Çellist Mischa Maisky’ye festivalin bu yılki “Yaşamboyu Başarı Ödülü” verildi.
1948’de Riga/Litvanya’da dünyaya gelmiş, Leningrad’daki eğitiminden sonra Moskova’da Rostropoviç’in öğrencisi olmuş. 1966’da Çaykovski Yarışması’nda altıncılık almış. 1970’te Rusya’da altı ayını tutsak kampında geçirmiş, ardından İsrail’e göç etmiş. Sonra, ikinci yaşamım dediği Amerika’daki hayatı başlamış; Los Angeles’da ünlü çellist, Piatigorsky ile çalışmaya koyulmuş. 1992’de Altın Gramofon ödülü almış ve Bach’ın çello yapıtlarının tümünü kayda alan ilk çellist olarak tarihe geçmiş. İlk evliliğinden Lily (1987) adlı piyanist kızı ve Sacha (1989) adlı kemancı oğulu var. İstanbul’daki oda müziği konserini onlarla yapıyor. Yeni eşinden de iki oğulu var: Maxim (12), Manuel (8).
- Bugünün yetenekli müzikçisi eskiye göre çok şanslı: Vakıflardan tarihi çalgıları var. Ajanlar onları kovalıyor. Eskisi gibi ömürlerini kapalı odalarda saatlerce çalışarak geçirmiyorlar, her şeyin tadına varıyorlar, aşkları yaşıyorlar, elektronik ortamda rakiplerini duyuyorlar, ustaları dinliyorlar. Ünlü etiketlerle kayıt yapıyorlar.
Evet, bu kuşakların inanılmaz fırsatları var. Ama madalyonun öbür yüzündeki tehlike, önceliğin ne olduğunu unutmaları. Onlar için öncelik, çalgısını kolaylıkla çalabilmek ve benzerleriyle olan yarışı önde götürmek. Oysa çalgı ancak bir araçtır. En yüce amaç güzel müziğe ulaşmaktır. Acaba kaçı kendi sesini yaratabiliyor, kaçı gerçekten “güzel müzik” yapabiliyor. Ben çok şanslıydım, büyük çellistlerle çalışabilmek olağanüstü bir şeydi. Rostropoviç ve Piatigorsky hocam olmaktan öte yaşamımagirdiler. Örneğin 18 yaşımda babam ölünce Rostropoviç ikinci bir baba gibi davrandı. Kendi en büyük rüyası ismini devam ettirecek bir oğlu olmasıydı, oysa iki kızı vardı. Oğlum Sacha dünyaya geldiğinde çok sevindi, ama keman çalmasını hiç hazmedemedi, gelenek devam etmeli, benim oğlum da çello çalmalıydı. Oysa ben ailede çocukların babalarından farklı çalgılar çalmalarını savunurum. Sonra Piatigorsky ikinci babam oldu. Yaşam deneyimini, imge gücünü paylaşmama izin veriyordu. Bir sünger gibi her şeyi emiyordum. Hocalar yalnız formal ders aldığın kişiler değildir. Ders ortamının dışında zevkini geliştirmelisin. Örneğin canlı konserleri ve kayıtları dinlemelisin.
-Hangi çellistlerden etkilendiniz?
Sovyetler Birligi’ndeki günlerimde Natalia Gutman’dan, Jacqueline duPré’den derin etkilenmiştim. Ölmeden iki ay önce Casals ile tanışmak; Pierre Fournier, Tortolierre gibi çellistleri, Amerika’da Rose ve Starker gibileri tanımak bana zenginlik kattı. Solistler kadar, orkestra şeflerinden ve özellikle oda müzikçilerinden çok şey öğrendim. Piyanist Rado Lupu veya Rudolf Serkin, gibi. Yakın dostum Argerich’le her çaldığımda kendime bir şeyler kattığımı hissederim.
-Siz ne hocalık yapıyorsunuz, ne de şeflik. Hep solist olarak mı devam ettireceksiniz mesleğinizi?
Ben hep nicelik değil nitelikten yana oldum. Çok işi bir arada yürüteyim derken solistik niteliklerinizi kurban etmemelisiniz. İnsan doğrudan değilse değişik yollarla da hocalık yapabilir: Bazen konserlerimden sonra genç müzikçiler gelip, ders vermiyor musunuz, diye sorarlar. Ben de, işte biraz önce verdim ya, derim.
-Genç yorumcuları izleyebiliyor musunuz?
Elimden geldiğince onların konserlerine gidiyorum, yeni çıkan kayıtları dinliyorum. Gençlerin her birinden öğrenilecek şeyler var. Yaptıkları hatalardan bile...
Maisky’ye başarı ödülü
Yazarın Son Yazıları
Bir zamanlar Boğaziçi Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin ürettikleri çalışmaları kamusal alana taşımak ve üniversitenin entelektüel canlılığını toplumla buluşturmak amacıyla rektörlüğün üst katındaki kütüphanede “Kitaplar Arasında Buluşmalar” düzenlenirdi.
Aya İrini: İKSV Festivali’nin tanığı
Geçen haftaki İDSO/DenizBank konserleri çerçevesindeki konseri değerli şefimiz Gürer Aykal yönetti.
Uzun yıllar önce maestro Gürer Aykal ile yaptığım bir söyleşide şöyle anlatıyordu...
Geçen hafta Aziz Shokhakimov yönetimindeki Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın İşSanat’taki açılış konserini dinledik.
Erdal İnönü geçen hafta ölümünün 18. yıldönümünde mezarı başında anıldı.
Bizim çocukluğumuzda Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ilkokulda, ortaokulda yapılan törenlerle, marşlarla, okunan şiirlerle dolu dolu geçerdi.
İngiliz orkestra şefi ve viyolacı Howard Griffiths ile dostluğumuz yıllar öncesine dayanır.
Eskiden orkestraların mevsime başlarken ilk konserleri için “Daha üyeler yaz mahmurluğunu üstlerinden atamamış” diye eleştiriler çıkardı.
Yaz yavaş yavaş bitiyor.
Türk Dil Kurumu ödülüm
Leylâ Pamir (1930-2023) çok değerli bir müzik insanıydı.
Geçen hafta Atatürk Kültür Merkezi’nde 6-12 Eylül tarihlerinde yapılan “Pekinel Uluslararası Masterclass”ın AKM Tiyatro Salonu’ndaki kapanışını izledim.
Geçen hafta dört günlük bir Polonya turundaydım.
Cem Mansur’u uzun yıllardır tanırım. Özellikle gençlerin elinden tutması, onlara güvenmesi; orkesta programı hazırlarken bildik yapıtların yanı sıra çağdaş ya da az bilinen tarihi yapıtları izleyiciye ve orkestra üyelerine tanıtması onun en önemli başarılarındandır.
Bilmem dikkat ediyor musunuz son yıllarda ortaya çıkan “nehir söyleşisi” alt başlığı ile bir edebiyat türü var.
Kimi isimler, tarihe bir değil, iki imza atmıştır. Örneğin Bülent Tarcan!
İnsan ne zaman mutlu uyanır?
Osmanlılar 14. yüzyılda Balkanlar’a girmiş, 15. yüzyılda Konstantinopolis’i fethetmiş ve 16. yüzyılda Viyana kapılarına dayanmış, uzun süre Avrupa’nın korkulu rüyası olmuşlar.
Son zamanda yayımlanan üç kitaba değinmek istiyorum...
Bizim kuşak çok genç yaşlarındaydı İstanbul Müzik Festivali ile tanıştığında. Festivalin başlaması ilkbaharın gelmesiydi.
Çağımızın efsane piyanisti Alfred Brendel, ne harika bir çocukmuş ne de ailesinde bir başka müzisyen varmış.
Önceki hafta 53. İstanbul Müzik Festivali güzel bir coşkuyla başladı: Yöneticiler, çalanlar, dinleyiciler hepsi yıllar içinde artık kocaman bir aile olmuş.
Geçen hafta Kurban Bayramı’ydı. Dört buçuk gün kadar sürdü.
19. yüzyılın sonundaki post romantik besteci Richard Strauss (1864-1949) art arda iki opera birden besteler.
Sevgili Oya’cığım, biliyorum, birazdan arayıp: “Bu hafta beni hangi konserlere götürüyorsun” diye soracaksın.
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası Carlo Tenan’ın yönettiği seçkin bir programla mevsimi kapattı.
ENKA/Can Kiracı/ Opera Bale Festivali
Muhittin ve Gülseren Sadak
Aykal, Naz İrem ve Levendoğlu
Avrupa orkestralarında iki viyolacımız
Dört dörtlük bir dinleti
Suna Korat’ı hiç dinlediniz mi?
Aya İrini: Festivalin efsane tanığı
BİFO’dan unutulmayacak bir dinleti
Maria Callas ve Leyla Gencer
Zehra Yıldız Vakfı’nın yeni atılımları
İstanbul Festivali sınırların ötesinde
Usmanbaş: Sükûnetler denizi
Boğaziçi’ndeki orgumuz