Adalet, Vahşet ve Masumiyet!..
“Adalet” bir duygudur. Hukuktan da önce gelir. Hukuk düzeninde var olmakla birlikte, onun önünde giden, ondan da önce gelen bir “başvurma” yeri, hak, nısfet, insaf ve şefkat duyguları ile örülmüş bir yüce değerdir. Bu yüzden adalet, kendine özgü karakterini, meşruiyetini, taş duvarlarına yasanın soğukluğu sinmiş görkemli “adalet sarayları”ndan değil, vicdanların “iç adalet sarayı”ndan alan bir bilinç formu, bir duygu derinliğidir.
Domuz bağı ile bağlayıp insanları diri diri gömdüler. Birileri “Bunu yapanlar insan ve Müslüman olamaz” dediler. Oysa onlar hem insandı hem de Müslümandılar. Çıkınca dışarı zaten ilk söz olarak “Pişmanlık yok, Müslüman pişman olmaz” dediler. Ve “Türkiye sizinle gurur duyuyor” nidaları arasında, göz göre göre “gidiyoruz” diye diye, adliyenin, emniyetin, vilayetin, bilumum devairin gözlerinin içine baka baka, çekip gittiler. Olsun, içeride kalanlar, yazarlar, gazeteciler, profesörler, bilim insanları hamamın (hukukun) namusunu kurtarmaya yeterdi, nitekim onlarla yetindiler. Hukuk uleması “Efendim masumiyet karinesi var” dediler. “Hiç kimse mahkûm olmadan (üstelik bunlar mahkûm da olmuşlardı) suçlu sayılamaz” dediler.
Ve insanları dinden, imandan değil ama hukuktan da ettiler. İddia ediyorum ki, masumiyet masumiyet olalı böyle zulüm görmemiştir.
Masumiyet masumiyet olalı bu kadar kirlenmemiş, başka hiçbir sözcük onun kadar kirletilmemiştir. “Hukuk, hissetmektir” der, ünlü hukuk filozofu A.Von Jhering. Hukukçu olmayan birinin de bir hukuk adamı kadar kanunları ezbere bilebileceğini, ancak bunun hukuku hissetmeye yetmeyeceğini söyler.
Hukuku hissetmek, hukuk hafızlığının ve “malumatfuruş”luğun ötesinde, hukuku “hak”la, “insaf”la, “şefkat”le meczetmek, “özgür” düşünebilmek, “analitik” sorgulayabilmektir. Hukukçu hukuku hissetmiyorsa, yaptığı işin şoförlükten, seri üretim yapan fabrika işçiliğinden farkı yoktur.
Çünkü hissetmeyen, otomatikleşen bir düşünce ancak oralarda işe yarayabilir.“Adalet” bir duygudur.
Hukuktan da önce gelir. Hukuk düzeninde var olmakla birlikte, onun önünde giden, ondan da önce gelen bir “başvurma” yeri, hak, nısfet, insaf ve şefkat duyguları ile örülmüş bir yüce değerdir.
Bu yüzden adalet, kendine özgü karakterini, meşruiyetini, taş duvarlarına yasanın soğukluğu sinmiş görkemli “adalet sarayları”ndan değil, vicdanların “iç adalet sarayı”ndan alan bir bilinç formu, bir duygu derinliğidir.
Adaletin mostrası saraylar değil, yüzlerine Kubilay’ın kafasını kör testere ile keserkenki “şehvet” sinmiş olanlar dışarıda iken, ömründe tavuk bile kesmemiş olanların içeride tutulduğunu görüp “Adalet bunun neresinde” diye soran vicdanlardır. Vicdanlar isyanda ise tek başına yasalar, karineler, saraylar, “Neyleyim sarayı, neyleyim köşkü” diyen şarkı misali, ha bir kuru emektir.
Hukuk değil, hile-i şeriyye
Ceza Yargılama Yasası’nın tutukluluk sürelerini düzenleyen 102. maddesinin uygulanması ile ortaya çıkan ve kamu vicdanını titreten olaylar göstermiştir ki, ülkemizde hukuk, “adalet” olarak simgeleşen muhteva gerçekliğini kaybetmiş, bir “formül” ve “formalite” düzenbazlığına (hile-i şeriyyeye) indirgenmiştir.
Nedeni hukuka “şabloncu” zihniyetin egemen olmasıdır. Hukuk felsefesi ve mantığı yerine, yasalaştırma sürecine hâkim kılınan “şabloncu baskı” yöntemi, “kestirme”den ve toptan sonuç almak ister. Ancak şablon, her zaman beklenen sonucu vermemekte, mantıkla, “adalet duygusu” ve “hukuk hissi” ile çatışan görüntüler vermektedir.
Şabloncu zihniyete göre “üç ekleyip ikiye katlamak”la tutuklama sürelerinde yaşanan sorun çözülmüştür. Oysa sorun “şablon”la birebir örtüşmeyecek kadar geniş ve derindir. Doğrudur, tutukluluk süreleri makul süreyi aşmış, peşin cezaya dönüşmüştür. Doğrudur, bu sürelerin “adil yargılanma hakkı”nı ihlal etmeyen sınırlara çekilmesi gerekir. Doğrudur, yasanın bu haliyle uygulanmasından koşulları taşıyan herkes yararlanacaktır.
Ancak bütün bu doğrular, Ceza Yargılama Yasası’nın 102. maddesi düzenlemesinin öngörülen amaca uygun olduğunu kabule yeterli değildir. Amaç, tutukluluk süresini “infaz” olmaktan çıkarmaksa, ağır cezalık suçlar için öngörülen 2 yıllık azami süreyi Meclis’te verilen bir önerge ile 3 yıl daha uzatıp “özel yetkili mahkeme”lerde 2 ile çarparak 10 yıla çıkarmanın mantığı nedir? Davaların uzaması buna gerekçe yapılamaz.
Davaların uzamasının başlıca nedeni, aralarında hukuki ve fiili bağlantı olup olmadığına bakılmaksızın yüzlerce kişiyi binlerce sayfada itham eden “torba” iddianameler, usul hükümleri, adli tıp ve bilirkişi faciası, hâkim ve savcı yetersizliğidir. Bu noktalarda beliren sorunları çözmek yasa koyucunun görevidir. Yasanın yürürlüğünü iki kez erteleyen nedenler ortadan kalkmadığı halde, yasa yürürlüğe konmuştur.
Burada sorulması gereken soru şudur: Yasa ile örgütlü suçlarda tutukluluğa getirilen 10 yıllık sınırdan yararlanma koşullarının hangi tutuklu ve hükümlüler lehine gerçekleşeceğine ilişkin bir envanter, bir döküm hükümetin elinde yok muydu? Yoktu denilemez. Buna rağmen yasanın yürürlüğe konması, artık bile bile ladestir. Sonuçta 31.12.2010’da yürürlüğe konan Ceza Yargılama Yasası’nın 102. maddesinin mağduru Silivri sakinleri, mağruru “Hizbulvahşet” olmuştur. Kamu vicdanını sızlatan da budur.
Sonuç
Hissetmeyen hukuk, hukuk değildir. Fabrikasyon üretimidir. Şimdi yapıldığı gibi, toplar, çıkarır, çarpar, böler ve işte size hukuk der. İç acıtan adalet, adalet değildir. Masumiyet der, adil yargılanma der, insanı hukuktan eder.
Hukukun bu evrensel ilkelerinin zanlı, sanık, tutuklu, mahkûm, temyizdeki mahkûm açısından “hukuk hissi” ve “adalet duygusu” ile yeni bir tanıma ve içeriğe kavuşturulması gerektiği, en azından “mahkûmiyet”le “masumiyet”in nasıl bağdaştırıldığı konusunda meraklı bir kamuoyu oluşmuştur.
Bu ikilemi çözmek, “şabloncu” zihniyetin değil, hukuk felsefesinin işidir. Hukukta hiç olmayan da odur.
İbrahim Türkeş- Hukukçu, Felsefeci
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Köfteci Yusuf'tan gıda skandalı sonrası yeni hamle
- Petlas Yönetim Kurulu Üyesi Özcan, uçakta olay çıkardı
- İBB'den 'Pınar Aydınlar' açıklaması: Tasvip etmiyoruz
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- '100 yılda bir görülebilecek akımın başlangıcındayız'
- Restoranlarda 'harcama limiti' uygulaması başladı
- Milletvekilleri Genel Kurulu terk etti!
- Erdoğan'dan Suriyeliler açıklaması
- 'Bıyık altından gülüyorsunuz'