Duyarsız toplum!

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça bugün tam 75 gündür açlık grevindeler. Hak arıyorlar; başka çareleri kalmadığı için yaşamlarını ortaya koyuyorlar.
Çok az sayıdaki insan dışında toplumun kamuoyu oluşturan kesimleri bu olay karşısında tam bir duyarsızlıkla, uzak duruyor.

Hak arama yolu kalmayınca
Açlık grevine başvuran iki eğitimci kamu çalışanıdır. Haklarında hiçbir somut kanıt bulunmayan ve kendilerini savunma olanağı tanınmayan bu insanlar, aylardır suçsuzluklarını kanıtlama olanağı bulamıyor; çalıştıkları kurumlara başvurarak işlerinden atılmalarının gerekçesini öğrenemedikleri gibi, yargıya da başvuramıyor. Aylardır suçlu olarak damgalanıyor; insanlık onurları yerle bir oluyor; yargı yolu da OHAL kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle tamamıyla kapalı.
Kamuda işlerine son verilen, toplam sayıları değişken olmakla birlikte yüz binin üzerinde bulunan bu insanların durumunu incelemek üzere aylar önce bir komisyon kurulması için yasal düzenleme yapılmıştı; bu komisyon ancak, geçen hafta kurulabildi. Dahası, komisyonun çalışmalarının ne zaman başlayacağı, ne kadar süreceği ve ne zaman sonuçlanacağı da bilinmiyor. Ne demişti asırlar önce Napolyon? Bir işin yapılmasını istemiyorsanız komisyona gönderin!
Hakkını yemeyelim; AKP iktidarının olayla ilgili duyarlılığı(!) çok fazla; polis, resmisiyle ve siviliyle, dayanışma amacıyla açlık grevcilerine yaklaşan çok az sayıda insana, bazen üç saatte iki kez, acımasızca saldırıyor; getirdikleri çiçekleri eziyor; su sıkıyor; onları gözaltına alıyor.

Onlar yaşamalı!
Avrupa Birliği-AB Komisyonu geçen hafta Gülmen ve Özakça’nın “Sağlık durumları, kalıcı hasar ve ölüm riski taşımaktadır” açıklaması yaptı. AKP hükümetini bu konuda duyarlılık göstermesi için uyardı; bunun insan hakları bağlamında ikili ilişkiler açısından yaşamsal olduğunu vurguladı. Aynı gün Cumhurbaşkanı TÜSİAD toplantısında, insan haklarından hiç söz etmeden, “AB bizden ne istiyor” diye soruyordu!
Yaşama hakkı kutsaldır; insan hakları onunla başlar. Ancak, insan hakkı yoksa yaşamanın anlamı kalmaz.
Türkiye, binlerce insanına kendilerine karşı yapılan suçlamalardan aklanma hakkı, doğrusu yaşam hakkı tanımıyor. Bu insanlardan ikisi, hak tanınmayan bir yaşamı onaylamıyor; açlık greviyle reddediyor.
AKP iktidarı olduğu kadarıyla bile düşünce özgürlüğü başta olmak üzere temel insan hak ve özgürlüklerini baskı altına almış bulunuyor. Toplumun bilgiye erişim kanalları daraltılıyor. Üniversite üzerinden silindir geçmişçesine susuyor. İçlerinde Cumhuriyetin 13’lerinin yer aldığı sayıları 160 dolayına ulaşan gazetecinin hapse atılmaları; son Sözcü örneğinde olduğu gibi bunlara her gün yenilerinin eklenmesi, toplumda karanlık bir korku ortamı yaratıyor.
Bunlar doğru!
Yine de bu ülkede açlık grevi yapanların yaşam hakkına duyarsızlık ölüm sessizliği ölçülerine varmamalıydı. Tüm kişi ve kuruluşlarıyla toplumun, basın-yayın, meslek oda ve birlikleri, sendikaları, siyasetçileri, dernek ve cemaatleri bu iki insanı yaşatmak için ayağa kalkmalı; yalnızca onlara değil; asıl kendi insanlık onurlarına sahip çıkabilmeliydi.
Toplum duyarlı olsaydı, AKP iktidarı, bir taraftan demokrasi, değişim, reform gibi parlak sözcüklerle kongreler yaparken, bir taraftan da, açlık grevine bu kadar duyarsız kalamazdı.
Gülmen ve Özakça bugüne kadarki onurlu duruşlarıyla, toplumsal duyarlılığın anlamını yeterince anlattılar; ölerek değil, mutlaka yaşayarak bundan sonra da anlatmaya devam etmeliler.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları