Asistan Mumcu'nun kaleminden: Sessiz devrim: Köy Enstitüleri
Asistan Mumcu'nun kaleminden: Sessiz devrim: Köy Enstitüleri
UĞUR MUMCU
Demokrat Parti’nin yıkılış nedenleri arasında antilaik tutum da son derece önemli bir etkendi. 1946’da çok partili hayata girer girmez yoğunlaşan anti-Kemalist tepkiler, 1950 yılında Demokrat Parti’nin ilk hükümet programında açıkça belirtiliyordu. Başbakan Adnan Menderes, devrimleri “tutan devrimler-tutmayan devrimler” olarak ikiye ayırıyor ve böylece Atatürk devrimlerinin parçalanabileceğini bir hükümet görüşü olarak açıklıyordu.
Menderes, geçmiş devrin “müdahaleci, kapitalist, bürokratik ve inhisarcı (tekelci) devlet anlayışına karşı olduğunu” belirtiyor, devirlerinin eski devrin bir tepkisi olduğunu açıklıyordu. Ancak Demokrat Parti’nin sınıfsal yapısının gerektirdiği siyasal savunma araçlarının en etkili, en önemlisi din silahıydı. Temelde ticari kapitalizm ile İslamcı akımları birleştiren bağ buydu. İlk yıllarda başlayan Ticanilik, iktidarın sonradan desteklediği Nurculuk gibi gerici akımlar gittikçe güçlendi. Kasaba burjuvazisinin en sağlam dayanağı din silahı, böylece Demokrat Parti’nin temel dayanaklarından biri oldu.
1958 ekonomik krizine gelindiğinde Türk demokrasisi bu denli olumsuz koşullar içerisindeydi. Devrin muhalefeti ve kamuoyunca bu ekonomik kriz ve laiklik konusundaki tutumlar gittikçe sertleşiyor, iktidar da bu eleştirilerden kurtulabilmek için basın özgürlüğünü kısıcı yasaklara yöneliyordu. Demokrat Parti’nin yasaklama politikası, muhalefetin denetim görevini ortadan kaldırmaya yönelince toplum içerisinde büyük huzursuzluklar sokağa döküldü. Antidemokratik tedbirlere karşı Ankara ve İstanbul Üniversitesi’nden sert tepkiler gelmeye başladı. İktidar, tepkilere karşı polisi kullanmaya teşebbüs etti. Polis-öğrenci tartışma ve kavgaları iktidara karşı bir ihtilâl havasına büründü. Emniyet kuvvetleri ile yetinmeyen iktidar, Ankara ve İstanbul şehirlerinde sıkıyönetim ilan ederek antidemokratik baskılara orduyu da alet etmek istedi. 28-29 Nisan olayları ile iyice sertleşen iktidar-gençlik ilişkileri 27 Mayıs 1960 günü duruma Silahlı Kuvvetlerin müdahalesi ile son buldu. İktidar sorumluları ihtilal günü tutuklanarak anayasayı ihlal suçundan yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Demokrat Parti’nin üç sorumlusu hakkında verilen ölüm cezası infaz edildi.
27 Mayıs devrimi, “...1950’den sonra kurulmuş olan burjuva bürokrasi dengesinin bozulmasına ve bürokratik yanın zayıf düşürülmesine karşı bir tepki...” olarak nitelenmektedir. Prof. Mümtaz Soysal’a göre, “...askeri sivil bürokrasi kendi eliyle getirmiş olduğu demokrasinin gelip dayandığı sonuç karşısında seçimden çıkma iktidarı devirmekten ve öncülüğü yine ele geçirmekten başka bir yol...” bulamamaktadır.
Prof. Dr. İdris Küçükömer’e göre ise “...kendi varlığını korumak isteyen bürokrasinin yapmış olduğu...” bir hareketti ve bürokratların” ...subay kanadından “bir grup... tarafından başarılmıştı. Böylece iktidara gelen 27 Mayısçılar “hukukçu profesörlere bir anayasa ısmarlamışlar” ve “bu ısmarlanan anayasayı da” yürürlüğe koymuşlardı.
Tedavi değil ilkyardım
Demokrat Parti kurucusu ve 1950-60 devrinin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, kendisini iktidardan uzaklaştıran ve ölüm cezasına çarptıran 27 Mayıs ihtilalini şöyle tanımlamaktadır:
“...Bence 27 Mayıs bir fiili durumdur. Osmanlılardan gelme geleneksel yönetimimizdeki ordu-medrese işbirliğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişi, müdahalesidir...”
Prof. Münci Kapani ise şu yorumu yapmaktadır: “...27 Mayıs devrimi, baskı karşısında direnmenin en belirgin örneklerinden biri sayılabilir. İlerici kuvvetlerin el ele vererek gerçekleştirdikleri bu hareketin hedefleri bellidir: Atatürk prensiplerinin korunması ve demokratik hukuk devletinin yeniden sağlam temeller üzerine kurulması.”
Prof. Dr. Bülent Nuri Esen’in yorumu ise şu şekildedir: “...Gayesi iktidarın davranışları yüzünden saygı görmeyen demokratik anayasa değerlerini korumak olan ve bu korumanın başka bir yoldan sağlanmasına imkân kalmamış bulunduğu için patlak verme zorunda kalmış bulunan, aynı zamanda Silahlı Kuvvetlerle desteklenen her halk hareketi ‘meşru ihtilaldir’... 1960 ihtilali ile Türk Anayasa gelişmesinde yeni bir sahife açılmıştır...” Yine Sayın Esen’in tanımına göre “...1960 askeri müdahalesi bir ilkyardımdır. Radikal bir tedavi değildir...” İhtilalden sonra hazırlanan anayasanın amacı, demokratik hukuk devletinin temellerini atmaktır.
1961 ANAYASASI
27 Mayıs İhtilali’nden sonra bir bilim kurulu tarafından anayasa tasarısı hazırlandı. 6 Ocak 1961’de toplanan kurucu Meclis, anayasayı hazırladıktan sonra 9 Temmuz 1961’de halkoyu hazırlanan bu anayasayı kabul etti. Bu anayasa ile Türkiye yeni bir devre başlamış bulunuyordu.
1961 Anayasası, geçmiş devrin bütün sakıncalarını göz önünde tutarak çalışan ve bu nedenle genel oya da bir parça kuşku ile bakan bir kurulca hazırlandığı için iktidar frenleyici mekanizmayı da kendi yapısı içerisinde getiriyordu. Özellikle yargı denetiminin en geniş kapsamı ile benimsenmesi, bu endişenin belirtilerinden biridir. Egemenliğin kullanılışı ile ilgili olarak hükümet kanunlar çerçevesi içerisinde “görev” yapan bir organ olarak tanımlanmış, egemenliği kullanma bir “yetki” olarak yasama ve yargı organlarına verilmiştir. 1961 Anayasası, genel oyu kabul etmiş ve partileri demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olarak nitelemiştir. Genel oy ve çok partili düzen anlayışı ile uyumlu olarak düşünce özgürlüğü en geniş kapsamlarla anayasa hükmü olarak benimsenmiş, geçmiş devrin sakıncaları da düşünülerek basın özgürlüğünü koruyacak ayrıntılı hükümler benimsenmiştir.
Anayasa, bu ilke ve hükümleri ile “anayasanın üstünlüğü” ilkesini benimsemiş ve bu ilkeyi devletin temellerinden biri saymıştır. Bu nedenle devlet adına kamu gücünün kullanılması da bu anayasanın ilke ve koşulları ile sınırlandırılmıştır.
Anayasanın en önemli temellerinden biri de Atatürk devrimlerinin temel dayanak noktası olarak benimsenmesiydi. Gerçekten anayasanın önsözünde Kemalist devrimin ilkelerine bağlı bulunulduğu edebi bir formül içerisinde belirtilmektedir.
Yeni tartışmalar
1961 Anayasası devrinin en ilginç olaylarından biri de Sosyalist Parti’nin kurulması ve parlamentoya girişidir. Türkiye İşçi Partisi’nin Türk siyasal hayatına girmesi ile birlikte Türk halkı için “yeni” sayılabilecek konuların tartışmaları başlamış ve çok partili düzenimizde bir “başka ses” duyulmaya başlanmış, bu yeni akım, toplum içerisinde etki ve tepkisini yaratmıştır.
1965 seçimleri ile büyük çoğunlukla iktidara gelen Adalet Partisi, bu yeni anayasa devrinin uygulanması ve anayasa ilkelerinin yaşatılması ile sorumlu iktidar partisi olmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, oy sayısı bakımından ikinci büyük parti olarak muhalefet görevini yürütmüştür. Bu iki büyük parti yanında, Millet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, İşçi Partisi, Birlik Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Güven Partisi yasama görevi yapmışlardır.
En Çok Okunan Haberler
- Dönmek isteyen gençler için şartını açıkladı
- Devrim Muhafızları'ndan Suriye çıkışı
- Adnan Kale'nin ölümüne ilişkin peş peşe açıklamalar!
- İngiliz gazetesinden Esad iddiası
- 'Seküler müdür kalmadı'
- ‘Kartlar bloke edilebilir’ uyarısı!
- CHP'nin ilçe başkanından açıklama!
- Jose Mourinho'dan genç futbolcuya övgü!
- İkinci elde 'Suriyeli' hareketliliği
- Üniversite öğrencisi, trafikte öldürüldü