Dünyaya Türkiye’yi anlatmanın dayanılmaz ağırlığı...

29 Eylül 2016 Perşembe

Üç günden beri, Dünya Yazarlar Birliği PEN’in 82. Kongresi’ndeyim... İspanya’nın özerk bölgesi Galiçya’da. Ourense kentinde...
Kent muhteşem. Romalılardan günümüze yüzyılların izini taşıyan sokaklar, asırlık çınarlar, kenti çevreleyen nehir, bin yıllık taş köprüler... Hava güzel, hayat güzel, güneşli sokaklarda güler yüzlü insanlar güzel...
Gel gelelim kapalı dev kültür merkezinin, kapalı bir salonunda söylenenler, konuşulanlar yüreğimi kapadıkça kapatıyor...

Benim güzel vatanım
Her şeyden önce Türkiye’den geldiğinizi duyanlar yüzünüze korku ve dehşetle açılmış gözlerle bakıyorlar... Kimi, kendini tutamayıp “O cehennemden nasıl kaçabildin?” diye soruyor...
“Durun! Ne cehennemi, ne kaçması! Orası benim güzel vatanım!” diye isyan ediyorum. Eyy siz cahiller diye başlıyorum anlatmaya: Hep bildiğiniz şeyleri anlatıyorum: 15 Temmuz. Darbe girişimi! Köprüye tanklar. Meclis’e bombalar. Paralel yapı. Halkın sahip çıktığı demokrasi... OHAL...
Anlatıyorum, anlatıyorum... Soluk almak için sustuğumda onlar başlıyor: Dünyadaki ifade özgürlüğündeki yerimiz. (180 ülke arasında 154.)... Sonra Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay diye başlayıp sayıları 70-90 arasında değişen hapisteki yazarlar, gazeteciler... Barışa destek veren akademisyenler... Yargısız, iddianamesiz, delilsiz, binlerce gözaltı... Binlerce tutuklu... İhbar mektuplarıyla, iftirayla işlerinden çıkarılan, açığa alınan yüz binlerce öğretmen, hâkim, savcı, polis, memur...

En ‘kötüler’ arasındayız
Tanrım dünya amma da küçüldü, herkes her şeyi biliyor! Yeniden anlatıyorum, paralel yapı diyorum, terör diyorum, dış mihraklar diyorum... Diyorum da diyorum...
Ama eğer teselli olacaksa söyleyeyim: Bu durumdaki tek ülke değiliz.
Tekrar tekrar Türkiye’yle birlikte, ifade özgürlüğü konusunda en kötü sınav veren ülkeler arasında Çin, Eritrea, Etiyopya, İran, Suudi Arabistan, Pakistan ve Bangladeş de var...
Listeye bakınca insanın içi acıyor, içi kanıyor... Artık konuşmak istemiyorsunuz... Sizi köşenizde üzgün gören biri, İsviçreli bir yazar, Alix Parodi yanınıza yaklaşıyor... “Biliyor musunuz” diyor, “benim dedem Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’da laiklik üzerine Atatürk’le birlikte çalışmıştı.” Ve başlıyor size kendi Türkiye’sini anlatmaya... “Atatürk’ün dedeme yazdığı o iki mektup en büyük hazinem” diye bitiriyor konuşmasını...
Bir başka güzel anı: Bu yıl Gazeteciler Cemiyeti’nin verdiği Basın Özgürlük Ödülleri’nden biri de Uluslararası PEN’eydi. Kongreye katılan PEN Türkiye Yönetim Kurulu’ndan Tülin Dursun, Halil İbrahim Özcan, Tarık Günersel ve ben Başkan Jennifer Clement’e ödülü getirip verdiğimizde salon alkıştan inliyordu.

Boş sandalyeler
PEN , biliyorsunuz edebiyatı yüceltmek kadar, ifade özgürlüğünü de savunmak zorunda. Bu nedenle her yıl kongrede hapisteki yazarlar için gerek kongre salonunda gerek kongrenin yapıldığı kentin ana meydanında boş sandalyeler duruyor...
Bu yıl dört boş sandalye var: Biri Mısır’da hapis yatan şair Amet Naji... Biri Çin’de hapsedilen yayıncı Guy Minhal. Biri İsrail’de hapsedilen Filistinli yazar Dareen Tatour ve biri de İstanbul Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde bulunan Aslı Erdoğan... Aslı Erdoğan için konan boş sandalyede ben hep aynı koğuşu paylaşan iki kişiyi görüyorum.
Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ı ama onlarla birlikte hapiste olan adını bildiğimiz ya da bilmediğimiz nice gazeteci ve yazarı...

Edebiyatla köprüler kurmak
Bu yılki PEN kongresinin teması “Edebiyatla köprüler kurmak”... Yazar hakları, çeviri ve yayıncılık sorunları, edebiyatın yaygınlaştırılması, dil hegemonyalarının kırılması; yeni yetişen yazarlara yeni kapılar açmak... Ortak tasarılar... Nitelikli edebiyatı yaygınlaştırmak... Bunların hepsi tartışma konuları...
Kongre devam ediyor ve bakalım daha ne sürprizler var...
Şimdilik gördüğüm kadarıyla dünyada köprüler edebiyatla değil; daha çok acılarla kuruluyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları