Davutoğlu ilk kez açıkladı: Ya sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin

Başbakan Davutoğlu, lise ve üniversite hayatı boyunca yüzleşmeler yaşadığını söyleyerek, "Bu yüzleşmeler ve tartışmalar sonunda ya çok sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin" dedi.

Yayınlanma: 25.10.2015 - 13:50
Abone Ol google-news

Başbakan Ahmet Davutoğlu Habertürk'ten Kübra Par'a  konuştu. 

"AK Parti içinde yanlış yapanlar olabilir" diyen Davutoğlu, "Önemli olan, yanlış yapanların partinin ana omurgasını oluşturmaması ki böyle bir şey de zaten söz konusu değil" dedi.  

"Üniversite yıllarında tarihi ve diyalektik materyalizmi gözden geçiriyordum" diyen Davutoğlu, "Sürekli tartışıyorduk. Bu yüzleşmeler ve tartışmalar sonunda ya çok sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin... Vasat olma şansım yoktu" diye konuştu.

Davutoğlu, "Stratejik derinlikteki tezleriniz geçerliliğini koruyor mu?" sorusuna da, "Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki o teorik analizler hâlâ geçerli. Ben o çalışmayı bir diplomasi tecrübesi üzerinden değil bir akademisyen olarak yapmıştım" ifadesini kullandı.

Davutoğlu'nun konuşmasından bazı satırbaşları şöyle:

Size en çok yöneltilen eleştiri dış politika konusunda... “Sıfır sorun politikasıyla yola çıktınız ama şu an komşularımızın neredeyse hepsiyle ilişkilerimiz kötü” deniyor. Bir iç muhasebe yapıyor musunuz? 

Elbette muhasebe yapıyorum ama, peki bu yaşananların sorumlusu kim? Size 4 örnek vereyim. Bir, Suriye-İsrail barışı bizim arabuluculuğumuzda gerçekleşmiş olsaydı acaba bugün Ortadoğu nasıl olurdu? İki, İran Nükleer Antlaşması Türkiye aracılığıyla 2015’te değil de 2010’da olsaydı nasıl bir dünya görürdük? Üç, Türkiye’nin teklif ettiği Türkiye-Ürdün-Lübnan-Suriye dörtlü ortak pazarı, ki çok ileri bir aşamaya gelinmişti, Arap Baharı’nda Suriye rejiminin yaptığı hatalar sebebiyle durmamış olsaydı nasıl bir sonuç doğardı? Dört, Mısır’da askeri darbe gerçekleşmeseydi de Mısır’daki demokratik devrim Ortadoğu bölgesine dağılmış olsaydı nasıl bir sonuç doğardı? Bütün bu sorduğum soruların cevaplarında Türkiye’nin sorumluluğu yok. Bakın, biz bir düzen kurmaya çalıştık ama bazıları Türkiye’nin öncülüğünde doğacak bir bölgesel düzenin yarattığı rahatsızlık sebebiyle tüm çalışmalarımızı sabote etti. Gelinen noktada bölge, diktatörlerle teröristlerin mücadele alanına dönüştü. 

Stratejik derinlikteki tezleriniz geçerliliğini koruyor mu? 

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki o teorik analizler hâlâ geçerli. Ben o çalışmayı bir diplomasi tecrübesi üzerinden değil bir akademisyen olarak yapmıştım. Şimdi yazacak olsam omurgasında değişiklik yapmam, ama kaslarında ve sinirlerinde değişiklikler yaparım. Aslında son gelişmeler bile söylenilenin aksine savunduğum tezlerin geçerliliğini ortaya koyuyor.

Boğaziçi yılları başladı... 

Evet... Üniversiteye başladıktan bir hafta sonra “Biz seni tanıyoruz. Burada lisede yaptığın faaliyetleri yapamazsın” tehdidiyle karşılaştığım liberal bir ortam düşünün! Gençlik hareketi liderleri olarak biliniyorduk. Aslında annem o dönemdeki gelişmelerden kaygılanıp Almanya’da okumamı istiyordu. Oysa ben Boğaziçi’ne sadece okul okumak için değil, fikri bir hareket için gittim. 

Neydi o fikri hareket? İslamcı kuşağın Boğaziçi’ndeki altyapısını kurmak mı istemiştiniz? 

Evet, ama bu şimdi anlaşılan şekliyle bir İslamcılık değildi. Fatih Camii’nde, sokaklarda, sahaflarda hissettiğim şeydi. İstanbul’un özü İslam’dı. Bütün lise hayatım bu yüzleşmeyle geçti. Bir yandan Marksist literatürü diğer yandan diğer ideolojilerin eserlerini okuyorduk. Tarihi ve diyalektik materyalizmi gözden geçiriyordum. Sürekli tartışıyorduk. Bu yüzleşmeler ve tartışmalar sonunda ya çok sert bir ateist olacaktım ya da sağlam bir mümin... Vasat olma şansım yoktu. O gerilimi öylesine içeriden ve yoğun bir şekilde yaşamıştım ki bir gün “Biri bana Allah inancımdan daha kuvvetli bir şekilde varoluşumu anlamlandıracak bir şey söylesin, ona inanacağım” demiştim. Hayatımı değiştiren ve ruhuma yön veren husus Esma-ül Hüsna oldu. Allah’ın güzel isimleri üzerinden bir varoluş alanı oluşturup kendi varoluşumu anlamlandırıyordum. Boğaziçi o zamanlar sağlam entelektüellerin olduğu bir ortamdı. Öğrenciler arasında ideolojik ayrışmalar olmakla birlikte ortak bir kültür atmosferi vardı. Cemil Meriç, konuşmalar yapardı.

Doktora tezinizi Şerif Mardin ile yazmışsınız... 

Evet. Şerif Mardin Hoca’yla saatlerce baş başa sohbetlerimiz olurdu. 

Tansu Çiller de hocanızmış... 

Evet, Boğaziçi Üniversitesi’nde çift anadal yaparken Ekonomi Bölümü’nde Tansu Hanım’dan da ders aldım. Geçen gün bir tebrik için aradığında o günleri de konuştuk.

Bu seçim AK Parti için “Köprüden önce son çıkış” diyebilir miyiz? Stresli misiniz? 

Hayır, böyle bir şey söz konusu değil. AK Parti daha önce pek çok sınavdan başarıyla geçti. 1 Kasım’dan da başarıyla çıkacağız. 

Tek başına iktidar olamama endişeniz var mı? 

Hayır, yok. Biz gereğini yaparız ama nihayetinde takdir milletin. 7 Haziran’da da söylediğim gibi elinizden geleni yaparsınız. Esas olan milli iradedir, ona da saygı gösterirsiniz. 

AK Parti’nin geldiği noktadan memnun musunuz? AK Parti’yi son yıllarda kutuplaşmayla, otoriterleşme, medyaya baskıyla, yolsuzluklarla ilişkilendiren eleştirilere ne diyorsunuz? 

Ortak akıl, tevazu, yolsuzlukla ve yoksullukla mücadele… Bu değerler bizim için gerçekten önemlidir. Farklı fikirlerin ifade edilmesi hususunda her zaman açık ve net tavrımı sürdürdüm. Ama şunu da göz ardı edemeyiz; AK Parti sadece ideolojik değerler üzerinden kurulmuş bir parti değil, aynı zamanda bir kitle partisidir. Kitle partilerinde her tür insan kendine yer bulabilir. Bu esnada halkın yanlış algılamasına sebep olan davranış biçimleri de gelişebilir. Güç sahibi olduğunuzda, normalde o hareketin içinde olmayacaklar da o hareketin içine girmeye çalışır. AK Parti içinde yanlış yapanlar olabilir. Önemli olan, yanlış yapanların partinin ana omurgasını oluşturmaması ki böyle bir şey de zaten söz konusu değil. 

İktidara yakın medyadaki bazı köşe yazarlarının ya da kimi sosyal medya hesaplarının söylemlerinin sizi de rahatsız ettiği oluyor mu? 

Yanlış olan şeyin yanlışlığı, söyleyen kişiye göre değişmez. Yanlış kim tarafından yapılırsa yapılsın yanlıştır. Bir dönem AK Parti’ye ağır eleştiriler yaptıktan sonra AK Parti’ye yakın bir tavır sergilemeye çalışan birisi, eğer gerçekten samimi bir değişim yaşıyorsa bu takdire şayandır. Ama üslupta, yöntemde yanlış yapanlar, tevazu, hoşgörü gibi değerlerden uzaklaşanlar varsa, onlar ister eskiden beri AK Parti’de olsun, ister yeni gelmiş olsun, yaptıkları yanlıştır. Yanlış olarak görülmesi gerekir… Ben kullanılan dilin, söylenen söz kadar değerli olduğunu düşünürüm. Bu konularda özgürlükçü ve müsamahaya dayalı anlayışın muhafaza edilmesi çok önemli…

Son dönemde parti içinde bazı gruplaşmalar yaşandığı söyleniyor. Partinizde gizli bir güç savaşı mı var? 

Genel Başkan olduğumda kendime 3 hedef çizmiştim. Birincisi, ne olursa olsun, kim ne yaparsa yapsın, şahsi hesaplara aldırmadan partinin birliğini koruyacağım. İkincisi, 7 Haziran seçimlerinden sonra ülkenin yönetiminde bir boşluk oluşmasına izin vermeyeceğim. Üçüncüsü, sorunların çözülmesi ve yeni bir vizyon belirlenmesi için çabalayacağım. Şimdi dönüp baktığımda kendime çizdiğim bu çerçevenin içinde kaldığımızı düşünüyorum. AK Parti kendi içinde yenilenerek, tazelenerek, güçlenerek yola devam ediyor. 

Peki, bu süreçte kırıldığınız oldu mu?

Eğer ülkeyi yönetme sorumluluğum olmasaydı o zaman belki şahsen kırılabilirdim, ama şu durumda şahsen kırılmaya hakkım olmadığını düşünüyorum.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler