Dünya bir yana, biz öte yana

24 Ekim 2014 Cuma

Kaderin cilvesi mi, yoksa politikanın cilvesi mi bilemiyorum: Ne zaman yurtdışında uluslararası önemli bir konferans ya da kongreye gitsem, Türkiye’den gelen haberlerle serseme dönüyorum. Hem de tam o sırada dünya uzmanlarının konuştuğu konu üzerine ters köşeden bir yumruk iniyor kafama, bir hançer daha saplanıyor böğrüme.
Örneğin Kırgızistan’da Asya Ural Türkçe konuşanlar toplantısındayım; Türki Cumhuriyetler internet kullanımını yaygınlaştırmanın yollarını arıyor... Türkiye’den bir haber. Erdoğan açıklamış: Her geçen gün internete biraz daha ifrit olduğunu...
Pekin’de, Fazıl Say konserinin afişlerini yedi düvel bana gösterdikçe, ben de böbürlenip caka sattıkça, güm bir haber: Ülkemde Fazıl Say’ın eserleri programlardan çıkarılıyor.
Ne oluyor bize, ne yana gidiyoruz? Hırsızların aklandığı, katillerin baştacı edildiği, öldürülenlerin suçlandığı; öldürenin değil, ölenin yakınlarının daha yüksek ceza aldığı bu ülke yakında sadece rant çıkar kollayan despotlarla, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen “lay lay lomcular” arasında mı pay edilecek!

Eleştiri öldü mü?
Yaklaşık 60 ülkenin üye olduğu, 1956’dan beri varlığını sürdüren UNESCO’ya bağlı Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin (AICT) Olağan Kongresi için Pekin’deydim. Kongrede tartışma konusu “İnternet çağında eleştiri” diye saptanmıştı.
Öyle ya, bugün, izlediğiniz bir oyunu, daha oyun bitmeden, internete yükleyen, anında düşüncelerini değilse de aklına ilk geleni el telefonuyla paylaşan bir dünyada yaşıyoruz. Tek sözcükle, tek tümceyle yargısını paylaşan, yorumunu “beğendim” - “beğenmedim” diye sınırlayan bir izleyici kitlesi var. Herkesin izlediği oyun, film ya da dinlediği müzik üzerine söyleyecek bir sözü olabiliyor... Eskiden bunu paylaşma imkânı yoktu, artık var! Bir bakıma herkes “eleştirmen” kesilebiliyor... Üstelik sanata, hele hele tiyatroya, tiyatro eleştirisine gazete sayfalarında ayrılan yer giderek azalırken...
Böyle bir dünyada eleştiri nasıl yaşayacaktı? Yoksa eleştiri ölmeye mahkûm muydu?
İşte tiyatro insanları bu gibi soruları ele alıp tartıştıktan sonra, paniğe gerek olmadığına karar verdiler. Hayır tiyatro eleştirisi ölmeyecekti. Belki biçim değiştirecekti. Belki gazete sayfalarından daha çok internete ama özellikle de uzmanlaşmış dergilere kayacaktı ama sürecekti.
Cep telefonuna yüklenen anlık tepkiler, hiçbir zaman bilgiye, birikime, araştırmaya, uzmanlaşmaya dayalı özenli eleştiri yazılarının yerini alamazdı. Ciddi, okuma tadı da veren bir eleştiri yazısının verdiği güveni ve saygınlığı sağlayamazdı.
Birçok ülke (yani çağdaş ülkeler) eleştiriye, süreli yayınlarla, dergilerle güç verme yolunu benimsemişti... Meslek dergileri, basılı ya da sanal ortamda hızla çoğalıyordu. Bizde? Yine kafama bir yumruk!

Eugenio Barba’ya ödül
Her kongrede bir tiyatro insanı ödüllendiriliyor. Bu yıl Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Ödülü 78 yaşındaki Eugenio Barba’ya verildi. Yazık ki, kendisi Çin’in bir başka köşesinde öğrencileriyle çalışıyordu, kopup gelemedi.
Eugenio Barba, ülkesi İtalya’da aradığı ortamı bulamayınca yollara düşenlerdendi. Grotowski’yle tanışıp ondan müthiş etkilenmesi, ardından Hindistan’da geleneksel “Kathakali”yi keşfetmesi, yaşamını değiştirecekti. Sonunda Danimarka’ya yerleşip Odin Tiyatrosu’nu kurdu. (1964) Araştırmaya dayalı, grup terapiye de yer veren, ifade biçimlerini (ses, beden, ayin) zorlayan yöntemler geliştirdi. Daha sonra çalışmalarına verdiği adla ISTA yani Uluslararası Antropoloji Tiyatrosu’nu kurdu. Oyuncunun kendini ve ilişkilerini “keşfetmesine” yarayan bir sistem geliştirdi. Hâlâ dünyanın dört bir yanında çalışmalarını sürdürüyor.
Kongre günlerinde geleneksel Çin tiyatrosu yani “Pekin Operası” örneklerinden “Vişne Bahçesi”nin çağdaş yorumuna dek birçok oyun da izledik. Ama beni fetheden, oyunlardan ya da o görkemli opera binasında izlediğim Donizetti’nin komik operası “Don Pasquale” eserinden çok yapının kendisi Pekin Gösteri Sanatları Merkezi oldu. Mimarı Paul Andreu’ya, böyle bir sanat merkezi yapma kararı veren ve uygulayan devlet adamlarına şapka çıkardım.
İçinde 3 dev salon barındırıyor: Opera bale salonu 2416 kişilik; müzik salonu 2017 kişilik ; tiyatro salonu 1040 kişilik. Sayısız toplantı salonu, sergi salonları, kafeler ve lokantalar barındırıyor. Kıskançlıktan öldüm, öldüm, öldüm...
Ne demişler, her kent kendi layık olduğu operaya kavuşur. Lanet olsun İstanbul’u bu hale getirenlere!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları