Ahmet İnsel

Artık büyüme değil, eyyy çekme zamanı

11 Şubat 2016 Perşembe

Birkaç yıl öncesine kadar, “İktidara geldiğimizde 3000 dolar olan kişi başına geliri 10.000 dolara çıkarttık” sözü, başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP sözcülerinin ağzından neredeyse her gün duyulurdu. Son dönemde duyulmaz oldu. Erdoğan sık sık “Merkez Bankası rezervlerinin 20 milyar dolardan 130 milyara” yükselmesiyle övünürdü. Şimdi bu konulara girmiyor.
Yukarıdaki iddialar, sayısal veri olarak doğruydu. Ama sayısal veri, tek başına fazla bir anlam ifade etmez. Öncesi ve sonrasıyla, başka büyüklüklerle karşılaştırınca anlamlı olur. Merkez Bankası rezervi gibi. Bu veri tek başına bir şey ifade etmez. Şarlatan olmayan iktisatçılar, bu rezervleri aylık ithalat büyüklüğü olarak ifade ederler. Merkez bankalarının, kriz olduğunda, ihracat çöktüğünde, ithalat yükümlülüklerini karşılama kapasitesini gösterir.
2002 sonunda Merkez Bankası döviz rezervlerinin değeri 26 milyar, ithalat ise 51 milyar dolardı. Yani rezervler 6 aylık ithalata denk geliyordu. 2015 sonunda bu rezervler 110 milyar dolar, ithalat ise 207 milyar. Oran 2002 ile aynı: 6.3 ay! Bu rezevlerin olması gereken teknik seviyede hep kalmış. AKP yönetiminin ne başarısı ne de başarısızlığı söz konusu.
Gelelim kişi başına büyümeye. 2000’lerde bu veri iki etmenin birleşmesiyle üçe katlandı. Türkiye ekonomisi gerçekten büyüdü. Diğer yandan doların değeri düşüktü ve TL ise aşırı değerliydi. Böylece sabit fiyatlarla toplam yüzde 40 olan 2003-2008 kişi başına büyüme oranının cari dolar kuru üzerinden ifadesi kat be kat yüksek oldu. 2008 sonunda kişi başına gelir 10.400 dolara yükseldi ama 2014 sonunda hâlâ 10.400 dolar! Üstelik Mart’ta 2015 büyüme verileri açıklandığında bunun 10.000 dolardan az olması ihtimali yüksek. Her durumda, AKP iktidarının ilk altı yılında yaşanan cari dolar kuru ifadeli hızlı büyüme, son yedi yılda yerinde sayıyor. Herhalde bu nedenle ne Erdoğan ne de diğer AKP sözcülerinden artık bu konuda ses çıkmıyor. Ekonominin büyüsü bozuldu.
Orta gelir tuzağının bütün düzenekleri var güçleriyle çalışıyor son yıllarda. Aynı zamanda ekonominin kırılgan yapısı azalmıyor, nitelik değiştiriyor. 2002-2014 arasında AKP yönetimi kamu borçlanma oranını düşürdü. Buna karşılık özel kesim ve hane halkı borçlanması neredeyse aynı oranda arttı. 2002’de kamu kesimi borçlanma oranı GSYH’nin yüzde 69’una denkti. 2014 sonunda bu oran yüzde 35’e düştü. Ama aynı dönemde özel kesim borçlanma oranı yüzde 18.7’den yüzde 34.4’e, hane halkı borçlanma oranı da yüzde 2’den yüzde 19’a yükseldi. Yani ekonominin toplam borçlanma oranı değişmedi. 2002’de yüzde 89.9’du, 2014 sonunda yüzde 88.3! Bir taraftan bütçe verileri düzelirken diğer taraftan özel kesim ve hane halkının borçlanma oranının hızla artmasıyla yeni bir kırılganlık ortaya çıktı. Yavaşlayan büyüme ortamında bunun taşıdığı risk, kamu borçlanmasından çok daha büyüktür.
İşsizlik konusunda da 2002 verileri ile 2014-2015 verileri arasında anlamlı bir fark yok. Resmi işsizlik tanımına göre oran yüzde 10 etrafında salınıyor son 13 yıldan beri.
Önümüzdeki dönemde dünya ekonomisinde uzun bir yavaşlama dönemine girildiği öngörüsü doğrulanırsa, Türkiye ekonomisinin orta gelir tuzağına bile değil, cari dolar üzerinden kişi başına gelirin gerilediği bir patikaya girme ihtimali güçleniyor. Orta gelir tuzağının diğer iki ayağı da daralma yönünde çalışıyor. En önemli nedeninin Tayyip Erdoğan’ın kendisi olduğu siyasal istikrarsızlık giderek güçleniyor. Kürt sorununda yaşanan, toplumsal olarak sonuçlarının telafisi giderek zorlaşan çatışma, ölüm, katliam menfur döngüsü siyasal istikrarsızlığı daha da artırıyor.
Bu orta gelir tuzağının üçüncü kapanı, dış politikada yaşanan iflas. Hem finansman hem de yapısal dönüşüm açısından dünya ekonomisine açık olması elzem olan Türkiye ekonomisi artık eskisi gibi güvenli liman olarak algılanmıyor. Dış sermaye girişindeki yavaşlamayı kayıt dışı para girişleriyle telafi etmeye çalışmak ekonomiyi daha kırılgan hale getiriyor.
Ama bütün bunların hiçbir önemi yok. Şimdi avurtlarını şişirerek abartılı da olsa ekonomik başarılardan değil, AB’ye, Rusya’ya, ABD’ye, ona buna, dünyanın geri kalanına “Eyyy...” çekme zamanı. Osmanlı’ya öykünenlere, Sabri Ülgener’in İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlâk ve Zihniyet Meseleleri kitabına göz atmalarını öneririz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları