‘Bizim 68’liler’in kimliğinin oluşumuna damgasını vurmuş önder’
60’ların öğrenci liderlerinden Harun Karadeniz’in ölümünün 40’ncı yılı...
Gazetecilik Enstitüsü’nde öğrenciliğim sürüyordu. Arkadaşlar apar topar evden alarak “önemli” miting için İstanbul Üniversitesi bahçesindeki anıt önünde toplanmaya yetiştirildiler.
1966 baharında, ülkenin düzenini sorgulama boyutunda, o kadar çok kitlesel, güçlü gençlik protesto eylemleri dönemiydi ki.. O gün de, son birkaç gün içinde yoğunlaşan hem İşçi Partisi’ne yönelik saldırılar, hem de Atatürk heykellerinin bonbalanmasını birlikte protesto edecektik.. Adını bile bilmediğim Harun Karadeniz, elinde megafonu yanıma yaklaşıp “Sloganlarda arada kadın arkadaş desteğine ihtiyacımız var, katılırsan sevinirim..” anlamında bir şeyler söylemişti. Beyazıt’tan Taksim’e saatler süren yürüyüşümüzden sonra Taksim’de Atatürk Anıtı’nın önünde günlerce sürdürülecek, yükseköğrenim gençliğinin bütününü kucaklayan aynı gündemli “Demokrasiye, devrimlere bağlılık” nöbetlerimiz başlatılmıştı..
Ölümünün 40. yılında sosyalist öğrenci lideri; Harun Karadeniz
Aynı yılın yazında Cumhuriyet’te profeslonel habercilik 1968 kuşağının profesyonel habercilik yıllarında Harun Karadeniz’i yakından tanımak, yakın dost olmak benim için kaçınılmazdı... 1966-67 süreçlerinde dönemin İTÜ Rektörü, saygın bilim insanı Ord. Prof. Bedri Karafakıoğlu’nun üniversiteler reform tartışmalarında her görüş aldığımda, mühendislik öğrencilerinin sosyal sorumluluklarda ilgisizliğinden yakınmalarını anımsıyorum da..
Harun Karadeniz’in İTÜ Birlik Başkanlığı’nı yaptığı süreçte İTÜ’de öğrenci eylemlerinde başı çeker olmaları sonrası, Harun da içlerinde olmak üzere, tutuklanan öğrencilerini kendi parasıyla kefaletlerini ödeyerek hapisten kurtarmak zorunda kalmıştı. “Hani sizin öğrencilerin sosyal, toplumsal sorumlulukları yoktu” takılmalarıma, “İlgisiz kalmalarını kastetmiştim.. Başlarını belaya sokmalarını istememiştim..” diye söyleniyordu. Genç kuşaklardan tanımayanlar için Karafakıoğlu’nun sadece saygın, sevilen bilim insanı kimliği nedeni ile 20 Ekim 1978’de Bakırköy’’de yolda pusu kurularak yaylım ateşle öldürülüp faili meçhuller listesine yazıldığını da eklemeliyiz..
Konuralp’ten uyarı
Harun’un önder gençlik lideri eylemlerinde başı çektiği günlerden bir günde, dönemin en değerli cerrahlarından biri olan Prof. Halit Ziya Konuralp beni telefonla aradı... Cildindeki kanserle bağlantılı kolunun altından ikinci ameliyatı geçirdiğini bilmiyordum... Hoca, “Harun’un evde yatmasını beklemiyorum, ama ameliyatı çok yeni, kolunu fazla oynatmamalı. Fotoğraflarını görüyorum, eli hep havada. Ben ulaşamıyorum, konuşun, belki işe yarar..” demişti. Hoca yaşamsal tehdit olmadığını da eklemişti. Elbette arka arkaya gelecek cezaevi süreçlerini, işkenceleri öngörememişti. Zamanında tedaviye engel olunması ile bile bile ölmesinin istenmesini aklından bile geçirmemişti.
Harun, öncülüğünü yaptığı ve sonuç olarak o dönem için de olsa kapatılmalarına katkıda bulunduğu, eğitimi yozlaştıran özel yüksekokullara karşı yürüyüşte tanıyıp âşık olduğu Hülya’yı, ilk benle tanıştırmak isteyecek kadar yakın dostumdu. “Seni biri arkadaşla tanıştıracağım, izlenimini merak ediyorum” demişti. Arkasından görücüye çıkmış havasında mahcup Hülya yanıma gelmişti. İkisinin gözlerindeki ışıktan çok duygulanmıştım..
Birlikte konuşmacı olduğumuz söyleşilerde anlattıklarıyla öğrendiklerimden hep etkilenirdim... Ne yazık ki, son İTÜ Maçka amfisindeki öğrencilerin tıklım tıklım doldurdukları söyleşide Harun’un tek kolu yoktu. Harun’u öldürmek isteyenler kazanmışlardı. Konuralp Hoca’nın öldürücü olmadığına güvence verdiği cilt kanseri, zamanında gereken tedaviler yapılamadığı için, iç organlarına sıçramış, akciğerlerini vurmuştu.. Harun hâlâ toplumsal sorumlulukları önde, çok dingin, dinleyenlerin nefeslerini kestikleri ciddiyette anlatıyor, anlatıyordu...
Kitabının yayınını beklemiş
Hastalık o kadar hızlı seyrediyordu ki... Gazetemizin, gazetecilik kimliğine saygı duyduğum, eski genel yayın müdürlerimizden Oktay Kurtböke kişisel dostluğu bile yokken, özel matbaalarda gecelerini vererek çıkmasını çok istediği son kitabını yetiştirmek için didindi durdu... Başardı da.. Cumartesi günü Oktay Bey’in elinde basılmış kitap, şimdilerde çok ağır kokan Kurbağalıdere’nin kıyısındaki ahşap evde yatağının başındaydık. Harun sevinçle, kitabın arkasından-önünden sayfaları inceliyordu.. Oktay Bey, oda dostları ile dolu olsa da, ağır hastanın yanında daha fazla kalamamıştı. Harun’un nasıl ağrılar içinde olduğu yüzüne yansımakta. Camdan morfin yapmak üzere iğnecinin geldiğini de görmüştüm. Gitmem gerektiğini söylediğimde, “Biraz daha kal, bir daha göremeyebilirsin..” diye itiraz etti. “Pazartesi burdayım..” dedim, ama o haklı çıktı.. Galiba kitabının çıkmasını beklemişti. Bir daha göremedim...
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi