeri mi çizildi?

Bilemiyorum. Ben bu konunun bu şekilde üzerine düşmek istemiyorum. (Susuyor)

- Kırgınlık beyanı yerine soğukkanlı devlet adamlığının altını mı çiziyorsunuz?

Buradan kendime prim çıkarmak istemem.

- Onca emek, onca yıl, tüm bu gündemin sizdeki yeri nedir?

Ben kin güden bir insan değilim. Onun için hiç kimseye de bundan ötürü kırgın değilim. Demek partim bu duruma gelmiş derim, geçerim.

- Sizce neden böyle oldu?

Partilerin de liderlerin de bir trendi, bir evrimi vardır. Onlardan bir örneği yaşıyoruz.

- Hangi evrede şimdi partiniz?

Yalnızlaşma noktasında çok uzun bir mesafe kaydettik uluslararası camiada. Çok yazık oluyor, çok üzülüyorum. Şimdi bana ihraç talebine üzüldünüz mü diye soruluyor. Ben kendimden çok ülkem için üzülüyorum. Çünkü Türkiye öyle büyük fırsatlar kaçırıyor ki. Öyle güzel bir rüzgâr yakalanmıştı ki. Şimdi yine “Beşşar Esad’lı çözümde yokuz” gibi çok katı bir davranış içinde olursak, Suriye’nin geleceğinin şekilleneceği o 18 aylık sürecin içinde de olamayacağız. Çünkü biliyorsunuz, BMGK’nin 2254 sayılı kararı Esad’ı demokrasiye geçiş döneminin önemli bir aktörü haline getiriyor ve cumhurbaşkanlığına tekrar aday olmasının yolunu da kapatmıyor. Türkiye bu geçiş döneminde Esad’la işbirliğini reddederse, bu sürecin de dışında kalmış olacaktır. Hele Esad tekrar cumhurbaşkanı olursa, Türk-Suriye ilişkilerinin ne hale düşeceğini artık düşünmek bile istemiyorum.

- Böylesi bir Suriye gündemi varken şimdi bir de İran faslında Suudi Arabistan’ın peşine takıldık, denilebilir mi?

İnşallah o noktaya varmamışızdır.

- Neredeyiz şu anda?

Suudi Arabistan’la Suriye’deki işbirliğinden kaynaklanan bir yakınlığımız var. Yine aynı Suudi Arabistan’la Mısır meselesinde ayrı sayfalardayız.

- Suudi Arabistan’ın peşinden yeni maceralara mı sürükleniyoruz?

Suudi Arabistan’ın öncelikleri ile Türkiye’nin öncelikleri hiçbir zaman örtüşmez. Zaman zaman örtüşen birkaç nokta olabilir ama pek çok alanda ayrışır. Onun için Suudi Arabistan’la yola çıkarken birbirimize o kadar angaje olup hele İran gibi yine dostumuz olan başka bir komşu ülkeyi rahatsız edecek biçimde Suudi’lerle birlikte hareket etmenin çok sakıncaları, zararı olur ileride. Onu telafi etmek çok uzun zaman alır. İran başka ülkelerin kendisi için yaptıklarını çok iyi kaydeden, iki bin beş yüz yıllık devlet tecrübesi olan bir ülke. Çok güçlü bir diplomasisi var. Türkiye’nin tutumunu mutlaka bir yere kaydedecektir. Sonra onu bir fatura olarak önümüze koyar. Türkiye için Suudi Arabistan-İran çatışmasında Sayın Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un ilk yaptığı açıklamada olduğu gibi ikisine de eşit mesafede duran tutum en doğru olandır.

Mezhepçiliğe acil müdahale

- Suudi Arabistan’la stratejik işbirliği konseyi kuruldu. Daha önce yalanlanan askeri katkının sunulacağı açıklandı. Dış politikada “mezhepçilik” diyerek tekrar soralım. Neredeyiz?

Sosyal bilimlerde “algı gerçeğin kendisinden daha önemlidir” sözünü bilirsiniz. Evet uluslararası camiada Türkiye mezhepçilik yapıyor, algısı var. Bizim o algıyı derhal ortadan kaldırmamız lazım. Suudi Arabistan ve İran arasındaki çatışmada eşit mesafede durmazsak bu algı iyice güçlenir.

- Erdoğan bunu önemsiyor mu sizce?

Bilmiyorum ama önemsediği takdirde Türkiye prim yapar.

- Ya mezhepçilik algısı güçlenirse?

İran diplomasisinin ne kadar güçlü olduğunu Amerika Irak’tan çekildikten sonra da gördük. Amerika’nın askerini çekmesinden sonra İran bir tek kurşun atmadan o boşluğu doldurdu. Amerikan askeri çekilince Irak kendisini İran’ın kucağında buldu.

- Böyle devam edilirse biz kendimizi neyin kucağında buluruz?

Kimsenin kucağında değiliz. İran diplomasisinin ne kadar güçlü olduğuna dikkat çekmek için hatırlattım Irak örneğini.

O halde hatırlatarak soralım. Dışişleri, İran’daki Suudi Arabistan diplomatik misyonlarına yönelik saldırılardan endişe duyduğunu açıkladı. İdamları ise kınamadı. Nasıl tercüme etmeli?

İdamı cezaları arasından çıkaran bir ülkenin, nerede olursa olsun bütün idamlara aynı şekilde karşı çıkması gerektiği kanısındayım. İran bunu not edecektir.

‘Yumurtaların tamamı Suudi sepetinde olmamalı’

- Türkiye, Suudilerin peşine takılırsa Türkiye’yi ne bekler?

Nasıl Rusya önlemlerini zamana yayarak uyguluyorsa, İran da öyle yapabilir. Ve Türkiye bundan zarar görür. 2012 yılında Sayın Davutoğlu’na söylediğimi tekrar edeceğim. Türkiye, Suriye konusunda yumurtaların hepsini Beşşar Esad’ın kısa zamanda gideceği varsayımına dayanan sepetin içine koydu. Diplomaside hiç yapılmaması gereken kuraldır: Yumurtalarınızın hepsini aynı sepete koymayacaksınız.

- Şimdi yumurtaları Suudi sepetine mi koyuyoruz?

Bunu devletimizin yapmayacağını, hiç değil ise temenni olarak diliyorum. Yumurtaların tamamını Suudi sepetine koymak bizi çok daha büyük sıkıntıya sokacaktır. Bu çok açık.

- Suudi Arabistan ne yapmak istiyor?

Suudi Arabistan’ın İran’la Körfez’de çatışma halinde olduğunu kabul etmek lazım. İran’ın Suudi Arabistan’ın körfez kıyılarındaki vilayetlerinde yaşayan Şii nüfusu tahrik ederek Suudi rejimini sıkıntıya düşürmek istediği de yıllardır bilinen bir gerçek.

- İdam hamlesi ile Suudiler neyin peşindeydi?

Yemen’deki savaşta da başları belaya girince kamuoyunun dikkatini başka bir yere çevirmek istemiş olabilirler. “Bir krizi çözemiyorsanız ondan daha büyük bir kriz yaratın” sözündeki gibi böyle bir yolu denemiş olabilirler.

- Suudilerin hedefinde ne var?

Sünni âlemde Suriye kaynaklı yakınlaşmayı da kullanarak İran’a daha fazla diş göstermek istiyor olabilirler.

- Erdoğan’a şimdi bir mektup yazacak olsanız, mezhepçilik başlığı için ne derdiniz?

Anayasasında laik olduğu yazan bir ülkenin mezhepler ya da dinler arasında fark gözetmesinin yanlış olacağı kanaatindeyim. Beni bu partide en başında motive eden de buydu. Partinin programını kaleme alan altı kişilik grubun da üyesiydim. O programda da her dini görüşe ve aidiyete eşit mesafe kuralının altı çizilmiştir. Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu günleri için o sözü hatırlatacağım. Ortadoğu’da Mısır olmadan savaş olmaz, Suriye olmadan barış olmaz, derler.

Siz yanıtlarınızda kelimeleri özenli seçen birisiniz. Partiler, kimlikler, ideolojiler ötede dursun. Halimizi de soralım: Mutsuzuz, dargınız, bölünmüşüz. Başımıza gelenin adı sizce nedir?

Sayın Abdullah Gül’ün çok güzel bir sözü vardı. Demokrasi sadece seçim sandığından ibaret değildir diye. Yaşadığımız budur kanaatimce. Çoğunlukçuluk değil, çoğulculuk size oy vermeyen insanları da tatmin eden bir ortam yaratır. Ben Türkiye’nin öyle bir ülke olmasını isterim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları