Olaylar Ve Görüşler

Fırat Kalkanı ikilemi

02 Ocak 2017 Pazartesi

Yapılması gereken, Fırat Kalkanı’na, Moskova Bildirisi’yle Suriye politikasına yapıldığı gibi, Türkiye’nin güvenliğine halel getirmeyecek, ülke çıkarlarıyla uyumlu, akılcı bir çıkış sağlayabilmek.

Hükümetin Suriye politikasının Türkiye’yi Ortadoğu’da büyük güvenlik riskleriyle karşı karşısıya bıraktığı artık tüm çevrelerde kabul gören bir gerçek. Vahim yanlışlar içeren, hayalci varsayımlara dayanan ve temelsiz kurgular üzerinden yürütülmeye çalışılan bu politika, ülkenin güvenilirliğini ve öngörülebilirliğini uluslararası planda sorgulanır hale getirdi, prestijini ciddi şekilde zedeledi. Geldiğimiz noktada, nihayet iktidar çevrelerinin de bu gerçeğin farkına vardıkları ve yeni formüllerle çıkış yolu aradıkları görülüyor.
Rusya, İran ve Türkiye dışişleri bakanları arasında Moskova’da gerçekleştirilen Suriye toplantısının mutabakat bildirisi, buna gönülsüz olarak imza koymuş olsa dahi, hükümetin “onurlu” ve akılcı bir çıkış yolu bulmasına yardım edebilecek unsurlar içeriyor. Bu bildiride belirlenen yol haritası, hükümete kendini ipoteği altına soktuğu tehlikeli ve maceracı Suriye politikasından kurtarması için son bir şans tanıyor. Hükümetin bu şansı kullanabilmesi, her şeyden önce, bütün bu olup bitenlerden ders alarak, şimdiye kadar sürdürmeye çalıştığı Müslüman Kardeşler odaklı dış politikayı terk etmesine ve Türkiye’nin içinde yer aldığı çetin coğrafyada güvenliğini gerektiği şekilde sağlayabilmesinin önşartı olan, çevresinde istikrar kurma ve koruma odaklı laik dış siyasete geri dönmesine bağlı.
Türkiye için şu anda Suriye bağlamında en büyük tehlike, arazide karşılaşılan ölçülemez değerdeki kayıpların yol açtığı maddi ve manevi maliyetin yanı sıra ülkeyi uluslararası hukuk önünde de zor durumda bırakabilme potansiyeline sahip Fırat Kalkanı operasyonu olarak beliriyor.

Askeri hedef nedir?
Yüz günden fazla bir süredir devam eden bu harekâtın gerekçesini ve doğru olup olmadığını tartışmanın gelinen bu noktada artık bir anlamı kalmadı. Stratejistler ve tarihçiler zamanı geldiğinde bu tartışmayı yapacaklardır. Şu aşamada bilinmesi gereken, Fırat Kalkanı operasyonunun belirlenmiş kesin askeri hedefinin ne olduğu. Siyasi yetkililer, böyle saptanmış bir nihai hedef olmadığını düşündürecek şekilde, henüz El Bab’da bir sonuca ulaşmadan Menbiç’i almak, Rakka’ya girmek ve hatta Afrin’e kadar uzanmak gibi cepheyi büyütecek ve hasımları çeşitlendirecek söylemler geliştiriyor. Bu söylemler, tüm bu yerlere gidilip buralara el konulması gibi güç ve büyük bedellere mal olacak bir faraziyenin gerçekleşmesi halinde, buraların nasıl ve hangi hukuki statü altında, kim tarafından elde tutulacağı; elde tutulmasına çalışılırken ne gibi olumsuzluklarla karşılaşılacağı sorularına dair hiçbir açıklamada bulunmuyor.

Onurlu vizyon
Yapılması gereken Fırat Kalkanı operasyonuna da, Moskova Bildirisi’yle Suriye politikasına yapıldığı gibi, Türkiye’nin güvenliğine halel getirmeyecek, ülkenin uzun vadeli çıkarlarıyla uyumlu, “onurlu” ve akılcı bir çıkış sağlayabilecek bir vizyon geliştirmektir. Üçlü Moskova toplantısı sonuç bildirisi, Fırat Kalkanı’na böyle bir vizyon oluşturulması için gereken zemini sağlayabilecek unsurlar içeriyor. Bildiri Suriye’nin özgün demografik yapısıyla laik karakterini vurgulayarak, bu ülkenin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü teyit etti. Bu bildirinin, özellikle de maddelerinde yer alan hedefler nazara alındığında, içinde bulunulan konjonktürde ABD’nin tutumuyla tamamen çeliştiğini söylemek de çok doğru gözükmüyor. Çünkü son tahlilde, Rusya ve İran gibi ABD de Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekliyor.

Yük paylaşımı
Bu durumda Türkiye, tüm ilgili ülkelerle, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayacak ve bu bağlamda Fırat Kalkanı operasyonuyla ulaşmak istediği hedefi de güvence altına alacak ortak bir güvenlik stratejisi oluşturmaya yönelmelidir. Bu stratejide, Türkiye (hükümetin BM Güvenlik Konseyi konusudaki bilinen alerjisine rağmen, gerekirse bağrına taş basıp), TSK’nin harekât alanını, uluslararası diplomaside “yük paylaşımı’’ (burden sharing) olarak bilinen kolektif işbirliği anlayışı içinde, BM şapkası altında, Arap ülkelerinin de katılacakları bir uluslararası güce devretmenin koşullarını oluşturmaya çalışmalıdır. Bu suretle, operasyona isim veren “kalkan’’ kavramının, kara harekâtında münhasıran ülke sınırlarını kast eder bir özellik kazanması sağlanmalı. Böylelikle, Suriye’nin IŞİD başta olmak üzere tüm terör örgütlerinden temizlenmesine yönelik sınır ötesi kara harekâtında sorumluluk Mehmetçiğin üzerinden kaldırılmalı.

Akil diplomasi
Moskova toplantısı ile başlayan süreçte hükümetin göstereceği samimiyetle, hangi alanlarda inisiyatif alacağı hususları, Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Suriye’de ve bölgede meydana gelecek gelişmeleri ne ölçüde etkileyebileceğini de belirleyecektir. Putin’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suriye barış görüşmelerinin Astana’da başlatılmasını birlikte önerme hususunda varmış olduklarını açıkladığı mutabakatın bizim ulusal çıkarlarımızı gözetecek bir şekilde hayata geçirilebilmesi ancak akil bir diplomatik çalışmayla mümkün. Türkiye’nin Astana görüşmelerini ABD’nin ve Batılı ülkelerin çabalarıyla yürütülmekte olan Cenevre sürecine bir alternatif olarak değil, Putin’in de ifade ettiği gibi, bu süreci desteklemeye ve genişletmeye yönelik bir katkı olarak gördüğü tüm taraflarca açık seçik anlaşılmalı ve Türkiye bu katkılarını Suriye ile doğrudan ilgili bütün ülkelerle ilişkilerini yeniden rayına oturtacak parametreler üzerinden planlamalıdır. Bu kolay bir iş değil. Ancak Türk Dışişleri, gereken siyasi iradenin ortaya konulması halinde, bunu başarabilecek donanıma sahip. Bu yapılırken ulusal planda da, içeride ve dışarıda yaşadığımız olgular sonucunda güncelliğini ve işlevselliğini artık tamamen yitirmiş olan Milli Siyaset Belgesi, ideolojiden ve saplantılardan arındırılmış bir şekilde ve laik bir vizyonla, uzun vadeli ulusal çıkarlarımıza uygun bir hale getirilmeli. Hükümetin, kendi istek ve kontrolü dışında gelişen koşulların zorlamasıyla imzalamak durumunda kaldığı Moskova Bildirisi, önümüzdeki dönemde Suriye konusunu hamasetten uzak ve gerçekçi bir şekilde ele almak ve işi ‘’tükürdüğünü yaladı-yalamadı’’ basitliğinin dışında vakur bir tarzda çözerek daha fazla zarara girilmesini önlemek için ülkemize önemli bir fırsat sağlıyor.  

OSMAN KORUTÜRK
Eski Oslo, Tahran, Berlin, Paris Eski
büyükelçisi, Irak Özel Temsilcisi

SELİM KARAOSMANOĞLU
Eski Bağdat, Abu Dabi, Tahran
Eski büyükelçisi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları