Çağdaşlığa Açılımın Koşulları...
Birçok yurtsever aydın geçen yüzyılın olaylarının tekrar yaşandığını vurgulayarak aynı sonucun gerçekleşmesinden kaygılanmakta, ulusal egemenlik ve birliğimizin saldırıya uğradığını vurgulamaktalar. Bu nedenle herhangi bir konuda “Açılım” yaparken yakın tarihimizi ve dış güçlerin çıkarına uygun yöntemlerin uygulanmasının bedelinin neler olduğunu unutmamak gerekir.
Osmanlı döneminde uygulanan toprak mülkiyeti düzeni nedeniyle ülkede burjuvazi gelişmediği gibi, Fatih Kanunnamesi’nin uygulanması da aristokrat (soylu) düzeyde birikimli insanların yetişmesini engellemiştir. Böylece koca imparatorluk büyükçe bir köylü toplumu olmaktan öte bir aşamaya geçememiş ve inanç ağırlıklı yaşam baskısı imparatorluğun yıkımına kadar etkin olmuştur. Oysa aynı dönemde, özellikle Avrupa’da, kilise baskısını aşan toplumlarda gelişen bilim ve sanat, “Aydınlanma Çağı”na ulaşılmasına yol açmış, tabular bir bir yıkılarak “Endüstri Devrimi” ve onu izleyen toplumsal aşamalara gelinmiştir.
Bizim coğrafyamızda “Batı Uygarlığı”na özenen yönetimler, sorunları gerçek boyutlarıyla algılamak yeteneğinden yoksun olduklarından, şekilsel uyum çabalarıyla Batı toplumlarının düzeyine erişebileceklerini sanmış, “Aydınlanma Çağı”nın, “Bilimle inanç çatıştığında bilimden yana olmak gerekir” kuralının önemini kavrayamamışlardır. Tarih sürecinde hep görüldüğü gibi, sorunların özüne değinemeyen göstermelik değişimler yetersiz kalarak toplumun sosyal ve ekonomik çöküşüyle sonuçlanmıştır.
Ülkemizde çağdaş uygarlığa açılım “Atatürk Devrimleri” ile gerçekleşmiştir. Batı toplumlarının “Aydınlanma Çağı” düşünce düzeyine uygun olarak, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ilkesini benimseyen devrimci kuşak, öncelikle eğitimden başlayarak tüm sosyal ve ekonomik sorunları ana kaynaklarına erişerek çözmüşler, bireylerin kul ve ümmet olmaktan kurtularak bilinçli yurttaşlar olmalarına yol açmaya çalışmışlardır.
Tutucu ve çıkarcı çevreler
Atatürk döneminde sinen tutucu ve çıkarcı çevreler, büyük devrimcinin ölümünü izleyen yıllarda, işbirlikçilik yoluyla sömürü ve kolay kazanç isteklerini yeniden gerçekleştirmeye başlamışlardır. Sözde demokrasiye geçilen 1946 seçimleri yozlaşmayı hızlandırmış, “Cumhuriyet”in kuruluş ilkelerinden sapan yönetimlerin bilinçsizce verdikleri ödünlerle, ülkemiz saygınlık ve gücünden yitirerek ekonomi ve yönetimimiz tümüyle dış güçlerin etki ve güdümüne açık hale gelmiştir.
Ülkemizin gündemde olan sorunlarının çözümü için de, kısaca anımsattığımız ve sorunlara neden olan yanlışların saptanarak yinelenmelerine engel olmak öncelik taşımaktadır. Etnik gruplaşma dürtüleri ve inanç birliği söylemleri gibi aslında ayrıştırıcı nitelik taşıyan eğilimlere ödünler vermek yeni bir toplumsal çöküşten başka bir sonuca ulaştırmaz.
Tüm sorunların çözümü ancak çağdaş bilimsel ve akılcı ilkeler ışığında yapılacak açılımlarla gerçekleşebilir. Bunu sağlamak için de öncelikle “Siyasal Partiler ve Seçim Yasaları”nın çağdaşlaştırılarak “Yasama Erki”nin uygulayıcılarının, parti genel başkanlarının değil, toplumun seçtiği milletvekillerinden oluşmasını sağlamak gerekir. Genel başkanların güdümünde olmayan temsilcilerin oluşturacağı meclisin denetimi, “Yürütme Erki”nin de çıkar etkilerinden arınmış olarak çalışmasını sağlayacak, haksız çıkarları koruyan uygulamalara olanak vermeyecektir.
Çağdaşlığın en önemli öğelerinden birisi de “Yargı Erki”nin bağımsız olmasıdır. Platon’un dediği gibi yargı, “Haksızlık yapıp cezalandırılamayanlar ve haksızlığa uğrayıp çaresiz kalanlar için vardır” ve hiçbir güç, hiçbir birey bundan bağışık veya soyutlanmış olamaz. Toplumlarda suç işleyen bir kişi de olsa yasalar uygulanamıyor ya da ayrıcalıklı olarak uygulanıyorsa o toplumda bireysel öç alma duyguları önlenemez ve anarşi kaçınılmaz hale gelir. Bugün içinden çıkılamaz gibi görünen sorunların temel nedeni, “Güçler Ayrılığı” ilkesinin göz ardı edilerek yandaş diye nitelenen ve o izlenimi veren medya aracılığıyla bu tutumun topluma hazmettirilmeye çalışılmasıdır. Ayrıca uygulanan girişimlerin ülke dışından yönlendirilmesi söylemleri ulusal onuru zedelemekte, toplumda güven duygusunun yitirilmesine neden olmaktadır.
Birçok yurtsever aydın geçen yüzyılın olaylarının tekrar yaşandığını vurgulayarak aynı sonucun gerçekleşmesinden kaygılanmakta, ulusal egemenlik ve birliğimizin saldırıya uğradığını vurgulamaktalar. Bu nedenle herhangi bir konuda “Açılım” yaparken yakın tarihimizi ve dış güçlerin çıkarına uygun yöntemlerin uygulanmasının bedelinin neler olduğunu unutmamak gerekir. Duygusal dürtülerle gelişen, bilimsel bilgi birikiminden yoksun kurgularla yapılacak açılımlar tüm toplumu etkileyebilecek zararlar verebilir. Bu nedenle atılacak adımların ulusa hazmettirilmesi değil tüm toplum kesimlerini bilgilendirerek benimsettirilmesi önem taşır.
Olayların kendi duygusal beklentilerine göre gelişeceğini sananlara, bilim ve düşünce adamı, deha yüklü A. Einstein’ın, “Aynı koşullarda gelişen benzer olaylardan farklı sonuçlar beklemek yalnız ahmakların umudu olabilir” özdeyişinin, bilimsel ders alınacak bir gerçek olarak, tüm toplumlar ve tüm çağlar için geçerli olduğunu anımsatmak gerekir.
Prof. Dr. Abidin Kumbasar
En Çok Okunan Haberler
- Op. Dr. Dericioğlu başında poşetle ölü bulundu
- 500 bin TL'nin aylık getirisi belli oldu
- Suriyeliler memleketine gidiyor
- Yaş sınırlaması Meclis’te
- Marmaray'da seferler durduruldu!
- Suriye'de herkesin konuştuğu ölüm listesi
- İlber Ortaylı canlı yayını terk etti!
- Apple'dan 'şifre' talebine yanıt!
- Erdoğan'dan işgale 'isimsiz' tepki
- Suriye'nin yeni başbakanından ilk açıklama