Dedalus’un (*) ‘düşmanı’ çoktu!

New York’ta, bir takside, Pakistanlı bir şoförün "İtalyanların düşmanları kimler?" sorusuyla yaşamda rast geldiği deneme benzeri bir andan yola çıkıp kaleme almış olsa da; 2016'da yaşama veda eden Umberto Eco, aslında Düşmanı Yaratmak’ı (Doğan Kitap) yazmayı uzun zaman beklemişti. Hatta bilerek de geciktirmişti. Çünkü ‘düşmanları’ çok ve tek bir zaman dilimine ait değildi! Aralarına her geçen gün yenileri de ekleniyordu. Yani aslında bu kitabı taksi şoförüne değil, kontra hümanist Eco’nun sayısız ‘düşmanı’na borçluyuz!

Yayınlanma: 01.08.2020 - 01:38
Abone Ol google-news

“Bakın bu o kadar basit, o kadar sıradan bir durum ki. Fiziksel işkence yok, tamam mı? Ama cehennemdeyiz. Buraya başka kimse gelmeyecek. Hiç kimse. Sonuna kadar bir tek üçümüz olacağız ve bir arada olacağız (...) Bir tek cellat eksik (...) Personel açısından tasarruf etmişler. İşte bu kadar (...) Her birimiz, diğer ikisinin celladı durumunda.”

Jean Paul Sartre’ın, ”Gizli Oturum” yapıtındaki

üç ölünün diyaloglarından...

‘DÜŞMANI YARATMAK’

New York’ta, bir takside, Pakistanlı bir şoförün "İtalyanların düşmanları kimler?" sorusuyla yaşamda rast geldiği deneme benzeri bir andan yola çıkıp kaleme almış olsa da; 2016'da yaşama veda eden Umberto Eco, aslında Düşmanı Yaratmak’ı yazmayı uzun zaman beklemişti. Hatta bilerek de geciktirmişti. Çünkü ‘düşmanları’ çok ve tek bir zaman dilimine ait değildi! Aralarına her geçen gün yenileri de ekleniyor. Yani aslında bu kitabı taksi şoförüne değil, kontra hümanist Eco’nun sayısız ‘düşmanı’na borçluyuz!

Düşmanın şart oluşunun Eco’nun dağarındaki yeri açıktır; düşman ehil bir birleştirici. Din gibi! Yoksa anlamımız yitiyor, sıradanlaşıyoruz. Kimliklerimiz güme gidiyor. Bizi ne tam olarak “biz” yapacak? İlle de bir ortak amaç gerek, taraf tutmak gerek. Ve rakip şart! Çünkü o dayak yedikçe mutlu oluruz, güvende hissederiz.

Evrensel olduğu kadar milli bir olaydır da düşman yaratmak. Marş gibidir düpedüz. Ortak reflekslerimizi harekete geçirir. Safları yaratır ve sıkılaştırır. Bir de gelenek yaratır ki!

Düşmanın güncel bir tanımı yok metninde. Bunun ötesine bakmayı ‘deneme’ktedir yazar. Çağın, medyanın genel geçer lakırdılarının güncel, yoz tortusunu kazımış olarak tarihin hegemon kulelerinin burçlarından bakar büyük resme.

ZALİMLERİN KARINDAŞLIĞI!

Düşman inşa etme sürecini sıklıkla çağlar arası geçişlerde bulunarak, Cicero’dan, Sartre’a farklı metinler aracılığıyla örnekliyor.

Ötekileştirmenin Allah’ı, George Bush’un eşdeğer ceddi Augustinus’un Paganlara zulmüne geçiş yaparken, sözü bir yerde Hitler’e de getiriyor fakat yine de uzak tarihsel rol modellerle daha ilgili.

Kitabını yazma yolunda tarihteki yöntemlerin karındaşlığına yönelmesi klişe belki ama tarihin ta kendisi klişe ve ha bire tekerrür ediyor, yazar ne yapsın?

Tümele yerleşik, kümeleşmiş önyargılar canavarı beslemeye devam ediyor. Çağlar boyu metotlar da değişmiyor; fikirleri imha edemezsen sahibini imha et! Olmadı bul bir şeyler!

Dediği gibi “Düşman ihtiyacı en uysal ve barışçıl insanın bile özünde vardır. Şekli şemali ne olursa olsun, bu bir kişi de olabilir, kapitalizm gibi sistemler de, çevre kirlenmesi de, Üçüncü Dünya’daki açlık da olabilir.”

Eco’nun seçtiği patikada, en kötümser görüş, ifadesini Jean Paul Sartre’ın Gizli Oturum’unda buluyor. Buna göre bir arada yaşama kuralları gereği kendimizi sadece bir ‘öteki’nin varlığında tanımlayabiliriz. Bu, onu dayanılmaz bulmaya hazır olmadığımız anlamına gelmez, buna baştan hazırız ne de olsa.

Haklı; bir düşmana ihtiyaç duyan varlıklar olduğumuzu anlamamız için George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’ün hezeyanına ulaşmamız gerekmez. Yeni göç dalgalarından duyulan korkunun kendi ülkemizde de nelere yol açtığını görüyoruz.

Yazık ki düşmanlarıyla” barışık olmayı öğrenmeye çalışabiliyor insanoğlu en fazla. Aslında elinden bu kadarı bile gelmiyor ya! Buna da şükür müdür?

OPTİMİST VE PESİMİSTSİN ECO, RETORİKLERİN DE ABARTILI!

Ezber bozucu, sarsıcı, olasılıklarla, ütopik optimist-pesimist fikirlerle içli dışlı, düş kurucu metinlere yer verdiği kitabının bütünlüğünü; iki makaleden sentezlediği WikiLeaks Üzerine Düşünceler’in yanı sıra kutsal kavramından hurafelere, ısız adalardan, hazine avcılığından ateşin tarihsel folkloruna, 63 Grubu’nun temel çelişkilerinden, hayali astronomilerden atasözlerine kadar pek çok alanı kuşatan kendi deyişiyle ‘abartılı retorik alıştırmalar’ eşliğinde de sağlıyor yazar.

Üç farklı yazı ve makaleden sentezlediği “Maalesef Hugo! Abartının Poetikası” bölümünde ise yüce olanı abartı yoluyla işlemelerinden hareketle Victor Hugo’yla arasındaki yazın hısımlığının ayırdını ortaya koyuyor.

Kant’ın ‘dinamik yüce’ kavramının kendi yazınındaki esinine de değinerek... Ve hikâyelerin kanlı esrarlarını anlatmak amacıyla anlatımlarında Tanrı’nın daima yer alması konusunda ironik bir özdeşlik sağlayarak...

Uzmanı olduğu James Joyce’u ve yapıtlarını 1920’li ve 30’lu yıllarda kıyasıya eleştiren, adeta “parça pinçik” eden eleştirmenlerden sunduğu derleme de dikkate değer.

DÜŞMAN KÖTÜ KOKAR!

Kaldı ki Eco’nun kitabı sırf, tarihten bugüne düşman tarifleri için bile okunur. Buna göre, barbarsa; yassı burun, bön ve elbette sakallı, kadını erkeğiyle iffetsiz, sapıktır. Zenciyse beli düşük, kalçası eyere benzer, kalın dudaklı, küçük kulaklı, küstah, hasılı çirkindir, sonra tembel, haindir de.

Yahudiyse; cimri, kurnaz, hilekârdır, en yoldan çıkmışı ise çocuk öldürüp kan içer; sonra “İsa’yı öldürdüler daha ne olsun!”dur. Hıristiyansa iblisle anlaşma halindedir, dini sefa alemlerine alet eder. Hele ki fahişeysen, cadıysan, büyücüysen zaten bittin!

Sonra düşman kötü kokar! Yahudi, Hristiyan, Müslüman fark etmez! Bunu da Edgar Berillon, Felix Fabri, Giuseppe Giusti, Cesare Lombroso’nun yapıtlarından bir hat çekerek irdeliyor Eco iç kaldırarak!

Alt sınıftan olmak da yeterlidir farklı ve çirkin algılanmak yani düşman tanımına sokulmak için - tıpkı İlyada’da ki ‘çarpık, bir ayağı sakat, omuzları göğsüne doğru eğimli, sivri uçlu başı çok az tüyle kaplı’, “Thersites” gibi. O kim ola ki Agamemnon ve Akhilleus’la aşık atacak! Olsa olsa Edmond De Amicis’in, Odysseus’tan bir araba sopa yiyen “Franti”sinin atası olabilir ancak!

TANRI’NIN ORDULARI HAREKETLİ!

Özellikle dinsel, gri, kanlı, kumaşı sert kapüşonlu pelerinin çağların üzerine nasıl bayrak gerildiğini adeta ısrarla okutuyor Eco; benzerini İslamcıların cihatının Ortadoğu’da yaptığını da dile getirerek.

Tanrı’yı tarihsel, dinsel ve dilsel pencereler açarak sorgulamaya, anlamını irdelemeye ara verseydi, Eco, “Eco” olmazdı herhalde. Zira bilinir, Eco, Tanrı’ya değil dine inanır. İnsanoğlunun dindar bir hayvan olduğu görüşündedir. Ona göre Tanrı kavramı, insanlığa narkozu basmış, kolektif suça asıl yola açandır!

Bu noktada Nietzche’nin 1873 tarihli Ahlak Dışı Anlamda Doğruluk ve Yalanlar Üzerine adlı kitabını referans alarak paylaşıyor şu vargısını:

“Doğada hiçbir biçim ve kavram, dolayısıyla da hiçbir tür yoktur, sadece bizim için erişilmez ve tanımlanmaz olan bir X vardır. Bu durumda hakikat, metaforlardan, düz değiştirmeceler ve antropomorfizmlerden, sonradan bilgi şeklinde taşlaşmış şiirsel icatlardan, yanıltıcı doğası unutulup gitmiş yanılsamalardan oluşan hareketli bir ordu haline gelir.”

ECO: “SAĞDUYU YAZIK Kİ KAZANMAYACAK”

Victor Hugo’yla da ölümüne hemfikir!

Söyleşilerinde, konferanslarında sıkça yinelediği gibi; Victor Hugo Notre Dame’ın Kamburu’nda, 100 yıldan uzun bir süredir bize; önce kitabı, sonra kuleleri ve en son da kutsal katedralinin simgelerini işaret ederek gösteren Rahip Claude Frollo’nun dilinden şu mesajı veriyor: “Kitap katedrali öldürecek, alfabe de simgeleri.” Anlayana!

Sloganları öyle çok sevmediğini ifade etse de üreten bir yazar Eco. Dünya onun bahçesi. Ama kardeşlik bahçesi mi, tartışılır. Bunu düşlüyor ama... ‘Ama’ları çok.

Yapıtında son kertede yakın zamanda sağduyunun kazanacağını ise üzülerek öngörmüyor. 2016'daki ölümüne dek her perdede “eşyanın doğası”nı didiklemeye, vardığı edimleri paylaşmaya, insan yazar kartını daha ileri düşünceleri provoke etmekten yana kullanmaya ise devam etti Eco.

Tamamdır Dedalus! Top şimdi okurda!

* Umberto Eco’nun takma adı. Mitolojik kahraman İkarus’un babası, Atinalı mimar ve mucit. James Joyce’un kitaplarının baş karakterlerinden olan Stephen’ın da soyadı. James Joyce’un edebi alt benliği, aynı zamanda ilk ve yarı otobiyografik romanı Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin baş karakteri ve anti kahramanı. Ulysses’in önemli bir karakteri. Kimi eleştirmenlere göre, Dublinliler’in ilk üç öyküsünün de anlatıcısı. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi’nin ilk versiyonlarından biri olan Stephen Hero’da, soyadının Yunan mitolojik karakteri mimar Daidalus’u andıracak şekilde "Daedalus" olarak yazıldığı görülür. Yapıtın geniş hacimli versiyonunda ise Joyce, bu adı "Dedalus" olarak kısaltmıştır.

Düşman Yaratmak / Umberto Eco / Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı / Doğan Kitap / 295 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler