Cumhuriyet, Atatürk ve Eğitim
Başarıya erişebilmek için öyle bir program uygulamak zorundayız ki, o program ulusumuzun bugünkü durumuna, toplumsal önemli gereksinimlerine, çevrenin ve yüzyılın gereklerine tıpatıp uygun olsun.
Yeni bir eğitim yılına başladık. Ulusal ve destansı bir başkaldırı ile yurdumuzu kurtaran ve Cumhuriyetimizi kuran Atatürk’ün eğitime ilişkin yaptıklarına ve düşüncelerine yeniden bakıyorum.
İki sonuç çıkarıyorum: Birincisi umutlarım artıyor... Haksız mıyım? Kuşkusuz hayır! “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke”den, hiçbir şeyi kalmamış, yorgun, bitkin ve tükenmiş bir devlet, kul ve ümmetten çağdaş ve laik bir cumhuriyete, özgür, egemen ve bağımsız bireye ve devlete geçebiliyorsa umutları karartmaya olanak var mı?
İkincisi, şaşırıyor ve üzülüyorum: Aradan geçen 90 yıla yakın bir zamana karşın, onu, yaptıklarını ve düşüncelerini ne kadar az, o da çoğu yetersiz ya da yanlış anlamışız!..
Kanımca bu durum, Atatürk’ten önce kendimize, çocuklarımıza ve geleceğimize yaptığımız ciddi bir haksızlıktır. Kuşkusuz o, her derde deva, her şeye yanıt demiyorum. Zaten “Ben size hiçbir dogma bırakmıyorum” diyen de o değil midir? Kanımca Atatürk söz ve eylemleri ile mutlaka yararlanılması gereken bir deneyim zenginliğidir, bilgidir, birikimdir, ışıktır, eylemdir, ibrettir; kısaca büyük ve derin bir kaynaktır.
Böyle olmasına karşın neredeyse onu konuşmak, yaptıklarını tartışmak ve tabii en çok da övmek, en hafif deyişi ile hafife alınmakta, hatta modalara pek uymadığı için küçümsenmektedir. Sanki ondan sonra gelenler onunla elde ettiğimiz kazanımlardan haberdar değilmiş gibi bir değerbilmezliği, körlüğü ve anlamazdan gelmeyi hatta saptırmaları ve onu işine geldiği gibi kullanmayı bir marifet saymaktadır.
Oysa salt eğitimde yaptıklarına bir bakmak bile yeterlidir. “1929’da bütçenin yüzde 30’u orduya, yüzde 34’ü memur maaşlarına, yüzde 18’i Osmanlı borçlarına gidiyor, geriye kalan yüzde 18’in sadece yüzde 5’i eğitime ayrılabiliyorken, bu temel yapı İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar değişmemiş, bu yoksulluk içinde Türkiye Cumhuriyeti 1926’da kabul ettiği bir kanunla bütün öğretim kurumlarını (üniversite dahil) ücretsiz yapmış, hiçbir öğrenci okul harcı ödememiştir... 46 bin köye okul yapma, öğretmen yetiştirme seferberliği, Darülfünun’un çağdaş bir üniversiteye dönüştürülmesi, kızlara her derecede okulun kapısının açılması, laik ve karma eğitimin yerleştirilmesi, alfabenin değişmesi...” (*)
Sadece bir kısmına değindiğimiz bu devrimlerin ne anlama geldiği ayrı ve uzun bir çalışma konusudur ve hâlâ güncelliğini korumaktadır. Sayın Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün çalışması gibi birçok yayında isteyen yığınla bilgi ve belgeyi bulur. Tabii duymak, görmek, anlamak ve yararlanmak isteyen!..
Bilmiyorum, onun üzerine ahkâm kesenlerden Atatürk’ün o cepheden bu cepheye koşarken altını çize çize, kenarlarına not düşerek okuduğu 4 bine yakın kitabın onda birini okuyan kaç kişi var?
Bu çabayı göstermeyenlerin, bu nedenle de “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar”ın konuşması, yazması ve çizmesinin bir anlamı ve değeri olur mu?Atatürk’ün özünü oluşturduğu, önünü açtığı büyük devrimler, kendisinden sonraki dönemde meyvelerini vermiş, cumhuriyet hükümetlerinin bu sayede elde ettiği başarılar eğitimi sayısal olarak da büyütmüştür. 1923-2009 arasında, yani 86 yılda okul sayısı 14 kat, öğretmen sayısı 59 kat, öğrenci sayısı ise 52 kat artmıştır.
Bu eser, Atatürk’ün devletimizi kurarken temeline koyduğu çağdaş ve laik cumhuriyet değerlerinden beslenir. Sadece eğitimin değil, devletimizin ve cumhuriyetimizin de temellerini oluşturan o ilke ve değerler arasında ve bir çırpıda şunları sayabiliriz: Ulusallık, halkçılık, evrensellik, eğitim ve öğretimde süreklilik ve bütünlük; akıl ve bilimden yanalık, gerçeklik ve gerçekçilik; işe, üretkenliğe dönük olma, içerik ve yöntemlerde yenilik, öğretimde birlik, karma eğitim ve etkin, verimli öğretmen yetiştirme...
Umarım ve dilerim bu ilkeler önümüzdeki yıllarda da eğitimi yönetenlerce özenle korunur, geliştirilir ve uygulanır.
Çünkü ondan ve onun ilke ve değerlerinden uzak düştükçe yolumuzun sarpa sardığını görmek gerekir. Yeni eğitim yılının onu yeniden okuma, öğrenme, anlama, yorumlama konusunda somut eylemlere dönüşmesi, bizden sonraki kuşakların aynı yanlışlara düşmemesi için bir başlangıç olabilir.
Belki de Atatürk’ün bu cumhuriyet ilkelerinin özlü bir anlatımı olan ve 1922’de söylediği şu sözlerini aklımızda tutmak; sınıfa, okula ve yaşama taşımak bile yeterli olacaktır:
“Başarıya erişebilmek için öyle bir program uygulamak zorundayız ki, o program ulusumuzun bugünkü durumuna, toplumsal önemli gereksinimlerine, çevrenin ve yüzyılın gereklerine tıpatıp uygun olsun. Bunun için parlak, fakat gerçek dışı ve anlaşılması güç düşüncelerden sıyrılarak, gerçeğe iyice bakmak ve elle dokunmak gerekir. Yapılacak işin ne olduğu, ancak böyle bir tutumla kendiliğinden ortaya çıkar.”
Ne dersiniz, bunca yıldır bu kadar kolay olmasına karşın “yapılacak işin ne olduğu” neden bir türlü ortaya çıkmıyor?
(*) İlhan BAŞGÖZ, “Türkiye’nin Eğitim Çıkmazı ve Atatürk” (TC Kültür Bakanlığı Başvuru Kitapları Dizisi, 1999)
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani’nin arabası
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu