Ahmet İnsel

Her şey açık ve net!

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Dünya İnsani Zirvesi’ne ev sahipliği yapan Türkiye, zirvenin sonunda yayımlanan ortak bildiriyi imzalamadı. Alışıldık bir durum değil. Genellikle bu tür toplantıya ev sahipliği yapan ülke, yayımlanan ortak bildiriyi de sahiplenir. Hatta bildirinin ülkesinin veya kentin adıyla anılmasını ister.
Zirvenin açılışında, böyle bir konu etrafında ve Birleşmiş Milletler çatısı altında ilk kez gerçekleşen bir toplantıya ev sahipliği yapmakla övünen Tayyip Erdoğan, zirvenin kapanış bildirisi konusunda hiç ses çıkarmadı. Türkiye yönetimi, ev sahipliği yaptığı toplantının bildirisine yok muamelesi yaparak, bu metinde gocunduğu ifadeler ve çiğnediği ilkelere göndermeler olduğunu kabul etmiş oldu. Hiç olmazsa açık davrandı, riyakârlık yapmadı, denebilir. Çatışma bölgelerinde uluslararası insani hukukun uygulanması çağrısını imzalayan 48 devlet arasında, bu hukuku açıkça çiğneyenlerde var. Örneğin İsrail. Türkiye ise, çatışmalı bölgelerde insani hukuk gereklerine uymaya niyeti olmadığını veya bu konuda gocunacak işler yaptığını bir bakıma “açık ve net olarak” ifade etmiş oldu.
24 Mayıs tarihli bildirinin metni ABD Dışişleri Bakanlığı sitesinde var. Türkçe özeti Cumhuriyet’te yayımlandı (25 Mayıs). Bu bildiriyi imzalamayan Erdoğan/AKP yönetimi, zirvenin hemen ertesinde, 26 Mayıs’ta, Milli Güvenlik Kurulu’nda, tam da İnsani Zirve ortak bildirisinin ele aldığı sorunu ele aldı. Toplantının resmi özetinden, “Kamu düzenini sağlamak amacıyla yerleşim yerlerinde itina ile icra edilen operasyonlarla vatandaşlarımızın en kısa sürede huzurlu ve güvenli bir ortama kavuşturulması, sıkıntıların giderilmesi gerektiği(nin) teyit” edildiğini öğrendik. Dünyada eşi pek bulunmayan bir uygulamayla, haftalarca süren kesintisiz sokağa çıkma yasakları, ölen yüzlerce sivil, yerlerinden edilen yüz binlerce insandan oluşan durumu MGK üyeleri “sıkıntı” olarak tarif ediyorlar. Sorun bile değil, sıkıntı! Suç işleyen güvenlik görevlilerinden hesap sorulmaması, sivillerin her durumda çatışmalardan korunmalarının sağlanamaması konusunda herhangi bir mesuliyet söz konusu değil. Buna karşılık, Cizre’de, Sur Mahallesi’nde, Yüksekova’da, Nusaybin’de yaşananlar, birer “sıkıntı!” Yaşanan bu sıkıntılar, “yerleşim yerlerinde operasyonlar itina ile icra edildiği için” olsa gerek. Ama ne olur ne olmaz, çatışma bölgelerinde uluslararası insani hukuka herkesi uymaya çağıran bildiriyi imzalamaktan da kaçınmak gerek. Çünkü o da “sıkıntı” yaratabilir, değil mi?
Aynı MGK bildirisinde, “terör örgütünün halkın desteğini alamadığı ve teslim olmaktan başka çaresi kalmadığı”nı ifade etmekle yetinilmeyip “terör örgütünün siyasi uzantıları” olarak tarif edilen siyasal oluşumların “bölgede yaşayan vatandaşların temsilcisi olamayacağı” da ilan ediliyor. Bu siyasi uzantılardan kasıt, yerel ve genel seçimlerde seçmenlerin serbest iradeleriyle seçtiği milletvekillerinin, belediye başkanlarının ait oldukları siyasal oluşumlar mı? Yasal siyaset alanında faaliyet gösteren partiler mi? Eğer böyleyse, bundan sonra “bölgede”(?) yaşayan vatandaşların temsilcilerinin kimlerin olabileceğine MGK mi karar verecek? 1983 seçimleri öncesinde olduğu gibi, MGK mi “bölgede” seçimler öncesi temsil yetkisine sahip olan adayları onaylayıp diğerlerini veto edecek? 7 Haziran’da zirve yapan bir başka “sıkıntı” da böyle mi çözülecek?
26 Mayıs MGK toplantısı, dokunulmazlıkların özel bir amaçla kaldırılmasının arkasında yatan siyasal projeyi tamamlıyor. Onun uzantısında yer alıyor. Son derece ağır insan hakkı ihlallerini “sıkıntı” olarak tarif ederken “bölgedeki” vatandaşların siyasal temsil yetkisini hacir altına almak niyetini açıklarken İnsani Zirve ortak bildirisini imzalamak gerçekten riyakârlık olurdu. Hiç olmazsa her şeyin “açık ve net” cereyan ediyor olmasıyla avunabiliriz...
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları