Ayşe Emel Mesci

Beni de alın ne olur...

27 Nisan 2015 Pazartesi

“Afife Jale’yi Rahat Bırakın!” başlıklı yazıma çeşitli tepkiler aldım. Tiyatro camiasındaki dostlarımın büyük çoğunluğu ödüllerle ilgili eleştirimi olumlu karşıladılar, bazı sanatçı arkadaşlarım da çeşitli basın organlarında kendi görüşlerini aktardılar. Bu arada Levent Kazak’ın bir cümlesi özellikle önemli: “Bu arada ayırmak gerek, bu ödülü alan meslektaşlarıma ve yaptıkları işlere saygım sonsuz. Bu ödülü almak bu organizasyonun yapısındaki çürümüşlüğün sorumluluğunu almak değildir, karıştırmayalım” demiş. Bu cümlenin meslektaşlarımla ilgili ana fikrine aynen katılıyorum.

Nusret Safa Coşkun
Yazıya bence en ilginç tepki ise sevgili yeğenim, antropolog, yazar Eser Coşkun’dan geldi: Bir fotoğraf. Eser’in ilgisini konunun ödül kısmı değil, Afife Jale meselesi çekmişti. Çünkü Eser, Nükhet Teyzem ile eniştem Nusret Safa Coşkun’un oğludur. Nusret Safa Coşkun ise Afife Jale’ye son yıllarında, özellikle de Selahattin Pınar’dan ayrıldıktan sonra gerçekten destek olmaya çalışmıştır. Can Dündar’a göre (“Yüzyılın Aşkları”) Afife Jale, Vasfi Rıza Zobu’nun önerisiyle kaldırıldığı Bakırköy Akıl ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne “Perde ve Sahne Mecmuası”nın yazarı olan Nusret Safa Coşkun’u davet etmiş ve Mazhar Osman’ın odasında kendisiyle görüşmüştür. Bunun Coşkun ile ilk karşılaşmaları olup olmadığını bilmiyorum, ama sonra çileli sanatçının Bakırköy’den çıkarılıp bir eve yerleştirilmesinde, yeniden hastaneye yatırılmasında hep Nusret Safa’nın katkısı vardır. Tiyatro duayenimiz sevgili Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun İş Bankası Kültür Yayınları’ndan yeni çıkan “Darülbedayi’den Şehir Tiyatrosu’na” adlı (daha önceki baskının kısmen güncellenmiş bir versiyonu), bence her tiyatrocunun mutlaka alıp okuması gereken eserinde, 1977 yılında Afife Jale’nin üvey ablası Behiye Hanım ile yaptığı söyleşiden bölümler de yer alıyor. Afife’nin öldüğünde 39 değil 35 yaşında olduğunu belirten Behiye Hanım şöyle diyor: “Zaten Selahattin Bey’den ayrıldıktan sonra daha çok morfine düşmüş. Çünkü ayrıldıktan sonra onunla kimse ilgilenmemiş. Bir Nusret Safa Bey ile hani şu kaza geçiren bir Darülbedayi aktörü vardı” (Sait Köknar’ı kastediyor).
Kimdir Nusret Safa Coşkun? Onu da Çetin Altan’dan dinleyelim: “Örneğin kendi mesleğimizin en yakın geçmişinden Nusret Safa Coşkun’un yaşamını ele alalım... Nusret Safa, tiyatro eleştirilerinden romana, köşe yazarlığından röportaja, siyasal polemiklerden başyazarlığa, milletvekilliğinden gazete sahipliğine kadar, Babıâli dünyasının çeşitli pencerelerinden kendisini göstermeye çalışmış bir kalem adamıydı... Çalışkandı, vefalıydı, çiğ ve hoyrat değildi...” (Milliyet, 1 Mart 2004).
Eser’in gönderdiği eski fotoğrafta kimler yok ki? Nusret Safa Coşkun, İ. Galip Arcan, Toto Karaca, Handan Adalı, Tevhit Bilge, Turgut Boralı, Zeki Alpan, Halide Pişkin, Aziz Basmacı, Celal Balkır, Zati Sungur. Tiyatro tarihimiz gibi bir fotoğraf.

Önemli bir soru
Prof. Dr. Nutku yukarıda söz ettiğim eserinde, Afife Jale konusunda cevap aranması gereken bir soruyu da ortaya atıyor: “Afife’nin üzerinde dikkatle durulması gereken çok trajik bir hayatı var. Onun son yıllarda oturduğu ev, Fatih İtfaiyesi’nin arka sokaklarından birindeydi. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları’nın morfinmanlar koğuşunda, 24 Temmuz 1941’de, otuz beş yaşında hayata veda etti. Kazlıçeşme mezarlığına gömüldü. Nusret Safa Coşkun, Perde ve Sahne dergisinin Eylül 1941 tarihli sayısında onun ölümünü şöyle anlatır: ‘[...] 24 Temmuz gecesi, bitişik karyoladaki çiftetelli oynar, karşısındaki göbek atarken, Afife hayata gözlerini kapamış.’ Şimdi yanıtlanması gereken önemli bir soru var: Tiyatro tarihimizin ilk Türk aktrisi, daha doğrusu kurbanı Afife, madem bu kadar yetenekliydi, Cumhuriyet’in ilanından sonra neden Darülbedayi’e çağrılmadı? Bunu kimse yazmıyor anılarında. Çağrıldı da, o mu gitmedi? İşte karanlıkta kalan çok önemli bir nokta!”
Sonrası, Afife’nin Nusret Safa’ya söylediği şu kırgın cümleler: “Beni unutmuşlar, sahneye çıktığım zaman alnımdan öpen muharrir, beni teşvik eden büyük adamlar, hayranlarım, seyircilerim, arkadaşlarım, hepsi beni unuttu. Ne çabuk!” Ve bir Selahattin Pınar şarkısı: “Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

On yıl sonra... 18 Mart 2024
Yeni bir şeyler yapmak 12 Şubat 2024

Günün Köşe Yazıları