Aklın, inanca ve dogmalara karşı bitmez tükenmez mücadelesi

Akılcı düşünce, köktendincilerin ve sahte bilimcilerin tehdidi altında. Bu durumda akla ve Aydınlanmacı dünya görüşüne sahip insanların yapacağı tek şey kalıyor. O da karşı saldırıya geçerek akılcılığı savunmak. Ancak harekete geçmeden önce, aklı reddedenlerin hangi gerekçelerin ardına sığındıklarını anlamakta fayda var.

Aklın, inanca ve dogmalara karşı bitmez tükenmez mücadelesi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.08.2008 - 09:18

New Scientist dergisi, “İnsanların Akıldan Nefret Etmelerinin 7 Nedeni” isimli yazı dizisinde aralarında din adamlarının, sanatçıların ve bilim insanlarının olduğu farklı dünya görüşüne sahip insanların akıl konusundaki düşüncelerine yer veriyor: Aydınlanmacı değerler, akılcılık, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve dünyayı doğru anlamak için bilimi esas almaktır. Tarihi bir olgu olarak Aydınlanma hareketi akla güvenmeyi temel alır; sosyal ve politik sorunlarda bilimsel yaklaşımı benimser; bilimi savunur; ilerlemenin yolunu tıkadığı için dini yaklaşımlara ve her türlü boş inanca karşı çıkar. Adaletsiz sosyal sistemlere karşı sistemli bir mücadele yürütür.

‘Kendi aklını kullanma cesaretini göster

Yazı dizisinin giriş makalesinde felsefeci A. C. Grayling, kökenleri 18.yüzyıla dayanan “Aydınlanmacı Değerlerin” bugünün insanı için ne anlama geldiğini sorguluyor.

Immanuel Kant 1784 yılında kaleme aldığı “Aydınlanma Nedir” isimli makalesinde bu soruyu şöyle yanıtlıyor: Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır Sapere Aude! Aklını kendin kullanmak cesaretini göster! Sözü şimdi Aydınlanmanın parolası olmaktadır (Türkçesi: Nejat Bozkurt-Felsefe Yazıları-1983)

Kant bu satırlarıyla Akılcılığın temellerini atmış oluyordu. 18.yüzyıldaki ilerici düşünceler, zamanının sosyal ve siyasi gerçeklerinin çok ilerisindeydi, fakat öncü düşünürler yepyeni bir dönemin başlamak üzere olduğunun farkındaydı. Amerika ve Fransa’daki devrimler ve Batı tarihinde daha sonraki olaylar onları haklı çıkarttı. Bu arada kuşkusuz Aydınlanma hareketine karşı çıkanlar da oldu ve bu insanlar Aydınlanma’nın her aşamasında kendi ilkelerini korumak için büyük mücadele verdiler.

Aydınlanma ve aydınlanmacı değerler

18.yüzyılın karmaşık, tarihi bir olgusu olarak “Aydınlanma”yı, “Aydınlanmacı değerlerden” ayırt etmek gerekir. Aydınlanmacı değerler akılcılık, özgürlük, demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve dünyayı doğru anlamak için bilimi esas almaktır.

Kuşkusuz bu değerler 18.yüzyıl düşünürlerinin ortaya attıkları fikirlerden türemiştir. Ancak tarihi koşulların dayattığı değişiklikler bu değerleri de etkisi altına aldı. Örneğin ateizm 18.yüzyılda nefretleri üzerine çeken bir kavramdı. Dolayısıyla bir kişinin, toplum dışına itilmişliği göze almadan kendisinin ateist olduğunu açıklaması imkânsızdı.

Sonuç olarak agnostiklerin ve ateistlerin pek çoğu kendilerini “Deist” olarak nitelendirmeyi tercih ettiler. Deistler dünyanın bir tanrı tarafından yaratıldığına, ancak daha sonra bu tanrının yarattığı dünyayı kendi haline bıraktığına inanıyorlardı. Ayrıca yine ateist ve agnostikler din ile ilgili eleştirilerini kilisenin eleştirisi ile sınırlı tutuyorlardı.

Aklın üstünlüğü şartı

Tarihi bir olgu olarak Aydınlanma hareketi akla güvenmeyi temel alır; sosyal ve politik sorunlarda bilimsel yaklaşımı benimser; bilimi savunur; ilerlemenin yolunu tıkadığı için dini yaklaşımlara, dinsel kurumlara ve her türlü boş inanca karşı çıkar.

Aydınlanmacı düşünürler insan haklarını savunur; mutlak monarşiye ve bununla bağlantılı olan adaletsiz sosyal sistemlere karşı sistemli bir mücadele yürütür.

Aydınlanmanın başlangıç noktası

Aydınlanmanın başlangıç noktasını felsefeci Denis Diderot ve matematikçi Jean le Rond D’Alembert’in birlikte derledikleri Encyclopedie, ou Dictionnaire raisonne des sciences, des arts et des metiers (Ansiklopedi, veya bilim, sanat ve zanaatin sistematik sözlüğü)” isimli büyük ansiklopedi oluşturur. Birkaç ciltten oluşan bu eser 1751 ve 1772 yılları arasında yayımlandı. Doğa ve sosyal bilimlerde, teknolojide, sanat ve el hünerlerinde ve felsefede önemli buluş ve düşünceleri bir araya getiriyordu.

Bu süreçte ilk önce İngiliz Chambers Cyclopaedia’yı tercüme etmek fikri üzerinde duruldu. John Locke ve Isaac Newton’ın etkisi altındaki ilerici Fransız düşünürleri, Locke’un aydınlanmacı düşüncelerini ve Newton’ın keşiflerini kendi ülkelerine taşımayı amaçlıyorlardı.

Fakat Diderot ve birlikte çalıştığı arkadaşları, Chambers’ı yeterli bulmadılar ve kendi ansiklopedilerini hazırlamaya karar verdiler. Ancak gelenekselciler bu çabalara karşı çıktılar, çünkü ilericilerin yeni bilgi ve yeni düşünce şekillerinin peşinde olmaları gelenekselcileri tahtından edecekti. İlericiler bu şekilde yeni bir sosyal düzen kurabilecekleri gibi, daha özgür bireyler yaratabilecekti. Bu yeni özgür birey, kendisi için düşünebilecek ve düşüncelerini eyleme dökecek cesarete de sahip olacaktı.

Aydınlanmacı düşünürlere tepkiler

Diderot, Supplement to Bougainville’s Voyage isimli eserinde Doğa’nın insanoğluna şöyle seslendiğini yazar: Sana verdiğim dünyanın sınırları dışında mutluluğu boşu boşuna arama.... Tüm zamanlarda yaşamış insanların tarihini incele....Göreceksin ki biz insanların şu üç yasadan kaçışı yoktur: Doğa yasalarına, toplum yasalarına ve dini yasalara... Ve üçünü de çiğnemek zorunda kalmışız .... çünkü bunlar hiçbir zaman uyum içinde olmamış.

Aydınlanmacı fikirler, dini kurumların ve devletin kazanılmış çıkarlarını tehlikeye soktu. Ve bilimsel akılcılıktan korkanlar için bir tehdit unsuru oluşturdu. Bu nedenle Aydınlanma hareketine karşı her zaman şiddetli bir tepki söz konusuydu.

Bu fikirleri eleştirenler, son tarihsel olaylarda yaşanan aşırılıkların faturasını Aydınlanmacı düşünürlere kestiler. Fransız Devrimi’nin Terör Devri’nden (Robespierre tarafından kışkırtıldığı sanılan aşırı şiddet dönemi) 20.yüzyılın Nazizm ve Stalinizm’e kadar tüm aşırı uçların suçlusu Aydınlanmacı düşünürlerdi.

Ayrıca inanç, ahlak ve güzellik gibi kavramların da Aydınlanmacılar tarafından alaşağı edildiğini iddia edenler, bu kavramlarla uygarlaşan dünyanın bilimsel akılcılığın kılavuzluğunda aynı ilerlemeyi gösteremeyeceğini düşünüyordu.

Aydınlanmaya karşı harekete geçen aktivistler iki ana koldan saldırıyordu. İlki dini kurumların ve monarşinin geleneksel gücünü savunan gericiler; ikincisi de doğanın, duyguların ve hayal gücünün akıldan daha önemli bir otorite kaynağı olduğunu düşünen romantiklerdi. Romantiklere göre akıl kuru ve sıkıcıydı.

Gericiler, Robespierre’in Aydınlanma konusundaki aşırılıklarına sert eleştiriler yöneltti ve terörü hoş görmekle suçladılar. Gericilerin sözcüsü Edmund Burke, nihai siyasi otoritenin halka ait olduğunu savunan Aydınlanma hareketine şiddetle karşı çıkıyordu. Burke için halk, anarşik bir güruhtan başka bir şey olmadığı gibi, demokrasi de bu güruhun yönetimi anlamına geliyordu.

Romantikler ise Aydınlanma’nın bilime vurgu yapmasını mekanik, hatta deterministik bir yaklaşım olarak değerlendiriyordu. Aklın yerine duyguları koymayı tercih eden Romantikler, gerçeğe giden yolun tutkudan geçtiğini ileri sürerek, spontanlığı ve şansı, soruşturma ve araştırmadan daha üstün gördüklerini ifade ediyorlardı.

Kimse duyguların önemini küçüksememekle birlikte, romantizmin açtığı yolda nasyonalizmin yeşerdiği görüldü. Bu yeni akım, dinin yeniden parlamasına yol açtığı gibi bazı ırkların üstünlüğünü gündeme getirdi.

Nazizm ve Stalinizmin neden olduğu korkunç kıyımlardan sonra, Aydınlanma hareketi bu kez de postmodern düşünürlerin eleştiri oklarına hedef oldu. Postmodern düşünürler Frankfurt Sosyoloji Okulu’nun bir uzantısıydı.

Bunlara göre Aydınlanmacı akılcılık, bürokratik kontrolün baskıcı kavramlarına dönüştü ve bireyin ekonomik güçlerin kölesi haline gelmesine yol açtı. Bu arada bilim, bilimciliği (scientism) besliyordu.

Postmodernistlere göre bilimcilik tüm sorunlara bilimsel bir çözüm öneren bir kurtuluş efsanesiydi. Ayrıca bilimcilikte Aydınlanmacılar dini bir “şer odağı” ve aldatıcı bir kuvvet olarak görerek, yerine aklı geçirmişti.

Bu analizler Aydınlanmanın belli başlı özelliklerini göz ardı ediyordu. Aydınlanmanın göz ardı edilen özelliklerinin başında dini kurumların, devletin ve ideolojinin hâkimiyetine karşı çıkmak ve çoğulculuk ile bireysel özgürlükleri savunmaktı.

Hâkimiyet kuran kurum, herkesin aynı şeye inanmasını talep ediyordu: Nazizmin ve Stalinizmin tiranlarının, Aydınlanmadan nasiplerini almadıklarını söyleyebiliriz.

Aslında Nazizmin kökleri, ırkçılığın romantik kavramlarından besleniyordu. Stalinizm de benzer bir ezici güçtü; 16.yüzyılda Engizisyon’da kullanılan yöntemlere benzer yollarla halkı sindirmeyi başarmıştı.

İnsanlar bugün “Aydınlanmacı Değerler”den bahsetmeye başladıkları zaman, 18. yüzyıldaki versiyonun modernize ve idealize edilmiş şeklini anlıyorlar. Aydınlanmacı değerler bugün,

• Bireysel bağımsızlık

• Demokrasi

• Hukukun üstünlüğü

• Bilim

• Akılcılık

• Laiklik

• Çoğulculuk

• İnsancıl bir ahlak anlayışı

• Eğitimin önemi

• İnsan hakları gibi

kavramları akla getiriyor.

Bunlar içleri boşaltılmış, soyut kavramlar değildir. 300 yıl önce yaşamış olan insanların, yaşamlarını bugün hayatta olanlarla karşılaştırdığınız zaman Aydınlanmanın toplum üzerindeki etkisini net olarak görmek mümkündür ve bu iki tarihsel evre arasındaki olumlu gelişme her türlü övgüyü hak ediyor.

Türkçesi: Reyhan Oksay; Kaynak: New Scientist, 26 Temmuz 2008


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler