Sevgili Onat, Seni katlettiklerinden bu yana bugün 23 yıl oldu...
Ne çabuk geçti diyecektim ama hayır... Geçmedi, geçmiyor... Daha dün senin o gürül gürül kahkahaların eşliğinde yeni yıl kahvesi içiyorduk. Ve sen 23 yıl öncesinden uyarıyordun:
Cehalete karşı, şiddete karşı, yozluğa karşı, kültürsüzlüğe karşı avaz avaz haykırıyor, milleti uyarmaya çalışıyordun!
“Bir gemiye binmiş gidiyoruz, fırtına koptu, kayalara doğru sürükleniyoruz, parçalanıp yok olacağız. Haykırıyorum; fırtına koptu diyorum, kayalara sürükleniyoruz diyorum; ne fırtınası; ne kayası, sen neden söz ediyorsun diyorlar... Sesimi bir türlü duyuramıyorum...” diyordun.
Osman Kavala’yı hapseden mantık
Sen gideli burası tam bir sağırlar ülkesi oldu Onat... Artık kimse sesini duyuramıyor... Sesi duyulan sadece biri var... Bir de, çevresindekilerin baş sallaması... Yandaş olmayanlar inatla haykırsa da duyan yok!..
O nedenle ülkemin en başarılı üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi hedef alınabiliyor. “Ülke ve milletin değerlerine yaslanmadığı için” karalanmak isteniyor!
Millet aştan işten olmuşken, gençler işsizlikten kırılıp kaçmaya çalışırken bize ne müthiş ekonomik büyüme yaşadığımız anlatılıyor...
Sevgili Onat, sen de, ben de inatla “Bu ülkenin bilime, sanata, özgürlüğe, içtenlikle bağlı insanlarla aydınlığa çıkacağına” inandık.
Gel gör ki artık o insanlar tek tek yok ediliyor, yok edilmeye çalışılıyor...
Düşünebilir miydin hiç: Şu Anadolu’da yetişen, gelişen her kültürel gerçekliğe el veren, yürek veren, çağdaş evrensel değerleri yücelten Osman Kavala arkadaşımız bile hapiste! Hem de tüm terör örgütlerini (FETÖ, PDY, PKK, KCK, DHKPC, MLKP ve daha nicelerini) desteklemek bahanesiyle...
Osman Kavala’yı hapseden mantık nasıl bir değerler sistemine sahiptir diye düşünmeden edemiyor insan!
Sen bile, bilge kişiliğinle, “derviş” halinle, bunu anlamakta, inan güçlük çekerdin!!!
Hangi değerler?
Sevgili Onat,
Milleti iyice ayrıştırıp birbirine düşürmek için her şey, akla gelen her şey yapıldıktan sonra burası artık sağırlar ülkesi oldu.
“Ülkeyi ayakta tutacak olan cahil halktır, en tehlikeli olanlar üniversite mezunlarıdır” diyen profesör mü bizim milli değerimiz?
Laik Türkiye Cumhuriyeti’nden pazar sabahı 7’de çocukları namaza götürmek için okul müdürlüklerine çağrı yollayan kaymakam mı; hukukçularla buluşmak istediği için tüm hukukçuları sabah namazına çağıran Adalet Bakanı mı ülke değerlerini savunuyor?
Kadın ve çocuklara taciz ve tecavüzden geçilmeyen ülkemde; “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir” ... “Telefon, faks, internet ile eşinizden boşanabilirsiniz” ... “Müslüman olmayanla evlenilmez” ... “Milli Piyango haramdır”; bu fetvaları verebilenler mi, bu ülkenin temsilcisi...
Tamam Sevgili Onat, Nuh Peygamberi’n cep telefonuna ciddi ciddi inanan ve savunan “bilim adamına” çok güldük ama yetti gayri! Bu kadar da gülmeyelim!
Senin deyişinle:
“Para, ün ve iktidar hırsının gözleri bürüdüğü, ortaçağ karanlığının her gün biraz daha koyulaştığı; devletin ve halkın iliklerine kadar soyulduğu, soygunun soyana kâr kaldığı, goygoycuların minareye kılıf hazırladığı, eğitimin ve yönetimin şeriatçılara teslim edildiği, erdemin, dürüstlüğün, onurun unutulduğu; kültürün, kültürfizikle karıştırıldığı bu şiddet, bu soygun ve ikiyüzlülük toplumunda” gerçekten bizim değerlerimiz ne?
Adaletin yok sayıldığı, yazarların, gazetecilerin hapislere tıkıldığı; yandaş olmayanların cezalandırılmaya çalışıldığı bu ortamda evrensel, çağdaş değerlere dönmenin tek yolu var: O da laiklik ilkesi. Bu ilkeyi herkes içselleştirinceye dek, haklısın Onat, bahar isyancı olacak. Ve biz her bahar ve her mevsim seninle birlikte isyanımızı bilemeyi sürdüreceğiz...
Sağırlar ülkesinden Onat’a...
Yazarın Son Yazıları
Bir yanımda yaratıcılık, bir yanımda yok edicilik. İkisi de çekiştirip duruyor iki kolumdan.
Duvardaki dev afişten fırlayıp kucaklaşacakmışız gibi bana bakan genç kadın, Suna Pekuysal.
Dünkü gazetemizde, “Korkma Biz Kadınız!” başlığını görmek çok hoşuma gitti.
Çocuklarımız için neler neler yapmayız ki...
Ülkemin hapishaneler coğrafyasından sık sık mektup gelir.
Neredeyse 30 yıldır Hakan Erdoğan Prodüksiyon “Bach İstanbul’da” başlığıyla klasik müzik konserleri düzenler.
Oktay Ekinci... Bu isim Cumhuriyet okurlarının hiç ama hiç yabancısı değil.
Paris ve sonbahar.
“Ve sonunda Joan Baez hastalığı yendi, sağlığına kavuştu!”
“Hava kurşun gibi ağır/ Bağır bağır bağırıyorum/ Koşun. Kurşun eritmeye çağırıyorum...”
Cumhuriyetin 102. yıldönümünü dün kutladık.
Ege’nin ortasında bir sabah...
Daha 29. Uluslararası İstanbul Festivali başlamamıştı.
Prag Tiyatro Festivali’nden ayağımın tozuyla dönüp tüm gördüklerimi sizinle paylaşmaya hazırlanıyordum ki sevgili arkadaşım Genco Erkal’ın sesi kulağımın dibinde bitiverdi: “Çekya’yı bırak önce Cihangir’e bak!”
Sevgili okurlar Prag’dayım.
Sabah 6.30’da kapı tekmeleniyor. Jandarma içeri dalıyor.
Bu yazının başlığı “Afife Jale Ödül Töreni’nin düşündürdükleri” olacaktı.
Olmayan suçlar... Yazılmayan iddianameler... Yazılıp uygulanmayan kararlar... Ve hukuk ile guguk arasında yaşamaya devam çabası... Tamam yakınmayı bırakıp sadede geliyorum.
Nasıl yaşamak bu! Kâh gökyüzünde kanat çırpıyoruz kâh en dipsiz kuyuların derinliğinde kayboluyoruz.
26 Eylül’de Ankara’da 93. Dil Bayramı’nı kutladık. Dil Derneği ve Çankaya Belediyesi’nin ortaklaşa etkinliği Yaşar Kemal’e adanmıştı.
“Sömürü bir bütündür. Bütün insan değerlerinin sömürülmesiyle, doğa değerlerinin hoyratça sömürülmesi bir arada gidiyor. Türkiye toprakları yıkıma uğratılıyor, hopur ediliyor. Biz Türkiye üstünde mirasyedileriz. Yıkımımızdan Türkiye’nin hiçbir insanı ve doğa değeri kurtulamıyor.”
İstanbul dolu dizgin.
15 Eylül, arkadaşımız, yoldaşımız, omuzdaşımız, ülkemin en aydın, en dürüst, en yararlı, en barışçı insanlarından Hrant Dink’in yaş günüydü.
Bundan önceki yazım şöyle bitiyordu: “Yeryüzü muhteşemdi. Türkiye’nin asla uygarlıktan, yaratıcılıktan, aydınlıktan ve gelecekten vazgeçmeyeceğine dair umutlarımız tazeleniyordu.”
Elbe Nehri’nin kıyısında görkemli mi görkemli o yapı bir mucize gibi yükseliyor.
Hafta içinde hapisteki iki çok değerli insanımıza yine uluslararası ödüller verildi.
Bunalıyorsunuz, kahroluyorsunuz, her yerde haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik diyorsunuz...
Bu başlığı yazdım. İstanbul’da bir haftadır süren o muhteşem coşkuyu paylaşacağım diye düşünürken birden bir suçluluk duygusuna kapıldım.
Edremit Kitap Fuarı’ndayım...
Diyanet İşleri Başkanlığı suç işliyor.
Adaletten eğitime, sağlıktan beslenmeye, her şeyin sahtesine, zehirlisine mahkûm edildiğimiz, yalanlarla kuşatıldığımız şu günlerde kimi alanlarda hakikatle, sahici olanla karşılaşmak iyi geliyor insana.
Son yıllarda adeta Bodrum’un kültür markasına dönüşen Uluslararası Bodrum Bale Festivali’nden söz edeceğim.
20. ve 21. yüzyıl tiyatrosuna damgasını vuran dâhi Robert Wilson tedavi olmak istemeyerek New York Long Island’da kurmuş olduğu Watermill Eğitim ve Üretim Merkezi/okul/ müze/kültür merkezinde son ana dek çalışarak 31 Temmuz’da öldü.
Metin Sözen: (24 Mayıs 1936, Harput, Elazığ-31 Temmuz 2025, İstanbul)...
Yılın belki de en sıcak gününde deniz kıyılarını bırakıp Milas’ta kapalı bir mekânda bir sergi görmeye gideceğimi söyleseler pek inanmazdım.
“Ayakucumda deniz, kaynayarak yanan bir zümrüt, sonra mavi, sonra menekşe, ne var ki üzerine tuzla buz edilmiş milyonlarca ayna parçaları yağmış, alev alev yanıyor, çakıyor, çakıntıdan göz alıyor.”
Altan Öymen aramızdan ayrılıp sonsuzluğa göçerken bile hepimize bir ders verdi...
Ah bilmez değilim. Bu başlığı okur okumaz delirdiğimi sanacaksınız...
Pınar Kür... Edebiyatımızın cesur kadınlarından biri daha sonsuzluğa göçtü.
Yaş almanın en kötü yanı eşiniz, dostunuz, arkadaşlarınız, meslektaşlarınız hepsi gidiyor.