Eksen kayması mı? ‘Eksen kaybolması’ mı?

24 Ekim 2017 Salı

TÜMÖD geçen günlerde Kıbrıs meselesini programına aldı. Konunun uzmanlarını konuşturdu, ben de onlardan biriydim.
Perdenin önüyle birlikte biraz da arkasından sözedelim. Öyle ya 15 Kasım geliyor, KKTC’nin ilanının yıldönümü.
-6 Mart 1995’te Ankara AB ile, tek yanlı ve dışarıda kalarak anlaşmaya imza atarken içinde kamuoyundan saklanan bir madde de vardı: “Brüksel Kıbrıs’ta Kıbrıs Cumhuriyeti ile üyelik görüşme sürecini sürdürecektir”. Yani Ankara, çifte kavrulmuş olarak hem AB karar mekanizmaları dışında kalacak, hem de Kıbrıslı Rumların (Kıbrıs Cumhuriyeti olarak) ileride AB’ye alınmasını kabullenecekti.
Ben bütün bu itirazlarımı imzadan önce zamanın başbakanına ve dışişleri bakanına Sait Halim Paşa Yalısı’ndaki “hararetli görüşmemizde” anlatmama rağmen tınmadılar, kapıyı açtılar.
-Tabuta çivi 2004’te çakıldı: Ankara hem 1960 uluslararası Kıbrıs Anlaşması’na (Londra ve Zürih) aykırı olmasına karşın, “Rumların, adanın tamamını temsilen AB’nin tam üyesi olmasını kabul etti, onay verdi”: Rum devletinin (Kıbrıs Cumhuriyeti’nin) Ankara ile kedi-fare oyunu oynamasına olanak sağladı.
Üstüne üstlük, AB üyeliği için görüşme sürecinin, “Türkiye’yi üye yapmak için değil, üye yaptırılmamasına yol açan koşulları, diğer AB devletlerinin eline verdi”.
Soğuk savaş sonrası koşullarında, Türkiye’nin Akdeniz’den, Kıbrıs’tan, Ege’den ve Avrupa’dan koparılarak Körfezleştirilmesinin altyapısını hazırladı.
Atatürk döneminden Demirel ve Erdoğan dönemlerine nasıl gelindi?
İlginç simetrik ve asimetrik manevralar var:
-Atatürk kurtuluş ve Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Sovyetler Birliği’ni bir denge öğesi olarak kullanarak Lozan’ı elde etti: hem Batı hem de Sovyetler Birliği ile, “karşılıklı çıkarların dengelenmesine yönelik akılcı dengeleri oluşturdu”.
-Demirel 1960’lı yıllarda, soğuk savaşın en kritik döneminde “Batı’nın vermediği teknoloji ve mali desteği Sovyetler Birliği’nden sağlayarak”, sağcı kimliğine karşın bir denge kurabildi.
-AKP döneminde ise önce, “Batı desteği ile siyasal İslam yolunda” iktidara gelindi, BOP’ta işbirliği yapıldı. Sonra ABD’nin “paralel siyasal İslamı tercih etmesi yüzünden” ABD ve Avrupa ile kavga başlatıldı.
Atatürk döneminde stratejik bir denge felsefesi ve uygulaması vardı: Demirel iktidarında pratik yollarla “Batı’nın ambargosu aşıldı”. AKP döneminde ise ABD’nin “öz evladını” tercih etmesi sonucu karşı tarafa, Moskova’ya meyledildi.
Siyasal İslamcılar tarafından dün, “ABD’nin Türkiye’nin her kesime sızmasına yardım edilirken”, son etapta, 15 Temmuz’da “diğer siyasal İslamı tercih etmesi”, AKP üst yönetiminin büyük tepkisine yol açtı ve Rusya’ya yanaşıldı. ABD’nin dünkü yeşil kuşağını gönüllü olarak yaptık!
 
Çelişkiler zinciri...
Bütün bu eksen kaymaları otoriter bir resmin üst katmanlarındaki şahsi hesaplar sonucu ortaya çıktığı için: TBMM’de, halkın iradesini temsilen, siyasal partilerin çoğunluğunun kararı ile oluşmadığı için yarın büyük çelişkileri doğurmaya gebedir.
Doğu Akdeniz’de (ve Kıbrıs’ta) ipler ABD ve AB’nin eline büyük ölçüde geçmiştir. Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de koşullar tamamen Türkiye’nin ulusal çıkarları aleyhine değişmektedir.
Ankara, Irak ve Suriye’deki bölünme ve parçalanmanın bir tarafı haline getirilmiştir. Üstelik içimize de neredeyse bir Danimarka kadar insan pompalanmıştır.
Türkiye Ege ve Doğu Akdeniz’de “küçülürken” kaynakları ve gücü komşu Arap ülkelerinde israf edilmektedir.
Üstelik ABD, Suriye ve Irak’ta bir daha çıkmamak üzere askeri güçlerini (ve üslerini) yerleştirdi ve Kürt devletlerinin altyapısını oluşturuyorlar. Ankara’nın yanaştığı Moskova da bu gelişmeleri bir ucundan sahiplenmiş durumda.
Türkiye, Osmanlı’nın sonunda yaşandığı gibi Batı ve Rusya arasında paylaşılma süreci içine itilmeye çalışılıyor.
Yaşananlar eksen kayması olmaktan çok “eksen kaybolması” sürecine götürüyor. Gün, kısır iktidar hesapları yapacak zaman değil... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları