Jambo Tanzanya... Paha biçilmez bir deneyim: Serengeti'de safari
Aslanlar, Filler, Zürafalar, avını ağaç dalında yiyen Leoparlar, Timsahlar, Sırtlanlar, Kartallar, Akbabalar, antilopların onlarca çeşidi, av peşinde koşan Çita, otelde ayaklarımızın altında dolaşan kertenkeleler, fil sülalesinden fareler hepsi her an çevremizde. National Geographic’in belgeselinin baş aktörü gibi hissetmeye başladım kendimi.
(Yazı ve Fotoğraflar: Oğuz Güven)
Çok eski dostum, Vahşi Yaşam Fotoğrafçısı Süha Derbent Haziran ayında "Ekim'de Safari'ye gelir misin" diye aradı. 20 yıldır hep konuşuruz Afrika'ya Safari'ye gitmeyi. İşten, güçten bir türlü gerçekleştirmemiştim. 7 Haziran seçimi bitmiş, rahatlamıştık biraz,"Bir aksilik olmazsa gelirim" dedim. 1 Kasım'da tekrar seçim olacağı aklımızdan geçmiyordu o zaman. Seçim, savaş, şehit, ölüm haberleri içinde boğuşurken Ekim ayı gelip çatıyor.
Tanzanya vizesi ülkeye girişte havalimanında alınıyor. 6 gün izni koparıyorum yönetimden. Seyahat için herşey tamam. İçime doğmuş gibi, Haber Koordinatörümüz Ayşe Yıldırım Başlangıç'a, "Gidiyorum ama içim hiç rahat değil. Büyük bir olay bekliyorum. Bizim çocuklara destek çıkın lütfen' diye ricada bulunuyorum.
Setur, organizasyon öncesi bir sırt çantası yolluyor. Polar, yağmurluk, matara, fener, şapka her şey hazır artık. Ayağımıza spor ayakkabısını geçirip yola koyuluyoruz. Atatürk Havalimanı Türk Hava Yolları lounge'nda buluştuk. THY'nin direkt seferiyle 7.5 saatlik keyifli bir uçuş sonrası saat 02.30'da Tanzanya'nın başkenti Dar Es Salaam'a varıyoruz. Tanzanya, Türkiye ile aynı boylamda olduğundan saatlerimizi ayarlamamıza gerek kalmıyor.
Otelde 3 saatlik bir konaklamanın ardından, iç hatlar uçuşlarının yapıldığı havalimanına doğru yola çıkıyoruz. Tek pilotlu, kafanızı dayayacak koltuk başlığı, tuvaleti olmayan daracık pırpır uçakla Serengeti'ye uçuyoruz.
Serengeti, yerli halk Masai'lerin dilinde 'sonsuz düzlük' demek. Uçaktan bakınca bu olağanüstü düzlüğü şaşkınlıkla izliyorsunuz.
Pırpır uçağımız taş toprak bir alana iniyor.
Artık, televizyonda hayran hayran, ağzımızın açık seyrettiği belgesellerin çekildiği el değmemiş vahşi doğanın tam ortasındayız..
Bizi jeeplerle gezdirecek güleryüzlü, naif ekip Swahili dilinde “Merhaba” anlamına gelen Jambo sözleriyle karşılıyor. Sonradan öğreniyoruz ki her karşılaştığınız insanla “Jambo” diye selamlaşmadan geçemiyorsunuz.
Dörder dörder jeeplere yerleşiyor, toprak yolda hoplaya zıplaya otele doğru yola koyuluyoruz. Çok şanslıyız ki, yıllarını Türkiye'den çok bu olağanüstü ortamlarda geçiren vahşi yaşam fotoğrafçısı Süha Derbent rehberimiz.
Süha, fotoğraftan, doğaya, hayvanlara bilgilerini bizlere aktarırken birden duruyoruz. Dakika bir gol bir. Sağ tarafta biri dişi, diğeri erkek iki Aslan var.
Jeepin açık üst bölümünden sarılıyoruz fotoğraf makinelerine. 100 metre uzakta Aslanlar.
Arkadaşımıdan 50- 500'lük tele almışım. Heyecandan ellerim terliyor. Süha iki küçük kum torbası veriyor kocaman lensin altına koyup objektifi titretmemem için. Burunlarının dibine kadar giriyorum.
Tekrar yola koyuluyoruz. Bu kez bir başka dişi Aslan av kokusunu alıp dikilmiş derenin biraz uzağınaki antilopları kesiyor.
Derenin karşı kenarında rengarenk envayi çeşit kuş su içerken, arkalarında değişik Antilop çeşitleri otluyor., tehlikeye karşı tetikte bekliyor.
O da ne kuşların tam yanında koca bir timsah kocaman dişlerini birbirine kenetlemiş öylece bekliyor.
Burada bir av olacak belli ki. Hangi birini çekeceğimi şaşırıyorum.
Daha otele varmadan neredeyse vahşi yaşamın tüm aktörleriyle tanışıyoruz. Zürafalar, sanki "hoşgeldiniz" der gibi selamlıyor jeeptekileri.
Doğanın içinde, hayvanların uyumu, dinginliği yaşamı yeniden sorgulamanıza yol açıyor.
Buradaki bulutlar, ağaçlar, dereler, göller, otlar, hayvanlar usta bir sanatçının fırçasından çıkan tablo olarak değil, gerçek haliyle karşımda duruyor.
Rüyada gibiyim. 14.763 kmilometrekarelik bir alanı kapsayan (Bir Konya kadar) kaplayan Serengeti Milli Parkı'nda doğal olmayan hiçbir şeye izin verilmiyor.
Şanslıyız ki, son dönemi de olsa göç mevsimine yetişiyoruz. Hemen önümüzde Zebralar, Bufalolar, Antiloplar toplu halde göç ediyor. Zaman zaman onların önümüzden geçip gitmeleri için toprak yolda bekliyoruz.
Bir milyondan fazla gnu (Afrika antilobu) her yıl parkın kuzeyi ve güneyi arasında gidip geliyor. Buna büyük göç deniyor.
İnanılmaz bir Hava var. Saat 12.00'ye geliyor, 29 derece sıcaklık var ama hiç terlemiyorsunuz. Hiç nem yok çünkü.
Öğle saatinde kalacağımız Serengeti’de Four Seasons Safari Lodge’a varıyoruz. Doğanın içinde kaybolmuş, çevresinde hiçbir çit bile bulunmayan otelimiz doğal yaşamın içinde kaybolmuş gibi. Banyo yaparken bile, dışarıda dolaşan filleri, Bufaloları, Antilopları, Zebraları, Zürfaları görebiliyorsunuz.
Otelin restoranın önünde küçük bir havuz onun altında da küçük bir gölet var. Gölet, filler olmak üzere 24 saat tüm hayvanların ziyaret yeri. Filler kızıp “Boooo” diye bağırınca Zebra, Antilop, Bufalo ve yaban domuzlarının kaçışı ayrı bir hareket, ayrı bir güzellik.
Hergün sabah 05.30'da kalkıyor, 06.00'da yola çıkıyoruz. Doğanın uyanışında aç hayvanların karınlarını doyurma telaşına tanık oluyoruz.
Foto-Safarı için 30 saniye bile çok önemli. Renkler, ışık anı anına değişiyor.
Güneşin doğuşundaki kırmızılıktan, sarıya ve göz kamaştıran beyaza dönüşüne kadar geçen kısa sürede renk cümbüşünü ve o kareye bir hayvanı objektifimize hapsetme uğraşı içindeyiz. Hepsini biraraya getirmek hiç kolay değil.
Her yerde yıkılmış, çoğu kurumuş ağaçlar dikkatimizi çekiyor. Süha'dan, Fillerin hep ayakta durduğunu, ya ağaçlara yaslanıp dinlenirken ya da dallarının tepesindeki yeşillikleri gövdelerin kabuklarını yemek için, ya da yaslanıp uyumak için ağaçları devirdiğini öğreniyoruz.
Her dakika çevremizde dolaşan Filler hortumları, dişleri ve dev cüsseleriyle objektiflerimizin baş gediklisi oluyor.
Beş gün boyunca sabahın köründe çıktığımız safariden her gün saat 10.00- 11.00 arası dönüyoruz.
Güneşin kavurucu saatlerini otelimizde önümüzde serinleyen filleri, antilopları, zebraları, zürafaları seyrederek geçiriyoruz. Saat 15.30 olduğunda tekrar yola koyuluyoruz.
Bu kez bir Hipo havuzu denilen yerdeyiz. Araçlardan iniyoruz.
Dev cüsseleriyle suyun içinde hiç kımıldamadan yatan Hipototamların (Su aygırı) esneme anını çekmek saatlerimizi alıyor.
Ya ters tarafta kalıyor, ya da beklemediğimiz yerden geliyor o dev ağız açış.
Suyun içinde olmayan Hipototam yakalamak çok fazla görünen bir şey değil.
Bir leopar haberini alıyor şoförümüz. Jeepler yanyana dizilmiş, ağaçta geceden avladığı avı yiyen leopar tüm haşmetiyle karşımızda duruyor.
Karnını doyurduktan sonra alt dallara iniyor ve konuklarına o olağanüstü görüntüsü ile poz veriyor.
Güneşin kalemle çizilmiş gibi duran beyaz, kara bulutların arasında batarken kırmızının her tonunu mavi, gri gökyüzüne yansıttığı doğaya bir kez daha aşık oluyorsunuz.
Tüm dinginliğimle doğayı seyrederken, Suha Derbent'in sözleri yankılanıyor beynimde. “Belli aralıklarla doğaya gitmek, oradaki yaşamı hissetmek hepimiz için bir zorunluluk. Sahip olabilmek için hayatımızı vakfettiğimiz yetilerin hayvanlarda doğuştan ve mükemmellik derecesinde olduğunu görmek ve kendimizi yeniden konumlandırmak anlamına geliyor bu seyahatler.”
Cumartesi günü öğleye doğru otele döndüğümüzde korktuğum başıma geliyor. Ankara'daki kalleş katliamın haberini alıyoruz. Doğanın bu müthiş uyumu ve dinginliği içinde kara bir yumruk oturuyor yüreğimize.
Sırtlanlar, Aslanların arkasında dolaşıyor, artan leşleri yemek için.
Pazar dinlenme günü. Süha ve Uğr ve Soner ile tek araç sabah saat altıda yola düşüyoruz yine. Hedefimiz Çita görmek.
Şansımız yaver gidiyor. Yolun sol tarafında dikilmiş Antilopları gözleyen bir Çita'ya rastlıyoruz. İnanılmaz bir estetik.
Kimi zaman yoldan çıkıyor, kilometrelerce Çita ile birlikte gidiyoruz. Çita da zaman zaman durup hep bizim düşman olup olmadığımızı izliyor.
Sağa, sola şimşek hızıyla dönmesini sağlayan kuyruğundan, gözlerine büyülüyor insanı.
Antilopların 100 metre kadar yanına yaklaşıyor. Bir ağacın gövdesinde siperlenip avının hareketlerini gözlüyor. Ancak, Antiloplar kokuyu alıp uzaklaşıyor. Av görme hevesimizi erteliyor, Çita'yı daha fazla rahatsız etmemek için oradan uzaklaşıyoruz.
Otelin bahçesinde otururken bile rengarenk kertenkele cinsi yaratıklar ayaklarınızın altında dolaşıyor.
Bir maymun dalın en tepesinde etrafı kolaçan ediyor
Bir başka çalılıkta makak yavruları şakalaşıyor.
Otelde odanıza her an bir babun girebilir. Odanın sürgülü camlarına "Babun giremez" işareti konulmuş. Sizi kapıyı açık bırakmamanız için nazik bir şekilde böyle bir uyarıda bulunuyorlar.
Serengeti'de gece de yıldızlarla yıkanıyorsunuz.
Parklara rehbersiz giremiyorsunuz. Parklar Almanların elinde çok sıkı denetleniyor. Safari için ya tur firmalarıyla ya da otellerle pazarlık yapmanız gerekiyor.
Açlık, fakirlik kol geziyor ülkede. Yine de iyimserliklerini koruyorlar hep. Bugün karınlarını doyurabildiyseler iyi. “Yarına kim öle kim kala” kafasında yaşıyorlar.
Safari gezi yazımızı Jambo'dan sonra en çok kullandıkları, “sıkma canını, problem yok.Takma kafana” anlamına gelen bir sözle tamamlayalım.
Hakuna Matata...
Bir çırpıda Tanzanya
Tanzanya adı, 1964 yılında bağımsızlıkla birlikte Tanganika ve Zengibar ülkelerinin ilk hecelerinden oluşmuş. 126 farklı etnik grubu bünyesinde barındıran Tanzanya, mkoa adı verilen 26 bölgeye ayrılmış. Topraklarının üçte birini 15 milli parka ayırmış başka bir ülke yok. Ülkenin nüfusunu sorduğunuzda, “45 milyon, 5 milyon da hayvanımız var diyorlar. Hayvanları kendilerinden ayırmıyorlar. Nüfusunun üçte biri Müslüman üçte biri Hıristiyan üçte biri de çok çeşitli dinlere mensup. Buna rağmen dini, etnik çatışmalar yok. Kimse kimsenin dinine karışmıyor, kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Bağımsızlığını kazandığı 1964 yılından beri dört Cumhurbaşkanı olmuş. Bunların ikisi Müslüman, ikisi Hıristiyan.
Üstün Özbey: Sosyal sorumluluk projesi
SETUR'un 50. Kuruluş yılı kutlamaları çerçevesinde markalarından Sedventure öncülüğünde gerçekleştirilen gezinin ayrıntılarıyla ilgili bilgiyi SETUR Genel Müdürü Üstün Özbey'den alıyoruz. Özbey, Vahşi yaşam fotoğrafçısı Süha Derbent danışmanlığında gerçekleştirilen foto safari ve yurtdışı fotoğraf turlarına, kar değil daha çok bir sosyal sorumluluk projesi olarak baktıklarını söylüyor. Fiyatların insanların ülkeden otele, uçaktan safari seferlerine göre çok değiştiğini belirten Özbey, “Afrika’dan Antarktika’ya, Tayland’dan Meksika’ya dünyanın dört bir yanını doğal ve vahşi yaşamı uzmanı fotoğrafçı Süha Derbent’le unutulmaz bir deneyim haline getirmek mümkün” diyor.
Sıtma tehlikesine karşı yapılacaklar
Tanzanya'ya gidecesen aşı olman ve sıtma tehlikesine karşı ilaç alman tembihleniyor. Aşının 15 gün önceden yapılması gerektiği belirtiliyor. Aşı, İstanbul'da bir tek yerde yapılıyor. Karaköy'deki Hudut ve Sahiller Sağlık Müdürlüğü'nü telefonla arayıp randevu alıyorsunuz. Randevu saatinde Karaköy vapur iskelesinin karşısındaki Sağlık Müdürlüğü'nde doktorun karşısına çıkıyorsunuz. Doktor, Tanzanya'da Sarı Hurma hastalığının iki yıldır görülmediğini, aşının isteğe bağlı olduğunu söylüyor. Yalnız, "Avrupa ülkelerine gittiğinizde pasaportunuzda Tanzanya damgasını görürlerse ve aşı kağıdı isteyebilirler" diyor. Aşı 10 yıl süreyle geçerliymiş. Aşıyı isterseniz yaptırıyorsunuz. Sıtma tehlikesine karşı da seyahata gitmeden iki gün önce yutmaya başlayacağınız ve 17 gün süreyle her gün almanız gereken ilacı doktor veriyor.
1964 yılına kadar Başkent olan, şimdi ise en önemli ticaret merkezi Dar El Salaam kentinde bile, Pelikan ve flamingolar ayrı bir renk cümbüşü sunuyor size.
Ve gezimize yön veren Vahşi Yaşam Fotoğrafçısı Süha Derbent'ten birkaç kare. Benim çektiklerime de bakın diye sona bıraktım.
Süha Derbent'in dünyanın en ücra köşelerinden çektiği çok özel fotoğrafları sürekli olarak kendi adıyla oluşturduğu Facebook ve Instagram sayfalarından izleyebilirsiniz.
Ve çekip de yok olmasına gönlümün razı olmadığı arşive girmesini istediğim diğer kareler
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu