'2011'de herkes çok farklı senaryolara hazır olmalı'

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ''2011 yılında mutlaka herkesin, her işletmemizin çok farklı farklı senaryolara hazır olması lazım ve farklı senaryolar altında 'nasıl hareket ederim, nasıl strateji geliştiririm' diye alternatifli hazırlık yapması lazım'' dedi.

'2011'de herkes çok farklı senaryolara hazır olmalı'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.03.2011 - 13:23

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Kayseri Sanayi Odası (KAYSO) Meclis Salonu'nda düzenlenen ''Ekonomik Gelişmeler ve 2011 yılından Beklentiler'' konulu toplantıda yaptığı konuşmada, Japonya'daki depremde hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, Japon halkına da başsağlığı diledi. Dünya ekonomisinin çok enteresan ve zor dönemlerden geçtiğini ifade eden Babacan, 2008'in son dönemlerinde bankalarda finans krizi olarak başlayan krizin, 2009 yılında ekonomi krizi şeklini aldığını söyledi. Krizin toplam maliyetinin 2. Dünya Savaşı'nın maliyetinden daha büyük olduğuna dikkati çeken Babacan, şöyle devam etti: ''Bu maliyetler pek çok gelişmiş ülkenin borç stoğuna ek olarak yansıdı. Bu karşılıksız para basılarak kapatılmaya çalışılıyor. Bu hala devam ediyor. Avrupa ve ABD merkez bankaları çok yüksek miktarda para basarak krizin açtığı hasarı bir bakıma örtmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken de yüksek kamu borç stoğu ve karşılıksız para basmanın yıllar boyunca telafisi zor problemleri beraberinde getireceği açık. Önümüzdeki süreçte dünyadaki ekonomik güç dengesinin değiştiğini göreceğiz. Bu kriz hem Avrupa'da hem de ABD'de potansiyel büyüme oranlarını da aşağıya çekti. Krizin etkileri ortadan kalksa bile gelişmiş pek çok ülkede yıllarca daha düşük büyüme oranlarını göreceğiz. Asya'nın hızla ağırlığı artıyor, Çin, Hindistan başta olmak üzere. Güney Amerika ekonomilerinden bazılarında çok ciddi bir dinamizm söz konusu. Bundan 10-20 sene sonra dünyadaki ekonomik tablo nasıl olacak diye baktığımızda artık ABD'nin dahi en büyük ekonomi olma durumundan aşağıya doğru düşeceğini, birinciliği başka ülkelere bırakacağını görüyoruz.''

Babacan, dünyadaki değişen bu tabloda 2011 yılı ile beraber bir başka faktör daha eklendiğini belirterek, Tunus'ta başlayan ve sonra Mısır'a yayılan arkasından Libya'yı etkileyen olayların, bir çok ülke için daha riskleri içinde bulunduran bir tablo ortaya çıkardığını söyledi. Özellikle yüksek miktarda petrol üreten ülkelerde bu tür riskler belirince, arzın güvenli bir şekilde devam edip etmeyeceği yönündeki endişelerin petrol fiyatlarını ciddi oranda yükseltiğini dile getiren Babacan, şunları söyledi: ''Gıda fiyatları da ocak ve şubat ayında rekor kırdı. Şu anda Dünya Gıda Fiyatları Endeksi tarihin en yüksek seviyelerinde seyrediyor. Bunun içinde hububat var, tahıl var, et ve et ürünleri var, yağ var ve pek çok ana gıda kalemi var. Yüksek enerji ve gıda fiyatları özellikle geri kalmış, fakir ülkelerde sosyal problemleri de beraberinde getirecek gibi görünüyor. Şu anda sadece 6 ayda dünyada 44 milyon kişi açlık sınırının altına indi. Zaten açlık sınırının altında yaşayan 1 milyar civarında insan vardı, buna 44 milyon insan daha eklendi. Önümüzdeki döneme baktığımız zaman gelişmiş ülkelerdeki ekonomik sorunlar, fakir ülkelerde yaşanan gıda ve enerji fiyatlarının yükselmesine bağlı olarak ortaya çıkan sosyal sorunlar dünya için kaygı verici bir tablo.''
 

'Farklı senaryolara hazır olun'

Babacan, 2011'in belirsizliklerin çok olduğu bir yıl olacağına, tek bir programla yola çıkılamayacağına dikkati çekerek, ''2011 yılında mutlaka herkesin, her işletmemizin çok farklı farklı senaryolara hazır olması lazım ve farklı senaryolar altında nasıl hareket ederim, nasıl strateji geliştiririm diye alternatifli hazırlık yapması lazım. Bu böyle bir yıl. Bu yıl karşımıza çok farklı senaryoların, çok farklı tabloların çıkacağı bir yıl. Bunun hem küresel ekonomi anlamında söylüyorum, hem yanıbaşımızdaki Avrupa ekonomisi açısından söylüyorum, bir yandan da Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki sosyal ve siyasi tablo nedeniyle söylüyorum'' diye konuştu.
 

'Borç stoğu düşen tek ülkeyiz'

Türkiye'nin, dünya ekonomisinin ve dünya siyasi tablosunun hızla değiştiği bu karışık dönemde, bir başarı örneği olarak ortaya konulduğunu dile getiren Babacan, şunları kaydetti: ''Dünyanın krizle kavrulduğu dönemde, Türkiye ekonomisi, kesin rakam 31 Mart'ta açıklanacak ama 2010 yılında yaklaşık yüzde 8'in üzerinde büyüme oranını görecek. İstihdam rakamlarımız açıklandı, 2010 yılında çalışan sayımız 1 milyon 300 bin kişi arttı. İşsizlik oranı yüzde 2.1 düştü. Bütün gelişmiş ülkeler, Avrupa, borç sorunu ile boğuşuyor. AB'nin milli gelirlerine oranla ortalama borcu yüzde 100'e doğru gidiyor. Şu an yüzde 90'lar mertebesinde ama ne kadar tedbir alsalar önce yüzde 100'ü görüp, sonra aşağı düşüşler söz konusu olacak. ABD'nin borç stoğu yüzde 100'ün üzerine gidiyor. Yüzde 105-110'dan sonra acaba geriye çevirebilir miyiz derdi var orada. Biz 2010 yılı sonu itibariyle yaklaşık olarak yüzde 41 küsur civarında bir borç stoğu bekliyoruz. Borcun milli gelire oranı, bu 2009 sonunda yüzde 45.5'idi, yüzde 41 küsurlerde bitireceğiz ve tüm Avrupa'da borç stoğu düşen tek ülke biziz. Herkesin 2010 yılında borcu arttı. Bütçe açıkları artık bir çok ülkede yüzde 8-9-10. Biz 2009 yılında yerel seçimlerden hemen sonra tabloya baktığımızda yüzde 7.4'e doğru gidiyor ama haziran ayından itibaren hemen tedbir aldık, orta vadede programımızı açıkladık ve 2009'u yüzde 5.5 bütçe açığı ile bitirdik. 2010'da bunu 3.6'ya düşürdük, bu yıl ki bütçemizi de yüzde 2.8'lik bir açık hedefi ile hazırlanmış bir bütçe. Avrupa ortalamalarının neredeyse üçte biri kadar bir bütçe açığımız, Avrupa ve ABD'nin neredeyse yarısı kadar da borç stoğumuz var.''

Babacan, Türkiye'nin risk göstergelerinin gelişmiş ülkelerin risk göstergeleri ile yarıştığını vurgulayarak, AB'ye üye olan 12 ülkenin risk priminin Türkiye'nin üzerinde olduğunu anlattı. İtalya'yı örnek gösteren Babacan, şu değerlendirmede bulundu: ''İtalya G-7 üyesidir ve avro kendi para birimidir. Bugün İtalya hazinesi ile Türk hazinesinin borçlanma faizi başa baş gidiyor. Onlar da biz de avro ile borçlanıyoruz. Onlar kendi parası ile borçlanıyor ve sıkıştığı zaman basabileceği bir para, şu anda da yapıyorlar. Borcunu ödeyemeyecek duruma düşen ülkeler için Avrupa Merkez Bankası parayı basıp veriyor, borçlanma kağıdını alıp kasasına koyuyor. Kendi parası ile borçlanırken İtalya ne faiz ödüyorsa, biz onların parası ile borçlanırken aynı faizi ödüyoruz. Faizi bizden yüksek olan pek çok Avrupa ülkesi var. Bu bizim son 30-40 yıllık tarihimizde böyle bir şey hiç olmamış. Türkiye her zaman daha riskli ve her zaman daha yüksek faiz ödeyen bir ülke olmuş. Çok şükür bu krizde işleri sıkı tutmamız, kendimize çok çabuk çeki düzen vermemiz ve Avrupa'nın dengelerinin bozulması bu risk tablosunu çok çok değiştirdi.''

'Para politikasını sıkılaştırmaya başladık'

Babacan, 2011 yılındaki büyüme beklentisinin yüzde 4-5 arasında olduğunu belirterek, 2010 yılının 2. yarısından sonra planlananın üzerinde bir cari açık oluştuğunu, 2011 yılında bu hızlı gidişi yavaşlatma ihtiyacı duyduklarını belirtti. Babacan, ''Sürdürülebilir bir büyüme trendi elde edelim istedik. Çünkü, büyümede sürdürülebilirlik önemli. Türkiye tarihinde bunu yaşamış. 1-2 sene hızlı büyümüş sonra gitmiş duvara çarpmış, 2-3 sene hızlı büyümüş gitmiş uçuruma yuvarlanmış. Dolayısıyla illa çok hızlı gidelim derken bunun için altyapımız var mı, dünya şartları buna müsait mi buna da dikkat etmemiz gerekiyor'' dedi. 2011 yılından itibaren para politikalarını sıkılaştırmaya başladıklarına dikkati çeken Babacan, özellikle bankaların kredi hacminin artmasını ama gerçeklerle örtüşmeyen boyutlara ulaşmasını istemediklerini kaydetti.

Babacan, 2011 yılında enflasyonun muhtemelen yüzde 6-7 oranında değişeceğini, büyümenin yüzde 4-5 arasında gerçekleşeceğini belirterek, milli gelirin de nominal olarak yüzde 11-12 büyüyeceğini söyledi. Bu çerçevede bankalara kredilerini yüzde 20-25 civarında artırmalarını söylediklerini dile getiren Babacan, şöyle konuştu: ''Bankalara, büyümenin de 10-15 puan üzerine ekleyin ama daha hızlı gidersek hep beraber, (riskler birikiyor) dedik ve bunun uygulamasına başladık. Geçen yıl sadece tüketici kredileri 41 milyar lira arttı. Bu şu demek, halkımız daha henüz kazanmadığı 41 milyar lirayı peşinen harcadı. Bu büyümemize yardımcı oldu tabi ama bu hızla devam ederse bununla ilgili ödeme sıkıntısı olur mu, ailelerin dara düşmesi sosyal sıkıntılar getirir mi bunların hesabını iyi yapmamız gerekiyor, ölçülü gitmemiz gerekiyor. Çok şükür bu tablo başarının yönetilmesiyle ilgili bir tablo. Pek çok ülkeden daha farklı bir tablo. Daha dün Hollanda'nın ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısıyla havaalanında kısa bir görüşme yaptık, bana 'Bankacılık sisteminizin ve bankacılıkla ilgili sizin hükümetinizin yaptıklarından bizim Avrupa olarak çok öğreneceğimiz var' dedi. Daha sonra da 'Bu kamu maliye yapısını güçlendirmenizden, bu işi disiplinli götürmenizden. Uyguladığınız politikalardan çok öğreneceğimiz var' dedi. Çok şükür Türkiye'nin bu ekonomik başarısı, tüm bu krize rağmen sıyrılıp kendini bambaşka bir ülke olarak ortaya koyması bizim için son derece mutluluk verici onur verici bir gelişme.''

 

'Sık sık duyuyorsunuzdur'

Babacan, Türkiye'nin zamanında demokrasisini ilerletme yoluna girmiş olmasının, zamanında temel hak ve özgürlükler konusunda ciddi adımlar atmasının, hukuk devleti adına bir mücadele içinde olmasının, Türkiye'yi Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki türbülanstan ayıran bir başka başarı örneği olduğunu söyledi. Türkiye'yi batıdan bakanların ekonomik başarı örneği, doğudan bakanların ise demokrasi başarısı örneği olarak gördüklerini ifade eden Babacan, şöyle devam etti: ''Sık sık duyuyorsunuzdur, 'Türkiye model ülke' diye. Bunu biz söylemiyoruz. Hükümetimizin de böyle bir iddiası da yok, böyle bir tabiri de yok ama dışarıdan bakanlar, yazanlar, çizenler böyle yakıştırıyor. Türkiye bu bölge için modeldir. Model ne demek? Taklit edilmesi gereken, yaptıklarından esinlenilmesi gereken bir ülke. Bir yandan nüfusun yüzde 99'u Müslüman, bir yandan da gittikçe daha iyi işleyen bir demokratik sistem var Türkiye'de. Gittikçe daha iyi işleyen temel hak ve özgürlüklere saygı, temel hak ve özgürlükleri koruyup, gözetmeyle ilgili bir duruş var. Halkın sesini dinleyen, halkın taleplerini dikkate alan ve buna göre politikalarına yön veren bir yönetim anlayışı var Türkiye'de.''
 

'Bu başarının arkasındaki güvendir'

Babacan, pek çok ülkenin isteyerek ya da istemeyerek açık bir toplum haline geldiğine dikkati çekerek, 30 santimetrelik uydu anteni koyan herkesin 300-400 ayrı televizyon kanalını izleyebildiğini, internet üzerinden çok ciddi bir karşılıklı iletişim imkanı doğduğunu anlattı. Arap ülkeleri aynı dili konuştuğu için ortada bir dil bariyerinin de olmadığını vurgulayan Babacan, şunları kaydetti: ''Herhangi bir Arap ülkesinde biri twitter'dan bir mesaj attığında yüz binlerce başka ülkelerdeki arkadaşına, meslektaşına ulaşabiliyor. Böyle bir ortamda artık kapalı rejimleri devam ettirmek mümkün değil. Toplum açık olsun, her şeyi görsün, izlesin ama benim rejimim kapalı bir rejim olsun, bu sürdürülebilir bir durum değil. Bunun için er ya da geç bölgemizde değişiklikler olacak. Er ya da geç toplumu daha çok dinleyen, halkın eğilimlerini daha çok dikkate alan yönetim anlayışları hakim olmak zorunda olacak. Ancak, bu değişimin mutlaka düzenli bir değişim olması lazım. Can ve mal kaybına sebep olmayan bir transformasyon olması lazım ve liderlerin kendi elleriyle bu değişime öncülük etmeleri lazım. Aşağıdan gelen baskı ve zoraki bir değişim olduğu zaman daha sancılı oluyor, can ve mal kayıplarının çok olduğu bir süreç oluyor.''

Babacan, Türkiye'nin gelişmeleri çok yakından gözlediğini ve gerekli müdahale ile girişimleri de zamanında yaptığını, tüm bölgede yoğun bir diploması trafiği yürüttüğünü anlattı. Türkiye'de Tüketici Güven Endeksinin son 2-2.5 yılın, Reel Sektör Güven Endeksinin de son 4 yılın en yüksek seviyelerinde seyrettiğini ifade eden Babacan, şöyle dedi: ''Zaten bu kadar yatırım varsa Türkiye'de, bu kadar istihdam oluşuyorsa bu reel sektörün geleceğe güvenle bakmasının bir sonucudur. 2010 yılında 1 milyon 200 bin kişinin yüzde 90'ını özel sektör işe aldı. Bir de Satınalma Yöneticileri Endeksi dediğimiz bir endeks var. Türkiye'de yeni yeni tanınıyor, yeni yeni kullanılıyor. Bu da son 4-5 yılın en yüksek seviyelerini gösteriyor. Bu ne demek, en az önümüzdeki 6 ay boyunca daha işlerin inşallah iyi gideceğini gösteriyor. Dolayısıyla güven ortamı bizim şu anda en önemli dayanak noktamız. Türkiye bu başarıyı elde ediyorsa bunun arkasındaki güven.''
 

Yeni anayasa

Babacan, 2011 seçimlerinden sonraki en önemli amaçlarının bütün elde ettikleri başarıları, gelmiş oldukları noktayı konsolide etmek ve geri çevrilemeyecek, geri döndürülemeyecek şekilde kurumsallaştırmak olduğunu belirterek, şöyle devam etti: ''Yani birileri gelip de bir gün bu işleri nasıl bozmaz, onların bozmasını önlemek için bugünden neler yapmalıyız. 2011 seçimlerini kastetmiyorum, günün birinde, çok ilerilerde yanlış zihniyetler olur da kazayla bir yerlere gelirlerse şimdiden neler yapmalıyız ki kötü niyetlilerin enstrümanlarını elinden alalım ve bu başarıyı Türkiye'de kalıcı hale getirelim. Bu bizim önümüzdeki dönemde, seçimden sonraki 4 yıllık dönemde en önemli bakış açımız olacak. Yeni Anayasa'dan zaten kastımız bu. Öyle bir Anayasa yapalım ki kısa öz, herkesin kolay anlayacağı olsun ve Türkiye o yeni Anayasa ile çok daha farklı bir geleceğe uzansın. Sayın Başbakanımız 'Ben Anayasa'yı okuyorum, anlamıyorum. Anlamak için hukukçu tercümanlar bulmam lazım ki sana anlatsın. Böyle Anayasa olmaz. Anayasa'yı halk yazmalı. Herkesin okuyup, sade bir şekilde anlayacağı, temel ilkelerin olduğu bir metin olmalı' diyor. 'Hukukçuları da karıştırmayacağım. Önce diğer meslek grupları birlikte çalışsın, en son hukukçu arkadaşlar gelsin teknik bir problem var mı yok mu, ona baksın' diyor. Önümüzdeki dönemin Anayasası gerçekten halkın Anayasası olsun istiyoruz. Halk bunu oluştursun istiyoruz''

''Torba Yasa'' hakkında da bilgiler veren Babacan, temiz bir sayfa açmak için bu düzenlemeye gittiklerini, bu fırsatın her zaman ele geçmeyeceğini belirterek, şunları söyledi: ''Vergi oranları Türkiye'de çok düştü. Kurumlar Vergisi yüzde 20'ye düştü ve şu an Avrupa'nın en düşük oranlarından birisi. KDV pek çok üründe fiilen yüzde 8, Gelir Vergisi dilimlerini 10 puan kadar aşağıya çektik. Belki orada biraz daha bir şeyler olabilir ama artık vergi oranlarını düşürmenin limitlerine geliyoruz. Üstelik biz buralardayken pek çok Avrupa ülkesi vergi oranlarını artıracağı bir döneme giriyor. Çünkü, bu kadar borcu kapatmak için başka çareleri yok. İngiltere ilk adımı attı, KDV'yi yüzde 17.5'dan yüzde 20'ye çıkarttı. Bazı sektörlerdeki gelir vergisi oranını yüzde 50'ye çıkardı. Bunların arkası gelecek. Bu açıkları başka türlü kapatmakta zorlanacaklar ama çok şükür bizim zaten açığımız, borcumuz düşük olduğu için vergileri artırma ihtiyacı Türkiye'de yok, tam tersine acaba küçük küçük daha da indirebilir miyiz diye zaman zaman arayışlar oluyor. Dolayısıyla artık nispeten düşük olan vergi oranlarında geleceğe daha güvenle bakabilmek için, sizlerin gelecek nesillere, çocuklarınıza, torunlarınıza daha sıhhatli bırakabilmeniz için bu yasa çok önemli bir fırsat.''
 

'Verginin tam ödenmesi doğal beklentimiz'

Amaçlarının tek tek vatandaşları devlet karşısında ''dürüst vatandaş'' haline getirmek olduğunu ifade eden Babacan, ''Biz istiyoruz ki vatandaşlarımız dürüst olsun, güçlü olsun, sesi yüksek çıksın ve o güçlü toplumla, bireylerle Türkiye'nin gücünü artıralım'' dedi. Babacan, Maliye'ye bin 500 denetim elemanı daha alacaklarını belirterek, şu değerlendirmede bulundu: ''Bu mevcudun aşağı yukarı ikiye katlanması demek ama yanlış anlamayın tehdit, aba altında sopa göstermek gibi bir niyetle söylemiyorum. Bizde de artık hükümet olarak (vergi oranını bu kadar düşürdükten sonra hala vergi kaçırıyorlarsa, yaptırımı neyse uygulansın) yaklaşımı yerleşiyor. Belki 2002-2003'te 'Bu oranlar çok yüksek vatandaş nasıl ödesin' diyebiliyorduk ama artık böyle bir şey yok. Bu kadar oranlar düştükten sonra artık verginin tam ödenmesi bizim doğal bir beklentimiz haline geldi.''

BDDK'nın bankalara olan borçların yeniden yapılandırılmasıyla ilgili düzenlemesinin 1 Mart'ta sona erdiğini anımsatan Babacan, kriz döneminde başlayan uygulamanın artık ihtiyaç olmadığı gerekçesiyle sona erdiğini ancak, bu konuda sıkıntılar olması halinde kurumun durumu yeniden değerlendirebileceğini sözlerine ekledi.

 

'Tır ve kamyonla yapılan taşımacılık pahalı'

Babacan, yaptığı konuşmanın ardından sanayici ve iş adamlarının sorularını yanıtladı.  Türkiye'nin coğrafi yapısının taşımacılıkta bugüne dek demiryollarının daha az kullanılmasına neden olduğunu belirten Babacan, hükümetlerinin son 4-5 yıldır demiryollarına ağırlık verdiğini ve ciddi bir yatırım seferberliği başlattıklarını anlattı.
Babacan, bazı illere hızlı tren seferlerinin başladığını, hızlı tren ağını yaygınlaştırmak istediklerini ifade etti. Tır ve kamyonla yapılan taşımacılığın pahalı olduğunu söyleyen Babacan, tren yolunun daha fazla ağırlık kazanmasıyla bu durumun değişeceğini belirtti.

Babacan, ''Tren yolları ile karayollarının daha entegre bir şekilde ele alınması ve lojistik merkezleriyle karayolu ulaşımı ve tren yolu ulaşımının bir arada düşünüldüğü yeni sistemlerin kurulmasıyla ilgili çalışmalarımız var ama kısa vadede bunun çözümü yok. Tren yollarının gelişmesi ciddi yatırım gerektiriyor'' dedi. Hayvancılığın önemli bir sektör olduğunu vurgulayan Babacan, Türkiye'de hayvancılık konusundaki maliyetlerin yüksek olduğunu kaydetti.

Babacan, hayvancılığın güçlü olduğu pek çok ülkede iklim ve toprak yapısının çok farklı olduğuna dikkati çekerek, şunları söyledi: ''Bizim iklim şartlarımız, tabiat örtümüz maalesef hayvancılığı pahalı hale getiriyor. Bizim doğal şartlarda diğer ülkelerden daha ucuza ve daha çok üretelim deme imkanımız yok. Yem üreteceksiniz, kapalı ağıllar yapacaksınız, oralarda besiye çekeceksiniz. Her aşamada ciddi maliyet. Biz uzun süre ne yaptık? Yaklaşık 15-16 yıl boyunca hayvancılık Türkiye'de kapalı bir sektördü. İthalat yoktu, kendi ürettiğimiz kadarını oldukça pahalıya tüketiyorduk. Çünkü, Türkiye'deki et fiyatları bazı ülkelerle mukayese ettiğimizde 3-4 misli. Yüzde 30-40 değil misli fiyatlar vardı. Ancak şu oldu, milli gelirimiz 3 bin dolardan 10 bin dolara yükseldi. Bu sefer daha çok et tüketilmeye başlandı, daha çok talep oldu. Ancak, üretim tabi o hızı yakalayamadı. Biz bundan 6 ay önce ithalat kapısını açtık. Bu kapıyı açarken de bir gümrük vergisi koyduk. Çünkü gümrük vergisiz, dışardaki fiyata içeriye getirdiğimiz anda Türkiye'de hayvancılık 1 seneye kalmaz biter. Artık tamamen ithalata bağımlı hale geliriz. Dolayısıyla içerideki fiyat yapısını da bozmadan, maliyetleri de fazla etkilemeden arzı nasıl artırırız hesabı yaptık. Önce canlı hayvan, ardından bizim usullere göre kesilmiş et de ithal edilmeye başlandı ve fiyatlar şu an fena değil. Hatta yerli üreticiler fiyatların fazla düştüğünden biraz şikayetçi, ona da Tarım Bakanlığımız ve Dış Ticaret Müsteşarlığımız bakıyor, gümrük vergilerinde bir ayarlama ile telafi yapılabilir mi? diye. Dolayısıyla üzerinde çok sık durduğumuz, çok özel önem verdiğimiz bir alan. Bir yandan kendi hayvancılığımız koruyacağız, bir yandan da içeride fiyatların aşırı artmasını önleyeceğiz. Türkiye'nin 30-35 liraya bir kilo kıymanın satıldığı bir ülke olmasını istemiyoruz. Önce 74 milyon vatandaşımızı koruyacağız, ondan sonra da üreticilerimizi koruyacağız.''

KDV ve ÖTV

Temel tüketim ürünlerinin çoğunda KDV'nin yüzde 8 olduğunu, yüzde 18 KDV'li ürünlerin bir kısmında ÖTV'de alındığını belirten Babacan, şöyle konuştu: ''Biz çok az gelir vergisi toplayabiliyoruz. Bizim bu yıl ki Gelir Vergisi tahsilatımız, tüm iş adamları, tüm serbest meslek sahipleri, doktorlar, avukatlar, eczacılar, aklınıza hangi meslek geliyorsa ödedikleri vergi 2.5 milyar lira civarında olacak. Sadece sigaranın ÖTV'sinden gelirimiz 15 milyar lira. Şimdi Gelir Vergisi tahsilatı çok çok düşük olunca belli sektörlerde harcama vergisi ile biz bunu telafi ediyoruz. Yani kazanırken vergi az ödendiği için harcarken telafi edilmiş oluyor. Bunun tabi daha normal bir tabloya dönmüş olması önemli. Türkiye Kurumlar Vergisi ve Gelir Vergisi noktasında yüzde 100 yasala döndüğünde, kayıt dışını ciddi oranda azalttığımızda bu kadar ÖTV almaya gerek kalmayacaktır. Bütçe dengesi kendiliğinden oluşacaktır.''

Babacan, tekstilde KDV'yi yüzde 18'den 8'e indirmelerinin kayıt dışını önleme açısından pek bir şey ifade etmediğini kaydederek, ''Yüzde 18 KDV varken üçte bir oranında fatura kesiliyordu, yüzde 8 KDV'de de yarı yarıya fatura kesiliyor. Dolayısıyla KDV indiriminin kayıt dışını önlemeye pek faydası olmadı. Bundan sonra vergi oranlarıyla çok fazla oynamadan, mevcut oranlarla tahsilatı artırmanın yollarını arayacağız'' dedi. 12 Eylül 2010'da Anayasa değişikliğine ilişkin referandumunun yargı reformunun önünü açtığını söyleyen Babacan, ''Biz pek çok alanda reform yaptık ama en geriden gelen alan yargı. Maalesef yargımız adete ayağımızda pranga, Türkiye koşmak istiyor yargı tutuyor. Öyle bir tablo var. Anayasa değişikliği ile yargı reformunun da önü açıldı ama bu zaman alacak, hemen gerçekleşmeyecek. Türkiye'nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olması, yargının iyi çalışması bizim önümüzdeki dönemde en çok üzerinde durduğumuz alanlardan birisi olacak'' diye konuştu.
 

Japonya'daki deprem

Babacan, Japonya'da meydana gelen depremin boyutlarını henüz çok iyi bilmediklerini ifade ederek, mevcut tabloya göre milyarlarca dolar zararın söz konusu olduğunu, Yen'in ve Asya piyasalarının değer kaybettiğini anlattı. Japonya ile Türkiye arasında yüksek bir ticaretin olmadığını vurgulayan Babacan, ''Japonya'dan Türkiye'ye yatırım yapan firmalar var ama bunun miktarı yüksek değil. Dolayısıyla bir bakmamız lazım ama şu an bizim için önemli olan insani boyut. Türkiye'nin bu konuda ne yapabileceği. Biz hükümet olarak ilk buna bakıyoruz. Artık ekonomik sonuçları neyse artısı eksisi ile katlanacağız'' değerlendirmesinde bulundu.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler