'Dağlarca şakasına tanığım'

Yasemin Arpa'nın, Dağlarca ile 1991-92 yılları arasında yaptığı söyleşiler büyük şairi daha iyi anlamak ve şiirine dahil olmak için önemli bir belge ve belki de şu ana kadar yayımlanmış eser içerisinde yüz elliye yakın kitabı olan şairi okura en çok yaklaştıranı.

'Dağlarca şakasına tanığım'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.12.2010 - 07:36

Arpa, Dağlarca İle...- 'Söz Kuşlarından Kalan Parıltı'da daha önce Dağlarca okumamış okuru bile, şairin uçsuz bucaksız dünyasına ve şiirine dâhil ediyor, bu süreci bir tanıklığa dönüştürüyor. Bu özel Dağlarca kitabını ve Dağlarca'yı Yasemin Arpa ile konuştuk.

-Tanıklığa gelmeden önce nasıl tanıştığınızı sorabilir miyim?

- Dağlarca'yla tanışmam aslında bir tartışmayla başladı. Okula konuk olarak geldiğinde niçin kültür-yazın yaşamında kadın olmadığına dair sözlerini çok maço bulunca feminist damarım kabarmıştı ve sınıfta tartışmaya başladık. Sonra zil çaldı, hızımı alamayınca Dağlarca'nın dinlendiği konuk odasına gittim ve devam ettim. Onun verdiği yanıt karşısında geri adım atmak gibi bir şey yok o beni her zaman cesaretlendirdi. 1.5-2 yıl söyleşi yapabilmişsek bu bana olan sabrından.

'Her tümcesi bir şiir dizesi gibiydi'

- Dağlarca bu tanıklık için neden sizi seçtiğini anlatmış zaten ama bir de sizden duyalım dilerseniz'

- Dağlarca ile 91-92 yıllarında, o ya da ben hasta olmadığımız ya da önemli bir işimiz çıkmadığı zaman cuma günleri Moda'daki Baylan Pastanesi'nde bir araya gelip saatlerce söyleşiyorduk. Daha sonra 13 yıl ara verdik ve tekrar karşılaşmamızda 4.5 saatlik bir söyleşi yaptık. Ben soru sormaktan yoruldum ama Dağlarca 'Hadi sor'' diyordu. Yaşının verdiği yorgunluğa karşın bilinci taptazeydi ve çok şaşırttı beni. Dağlarca'yla aramızda bir hayli yaş farkı olmasına rağmen takvim dışı bir yaşıtlığı yakaladığımın farkındaydım onunla bu söyleşileri yaparken. Aslında söyleşi derken, 'söyleşi yapalım da ileride bu kitap olsun' niyetiyle yola çıkmamıştık. Her şey doğaçlama ve birbirimizin sohbetini sevmekle başladı. Sonrasında da kitap yapma düşüncesi oluştu. Dağlarca'nın her konuşması her tümcesi bir şiir dizesi gibiydi. Hem düşünce hem de dildeki güzelliğiyle. Ben bundan olağanüstü etkilendim. Şiiri çok seven biriydim ama Dağlarca şiiri üzerine özel bir düşkünlüğüm yoktu açıkçası. Yani okullarda ne kadar Dağlarca şiirini ya da bayramlarda ne kadar Dağlarca şiirine ulaşabiliyorsak o. Ama tanıdıkça, Dağlarca'nın şiirine, şiirini oluşturmasına tanıklık ettikçe ona ve onun şiirine daha çok yaklaşabildiğimi hissettim. Bugün, hâlâ ondan belki çok uzağım ve asla bir Dağlarca uzmanı, Dağlarca bilirkişisi iddiasında olmayacağım. Haydar Ergülen, -Dağlarca'yı en iyi anlatan ozanlardan biri- Dağlarca'nın ve Dağlarca şiirinin imkânsızlığından ve hep onun büyük şaka olduğundan söz eder. Ergülen'in sözleriyle: 'Dağlarca bir şakaydı ve gerçekte var olmamıştı. Dağlarca'nın şiiri de var olmamıştı. O kitapları o yazmadı. Dağlarca bir imkânsızlıktır. Bence en doğru tanımlama bu. Enis Batur da Dağlarca şiiriyle ilgili değerlendirmelerde benzer vurguyu yapıyor. Örneğin Dağlarca'nın İçimdeki Şiir Hayvanı kitabı çıktığında, Enis Batur, 'Dağlarca daha ne yapsın?' demişti. Onun yanıtını ise yine Ergülen veriyor: 'Dağlarca aslında öldüğü zaman bize zaman bıraktı. Artık şiir yazmayacak ve biz bundan sonra onun şiirini anlamak için geniş bir zamana sahibiz. Yani hâlâ yazmaya devam etmiş olsaydı -ki 150'ye yakın kitabı var- onu anlamamız olanaklı olmayacaktı ama bir es verdi ve bunu iyi kullanalım.' Sonsuz çağrışımları olan ve sanki hiçbir zaman ulaşılamayacak bir yeri var gibi geliyor Dağlarca'nın. Buna bütün duyularımla tanıklık etmiş olduğum için de evet imkânsızlığına tanığım ben de.

- Genellikle biyografilerde ya da biyografik söyleşilerde 'hayranlık, yazarın zaaflarından biri oluyor. Siz de yayıma hazırlarken böyle bir şeyin önüne geçmeye çalıştınız mı?

- Ben iyi bir aracı, iletici olmaya çalıştım ve aslında bundan hiçbir zaman emin olamadım. O yüzden benim ne düşündüğümden çok, kitabı okuyanların ne düşündüğünü merak ediyorum. Bu hayranlığı -beğeni diyelim- özellikle gizlemeye çalışmadım. Ama zaten kitap ağırlıklı olarak Dağlarca'nın kendi ağzından birebir söylediği ya da dikte ettirdiği notların ağırlığından ya da benim o andaki tanıklıklarımdan oluştuğu için çok fazla yorum katıldığını sanmıyorum. Hepsini kitaba aktarmamış olabilirim ya da kendime gizlediğim yanlar mutlaka olmuştur diye düşünüyorum. Ayrıca birinden ya da bir ozandan etkilenmiş olmak ayıp değil. Biliyor musunuz, 13 yıl sonra Dağlarca'yla tekrar söyleşi yapmaya gittiğimde, artık görmüyordu, ben de meslekte 13 yılı geçirmiştim ve Dağlarca bana şöyle dedi: 'Sesin resmileşmiş.' Bu beni üzdü.

- Bunu üzerine siz ne söylediniz?

- Bir şey söyleyemedim, üzüldüm sadece. O yüzden de bu kitap, benim resmileşmediğim dönemin tanıklığı olması açısından da çok önemli.
 

'Dağlarca şiirine ulaşamama gibi ciddi sorunla karşı karşıyayız'

- Dağlarca 'Hiçbir şey tamamlanamadı' diyor, bu cümle kitabın geneline de sızıyor sanki. 'Hiçbir şey tamamlanamadı' derken, sizce bir yandan kendisini de katıyor mu bu öze?

- İlk başta 'Yarıda Kalan' olsun diye önermişti kitabın adını. Ben 'Yarıda Kalan' adına tepki vermiştim. Çünkü hani yaş olarak o benden çok ileride; o 77 yaşında ben 24 yaşındayım o zaman. Yaşamla ilgili onun kredisi daha az ve o ölüm duygusunu çağrıştırıyor diye tepki göstermiştim. Ondan sonra zaten Söz Kuşlarından Kalan Parıltı olsun dedi. Dağlarca, 'Kendimin ancak binde birini gösterebildim' der. 83 yaşındayken bile, hayatı boyunca Türkçe ve şiir çalışması yapan biri hâlâ şiir için yapacağı şeylerin olduğuna inanıyordu. Sanıyorum bu kadar aralıksız şiir çalışmasının motor gücü de bu olmalı. Tamamlanamamış sayması. Bir de bizim onun ne kadarını gördüğümüzle ilgili bir sorun var. Dağlarca'nın yapıtlarına ulaşamamak, onun yapıtlarını gerektiği gibi değerlendirememek, onun şiirine ulaşamamak gibi bence ciddi bir sorunla karşı karşıyayız.

- Dağlarca'nın her şeye üstten baktığı, hayatla ilgili en önemli soruları cevapladığı gibi bir havası olduğu söylenir'

- Daha ilk şiir kitaplarından bu yana Dağlarca için benzeri değerlendirmeleri yapanlar var. Yaşının çok üstünde bir insan algısı... Dağlarca kendi soyadını bile kendisi vermiş. Pek başkasına söz hakkı tanımayan ayrıksı biri, başka bir yerde duruyor. Hazır gelmişti sanki bu gezegene, öyle söyleyebiliriz. Başka bir gezegene gitmek isteyişi de bundan olabilir. Bu gezegende gerçekten anlaşılmamasından ve hakkının yenmiş olmasından...

- Peki, bu 'bilgece durum'un rahatsız edici bir yanı yok mu?

- Sanırım Dağlarca bunu kanıtladı. Ben bundan hiç kuşku duymadım, duymam da. Bence Dağlarca şiirini biraz da ulaşılmaz kılan şey onun felsefi olarak da bulunduğu nokta. Yani hem çok saydam gibi geliyor şiirleri ama bir yandan da çok çağrışımlı ve kendini tam olarak vermeyen kapalı bir tarafı var. Dediğim gibi sadece şiirlerinden yola çıkarak Dağlarca'yı tanımak belki daha zor ama onun şiiri üretme sürecine tanıklık etmiş biri olarak düşünce evriminin de konuşma sistematiğinde çok başka olduğunu görüyorsunuz. Tümceleri de şiir gibi felsefe yüklüdür. Ben bunu sizin değerlendirdiğiniz gibi üstten bakma olarak görmüyorum.- Kitaptaki en etkileyici bölümlerden biri 'yalnızlık'la ilgili olanı. Yalnızlığı böyle anlatabilen bir dize daha var mı sizce? Şairane değil de daha çok felsefi bir tanımlama'

- Bence bunu ancak şiirle anlatabilirsiniz. Bu beni de çok etkileyen bir bölümü kitabın. Ben evir çevir on dokuz yıldır bunları okuduğumda özellikle, bu bölümü okuduğumda yalnızlığa dair bende yarattığı duygular çağrışımlar ciltlerce ansiklopediye sığmaz. Dünyada 6,5 milyar insan bir araya gelse ve hepsi yalnızlığa dair bir tümce söylese ve onları birleştirsek bu kadar büyük bir tümce olmayacak. Bence Dağlarca'nın büyüklüğü de burada.

- Peki, insanı okurken bile bu kadar etkileyen cümleleri ilk ağızdan duymak nasıl bir şey?

- Bu heyecan ve etkiyi Dağlarca da fark ediyordu. 'Takvim dışı yaşıtlık' demiştim konuşmamıza başlarken, her nasılsa benim içimdeki şiir evrimi de onunla çok dosttu. Dağlarca bir şey söylediğinde ya da bir dize okuduğunda benim gözlerimde gördüğü şey, nasıl etkileniyorsam, onun hoşuna giden bir şey oluyordu. Onu da besleyen bir şey oluyordu. Beni de belki onun karşısında bütün o ulaşılmazlığına karşın cesur kılan şey, onun da bana verdiği cesaretti.

- Söylendiği gibi zor bir adam mıydı?

- Hayır, hiç değildi. Şeker şerbet derler ya... Dağlarca'yla kol kola yürüyoruz -ayağının biri aksıyor- Baylan'dan çıktık, denize karşı çay içeceğiz diye. Işıklarda beklerken bir taksinin arkasından boş kola kutusu gidiyor, Dağlarca diyor ki, 'Bak onu annesi sandı.' Neden diye soramıyorsun tabii ikisi de metal. Dağlarca'nın o zaman da tek gözünün görme yeteneği diğeri kadar iyi değildi. Alttan bir bakışı vardı bir anda dikkati başka birine yoğunlaştığı zaman ben de kendisini uyarıyordum; 'Lütfen önünüze dönün' diye. 'Dur malzeme topluyorum' derdi. Çok eğlenceliydi.
 

'Çirkin gördüğünde üzülürdü'

- 'İyi şiirlerime cinsel eğilimlerim var.' Şiir evreninin dışına çıkarsak, bu cümle yanlış anlaşılmaya müsait mi sizce?

- Dağlarca'nın evreninden ya da şiir evreninden baktığımız zaman her şeyi söylemek mümkün. Bunu sokaktaki insanın ya da felsefeyle uzaktan yakından ilişkisi olmayan birinin nasıl bir dar anlam kalıbı içine sokacağını hepimiz görebiliriz. Dağlarca, yanlış anlaşılmaktan çok çekiniyordu. Aslında herkese kendisini açmamasının nedeni de herkesin anlamayacağına olan kuşkusudur.

- 'Benim bütün yazdıklarım kadınların sevişmesini kolaylaştırmak içindir.' Bunu umursuyor muydu?

- Umursuyordu bence. Umursamaz görünüyordu ve de söyleyeceği sözü esirgememek anlamında umursamıyordu. Fakat sağlığında böyle bir tartışmanın tarafı olmak da istemiyordu. Herkese kendini açmamasının altında böyle bir şey yatıyor diye düşünüyorum. 24 saat şiirle yaşayan birinin böyle bir özgürlüğü olmalı. Dağlarca'yla ilgili söyleşilerin ölümünden sonra yayınlanmasına dair olan isteği ya da vasiyeti böyle bir şeyden kaynaklanıyor. Çünkü bu kitap on dokuz yıldır bende bekleyen bir kitaptı. Ben de açıkçası hiçbir zaman tamamlanabileceğini hayal edemiyordum. Dağlarca'ya layık bir şey olması ve Dağlarca'yı doğru anlatan bir şey olmasını istiyordum. Tanıklığımın doğru anlaşılmasını istiyordum.

- Biyografilerde en sıradan olan şeylerden biri genellikle kurgusu oluyor. Söz Kuşlarından Parıltı'nın kurgu bakımından da çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Dağlarca'yı anlatma ve anlamanın en iyi yolunun onun söylediklerini en öz şekilde vererek olacağını düşündünüz herhalde?

- Teşekkür ederim. Eğer ortada bir başarı varsa, bu, belki de çok az kişinin sahip olabileceği bir lükse, bir söyleşiyi on dokuz yıl bekleyip, üzerinde düşünme lüksüne sahip olmamdan ya da yazarlar kendi kitaplarını kendileri yayınlayamadığı için. Çünkü yayınevleri belirli bir disiplin koyuyor. Oysa burada doğaçlama gelişen bir şey var ve çağrışımlarla bir şeyleri yan yana getirmeye çalıştım. Dağlarca da zaten kitabın adını koymaktan nasıl bir kitap olması gerektiğine kadar kendisi karar vermişti. Bu da bir ipucuydu benim için. Birbirine anlam, çağrışım yakınlığı olan parçaları bir araya getirmeye çalıştım.

- Kadınları seven bir şair miydi? Örneğin çevrenizdeki kadınlara iltifatlarda bulunur muydu?

- Baylan'da oturuyoruz, oraya genç hanımlar geldiğinde konuşmamızdan biraz uzaklaştığında uyarı yaptığımı söylemiştim. Malzeme topluyorum derdi. Ama onun dışında sürekli başkasına laf atmak gibi herhangi bir erkeğin bir kadının yanındayken yaptığı iltifatlarına tanıklık etmedim. Tamamen imgelerle yaşayan birinin bir güzellik karşısında tepkisiz kalacağını da düşünemiyorum. Güzellik karşısında farkındalığı vardı. Aynı şekilde çirkin gördüğüne de üzülürdü. Bir gün durakta gördüğü kızın çirkinliğinden o kadar etkilenmişti ki 'Ben gençken çirkin kadınların elini dahi sıkmazdım' demişti.

- Bu kitap Dağlarca külliyatı içerisinde nerede duruyor? Bir başlangıç mı yoksa büyük bir halkanın parçası mı?

- Bu kitap için Dağlarca'nın şiirinin anlaşılması için küçük bir çaba diye düşünüyorum. Ahmet Soysal'ın bundan önce yazmış olduğu bir kitap var ve Dağlarca'yla birlikte uzun zaman geçirme şansına sahip olmuş Ertan Mısırlı gibi şairlerin dosyaları var yayınlanmayı bekleyen. Ama Dağlarca 150 yapıt vermiş. Bu denli üretken bir ozanla ilgili çok daha fazla kitap olmalıydı. Nâzım Hikmet'le ilgili yüzü aşkın çalışma olduğu düşünülürse... Bu kitap Dağlarca'nın biraz daha insan yönüyle anlaşılmasına yardımcı olacak diye düşünüyorum çünkü bir edebiyat eleştirmeninin, bir edebiyat bilirkişisinin kaleme aldığı bir kitap değil. Şiir seven, mesleğinin çok başında meraklı bir gazetecinin, Dağlarca'nın verdiği cesaretle her şeyi sorabilen ve onu seven birisinin yazdığı bir kitap diye düşünülebilir ve başka kitapların yolunu açmasını umuyorum. Dağlarca şiirinin anlaşılması için yüzlerce kitaba gereksinim var.

Dağlarca İle.../ Konuşan: Yasemin Arpa/ Yazı Kitabevi/196 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler