Avrupa'da Hortlayan Irkçılık ve Türkler

Avrupa'da Hortlayan Irkçılık ve Türkler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 31.12.2009 - 06:49

Irkçılık ve ayrımcılık büyük ölçüde siyasi partilerin yabancıları kötüleyen politik söylemlerinden de kaynaklanıyor ve Türkleri, Müslümanları, Çingeneleri ve siyahları ırkçı grupların hedef tahtası haline getiriyor.

ABDnin önde gelen gazetesi The New York Times yayımladığı başyazıda (01. 12. 2009) İsviçrenin minare yasağınırezillik(disgraceful) olarak tanımladı. Ülkesindeki Müslüman ve Türk kökenli azınlığın inanç ve ibadet özgürlüklerinin kısıtlanması sonucunu doğuran bu girişimin İsviçre için büyük bir ayıp oluşturduğu muhakkak Ancak bu olayın insan hakları ihlalinin çok ötesinde bir boyutu var. Ve bu boyut, İslama karşı korku ve nefretten kaynaklanan İslam ve Türk düşmanlığının etkisiyle bu dinden ve etnik kökenden olan kişilere karşı uygulanan dışlayıcılık ve ayrımcılıkla özdeşleşen ırkçılık eğilimidir.

Bu eğilimin kaynağında, birbirine koşut olarak gelişen ve birbirlerini besleyerek ivme kazanan iki gelişmeyi görüyoruz. Bunların birincisi, Avrupada Müslüman azınlıkların ve Türklerin varlığını, Batılı değerlerin ve Avrupa ortak kimliğinin geleceği açısından bir tehdit olarak algılayanların etki alanlarının giderek genişlemesidir. İkincisi de terör ve tedhiş olaylarını İslamla ilişkilendiren bazı Avrupalı politikacıların bunu bir siyasi malzeme olarak kullanarak oy avcılığı yapmalarıdır.

Siyasetçilerin \t\tsorumsuzluğu

Esasında Avrupadaki Müslüman azınlık ve Türkler, ABDye 11 Eylül 2001de yapılan El-Kaide saldırısından önce de dışlayıcı ve ayrımcı baskılara maruz kalmaktaydılar. Ancak, 11 Eylülde ve bunu takiben İspanya ve İngilterede vuku bulan terörist saldırılar, Avrupadaki Müslüman ahalinin ve Türklerin durumunu çarpıcı biçimde kötüleştirdi. Bu saldırıların yarattığı korku ikliminde Batılı toplumların çoğu, ülkelerindeki İslami varlığı içerdeki tehdit ve düşman olarak algılamanın yanı sıra bu varlığı Batılı yaşam tarzına ve kültürüne de karşı bir tehdit olarak görmeye başladılar. Avrupanın bir refah ve huzur adası olarak muhafazası için Müslüman ve Türk kültür istilasından mutlaka korunması kaygı ve inancının Avrupalı ülkelerin siyasal yelpazesindeki partilerin tümüne yakını tarafından benimsenmesi bu korku ikliminde gerçekleşti.

Bu ortamda, Avrupadaki bağnaz ve aşırı milliyetçi siyasi partilerle seçmenleri etkileme yarışına giren ana akım partilerinin de İslam toplumlarını uluslararası terör kaynağı olarak tanımlamaları, halk katmanlarında radikal sağ düşüncenin güçlenmesine yol açtı. Sonuçta, kısa süre önceye kadar sadece aşırı sağ partiler ve ırkçı örgütler tarafından dile getirilen ırkçı fikirler, bugün ana akım partileri tarafından da benimsenmiş ve yabancı düşmanlığı ile ırkçılık Avrupanın her tarafına bulaşıcı hastalık gibi yayılmıştır.

Türkofobi virüsü

İsviçrede minare inşasına getirilen yasağın da bu perspektiften değerlendirilmesi gereklidir. Nitekim, minare karşıtlığı kampanyasının önderliğini yapan aşırı sağcı çevrelerin açıklamaları incelendiği takdirde, bu girişimin temelinde, İsviçredeki Müslüman Türk varlığına ve onun inanç ve kültürüne karşı duyulan dışlayıcı ve ayırımcı bakışın yattığı görülüyor. Ancak Türkofobi diye nitelenen bu tahammülsüzlük, öfke ve nefret virüsü, sadece İsviçreyi değil biraz önce işaret ettiğimiz üzere Avrupa ülkelerinin çoğunu etkisi altına almıştır. Nitekim, Avrupada Müslümanların ve Türklerin varlığını, Batılı değerlerin geleceği açısından bir tehdit olarak algılayanların etki alanları süratle genişlemekte ve bu durum Türk ve diğer Müslüman bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesinin yanı sıra bu kişilerin canlarına ve mülklerine yapılan fiziksel ırkçı saldırılara, ayrımcılığa ve aşağılayıcı muamelelere yol açmaktadır.

AB ve Avrupa Konseyi raporları

Bu hususlar, ABnin bir yan kuruluşu niteliğindeki ve kısa adı FRA olan Temel Haklar Ajansı ile Avrupa Konseyine bağlı bulunan ve ismine kısaltılmış olarak EKRI denilen Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonunun yayımladığı son raporlarda da yer alıyor. FRAnın Nisan 2009da yayımlanan raporu, Avrupada yaşayan her 3 Müslümandan birinin dini veya etnik kökeni nedeniyle ayrımcı bir muameleye maruz kaldığını ve yüzde 11inin de fiziki nitelikte ırkçı saldırıya uğradığını açıklıyor.

EKRI raporu da Avrupa ülkelerinin Irkçılık ve Müslüman düşmanlığının kıskacında bulunduğunu ve İslamofobi ile Türkofobinin tehlikeli biçimde yükseldiğini ayrıntılarıyla açıklıyor. Rapor özellikle Almanyada ırkçılık ve ayrımcılığın, büyük ölçüde siyasi partilerin yabancı işçileri ve göçmenleri kötüleyen politik söylemlerinden kaynaklandığını belirterek, göçmenlere, Türklere, Müslümanlara, Çingenelere ve siyahlara karşı yapılan ırkçılık ve ayrımcılığın bu gruplara mensup kişileri hedef tahtası haline getirdiğini vurguluyor.

Bu iç karartıcı tablo, Batı demokrasilerinin, ana özellikleri olarak görülen ve övülen, öteki yani yabancı ile ilişki kurma ve farklılıkları bir arada yaşatabilme fonksiyonunu yerine getirmekte başarılı olamadıklarını ortaya koyuyor. Nitekim Avrupada çok kültürlülük siyaseti iflas ermiştir. O kadar ki İsviçre referandumundan sonra Avrupadaki aşırı sağ partilerin yanı sıra diğer bazı sağ partiler de derhal benzer referandumların kendi ülkelerinde de yapılabilmesi için yasal değişiklikler önermeye başlamışlardır. Bu ortamda Avrupa Barometre Araştırma Anketlerine göre Avrupa genelinde ırkçı eğilimin yüzde 33 olmasına şaşırmamak lazımdır. Esasında dünyanın başına Batı tarafından musallat edilmiş olan ırkçılık, başlangıçta biyolojik-fizyolojik niteliğiyle kendini göstermiş, günümüzde ise Bosna-Hersek halkına yönelik soykırım olayında olduğu gibi kültürel ırkçılık olarak evirilmiştir. Yakın geçmişindeki Nazizm ve Faşizm felaketlerinden bir dünya savaşıyla kurtulabilen Avrupayı bu yeni tür ırkçılığın yeniden teslim aldığını görüyoruz.

Bu hususlar, ürkütücü düzeyde bir ırkçı eğilime sahip bulunan Avrupa ülkelerinin, Müslümanlarla Türkleri ötekileştiren ve şeytanlaştıran bir muhafazakârlık/bağnazlık sürecinde hızla yol aldıklarını ortaya koyuyor. Bu gidişat, Avrupa ülkelerinde yaşayan beş milyon vatandaş ve soydaşımızın maruz kaldıkları dışlayıcı ve ayrımcı muameleler ile ırkçı saldırıların önümüzdeki dönemde artarak çok daha ciddi boyutlar kazanacağını ortaya koyuyor. Batı Avrupalı parlamenterlerle bu konudaki görüşmelerimiz düş kırıklığı yaratıyor. Muhataplarımız, Avrupanın bir sorumluluğu olduğunu kabule yanaşmıyor ve sorunun Müslüman bir kültürün ürünü olan Türklerin Avrupanın Hıristiyan kökleriyle uyum sağlayamamasından kaynaklandığı yolundaki savın arkasına saklanıyorlar.

Bu durum, Türkiyenin bu tehlikeli sorunu, vahim olaylar patlak vermeden, çözüm aranması amacıyla Avrupa gündemine getirmesini zorunlu kılıyor. Tabiatıyla bulunacak çözüm yolları (ki bunların başında karşılıklı korkuların giderilmesi, tarafların birbirlerini daha iyi tanımaları, yabancı düşmanlığının siyasi malzeme yapılmaktan vazgeçilmesi, ayrımcılığa/dışlayıcılığa son verilmesi ve entegrasyon yollarının açılması geliyor) üzerinde Avrupa ülkeleriyle ortak bir çalışmanın yapılması ve beraberce uygulanması gerekiyor.

Ancak bu amaçla bir girişimde bulunmadan önce, Türkiyede bu konuda etraflı bir araştırma yapılması, sorumlulukların ve işbölümünün tespiti açısından gereklidir. Bu araştırmanın, konunun uzmanı bürokratların ve akademisyenlerin katkılarıyla, TBMM bünyesinde kurulacak bir araştırma komisyonu marifetiyle yapılması yararlı olacaktır.

Şükrü M. Elekdağ-CHP İstanbul Milletvekili


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler