Demokrasi ve İslamcı Şiddet

Demokrasi ve İslamcı Şiddet
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.12.2010 - 07:11

Ülkemizde geçerli ekonomi düzeni, sömürgecilerin belirlediği, üretimden uzaklaştırılmış al-sat düzenidir. Toplumsal hukuk devleti, cins, ırk ve inanç ayrımı gözetmeksizin, herkesin ekonomik, siyasal ve ekinsel haklardan yararlanmasını sağlar.

Uzun zamandır görmediğim, ama yazdıklarını izlediğim saygın dostum Prof. Dr. Ahmet Kocaman’ın son yazısı, yazıyla uğraşan herkesin okuması gereken bilimsel bir gerçeği içeriyor. (Türk Dili Dergisi, sayı 141, Kasım-Aralık 2010) Yazının adı, “Neden Dilbilim?” Gençlik yıllarımda yaptığım yanlışları anımsadım, Kocaman’ı okuyunca. Yabancı bir sözcüğün yerine, Türkçe bir sözcük koydum mu, kendimi, Ataç’tan daha özleşmeci sayardım. Nusret Hızır’ın bir eğitim toplantısında, “Dilin atomu sözcük değildir, cümledir” sözü, aramızda tartışmalara yol açtı. Ama o gün anladım, dilbilgisi ile dilbilim arasındaki ayrımı. Anısı saygın Necip Üçok’un derslerine girmeye başladım. Sanırım, bir şeyler öğrendim.

Kocaman dostumuz, dilin en belirgin temel özelliğinin, birbiriyle bağıntılı birimlerden ve bunların ilişkilerinden oluştuğunu söylüyor. Dilin bu niteliği anlaşıldıktan sonra, son yıllarda, dilbilimciler, “bağlam” kavramı üzerinde önemle durmaya başlamışlardır. Unutulmaz dost Ahmet Kocaman, dil birimlerinin, sözcenin, tümcenin, söylemin anlamının, ancak bağlam içinde anlaşılabileceğini belirtiyor. Bağlamın iletişim, edim ve gösterge boyutlarından söz edilebileceğini aydınlattıktan sonra, “demokrasi” sözcüğünü, kimin, nerede, niçin, nasıl kullandığı, içeriğinin, anlamının anlaşılmasında birincil önemde olduğunu vurguluyor.

Ahmet Kocaman’ı okuduktan sonra, ülkemizdeki demokrasi sancısını düşünmeye başladım. Dünya, çıkarlarını koruyan, çıkarları uğruna hiçbir insansal değer tanımayan uluslarla, haklarının ayırdında olmayan halklar olarak ikiye bölünmüş. İslamın gelişip serpildiği “Ortadoğu halkları” ikinci kümede yer alıyor. Benim halkım hangi kümede? Bu sorunun yanıtını vermekte zorlanmadım: “İkinci kümede.” Devrimler tarihine “Kurtuluş Savaşları Devrimi” armağan etmiş, yeni devrim kuramıyla, mazlum halklara örnek olmuş halkım, şimdi, “İslam dünyasına katılmak” için yarış ediyor. Şaşılası bir durum değil mi? Ne ki halkımız, İslamlaşma uğruna değil, “demokratikleşme” uğruna İslamlaşmaya itiliyor.

Müslüman halklar sömürülüyor

Portekiz’den İran’a moda olarak gelen “türban” bile, İslamın kılığı olarak yutturuluyor genç kızlarımıza. Peçenin Bizans’tan alındığı gibi. Batı, bu aymazlıklarla çağdaş gelişmelerden habersiz Müslüman halkları sömürmeyi sürdürüyor. Sömürge olmaktan kurtulmuş ülkem, yeniden sömürgeleşti. Bay Recep Tayyip Erdoğan, sık sık “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün muasır medeniyet seviyesini aşmak” ülküsünden söz ediyor. Ne ki çağdaşlaşmanın “dil içi, dil dışı ve edim” bağlamlarından habersiz olduğundan, demokrasinin ve çağdaşlaşmanın anlamlarını, bir türlü yerli yerinde kullanamıyor ve bu yüzden de demokrasiye zarar veriyor.

‘Yaratıcı siyasa’

“Çağdaş gelişmişlik” bilimsel üretimde, üretimin kılgılı (pratik) yaşama yansıtılmasında (teknoloji), siyasada, eğitimde, sanatta, düşünde ve askersel alanlarda, aşılması güç “öncülük” anlamına geliyor. Karnıyarık yol yapmakla çağdaş gelişmişliğe ulaşılamaz. Çağdaş toplum, ekinsel (kültürel) geleneklerinden koparılmış köktenci yenileşme süreçlerini ifade ediyor. Her yenileşme olgusu, toplumsal, geleneksel kurum ya da töre için yıkıcı bir işlevi üstlenir. Her yenileşme süreci, “yaratıcı” bir öz taşır. Her “yaratıcı oluş”, yıkıcı bir öze sahiptir. İslam dünyası, tarihsel karşıtının (Hıristiyan Batı) yaratıcılığı karşısında, içte baskı, dışta şiddet yolunu seçiyor. Ülkemizde görülen son yasal baskı düzenlemeleri, siyasal iktidarların, halkın yaşam düzeyini yükseltecek, halkı gönence kavuşturacak “yaratıcı siyasa”üretememesidir. İktidar, İslamcı bir görüntü çizebilmek için özel çaba gösteriyor. Oysa İslam, Batı’nın bilimsel devrimle kazandığı “yaratıcı özvarlığı”na kavuşmada, büyük sıkıntı yaşamaktadır. “Yaratıcıya dua eden çocuklara” bilgisayar ve akıllı tahta vermekle, toplumsal değişim sağlanamaz. Batı, İslam dünyasına, bireysel insan haklarıyla piyasa bağımsızlığından başka bir şey önermiyor. Türkiye’ye içi boşaltılmış laikleşmeyle “tutuculuk”un işbölümünü öneriyor.

Türkiye’nin önü tıkanıyor

Bu işbirliğini özümseyen ve yaşama geçiren iktidar, şunu bilmeli ki, bu siyasayla “olması gereken çağdaşlık”a varamayız. ABD ve AB, elbirliğiyle, demokratikleşme kışkırtıcılığıyla, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunu, altmış yıldan bu yana tıkıyor. İslamcı iktidarla bu yol, iyice kapandı.

Demokrasi, yurttaşlar arasında eşitliği ve özgürlüğü kabul eden yönetim biçimidir. Kaynağında, bu tanım, biçimsel bir tanımdır. Kaldı ki bugünkü iktidar, bu biçimsel tanımı bile benimsemiyor. İktidar, hükümetin saltık egemenliğini istiyor. Demokrasinin tek öğesi seçim olarak algılanıyor. Oysa hukukun üstünlüğünü benimsemediğiniz zaman, her seçimi kazanabilirsiniz. Franko ve Salazar, hatta Stalin, her zaman seçim yapmışlardır.

Bugün, bizi yönetenler, bu biçimsel demokrasi öğesini göz önünde tutuyorlar. Demokrasiyi, toplumun “toplumsal ekonomi” koşullarından ve yaşanan durumdan soyutluyorlar. Çıkarcılarla biçimcilerin demokrasi adını verdikleri kavram, bu soyutlamanın ürünüdür. Her demokrasi, sonuçta, üretimin egemenliğindedir.

Üretimden uzaklaştırılmış düzen

Bugün, ülkemizde geçerli ekonomi düzeni, sömürgecilerin belirlediği, üretimden uzaklaştırılmış al-sat düzenidir . Toplumsal hukuk devleti, cins, ırk ve inanç ayrımı gözetmeksizin, herkesin ekonomik, siyasal ve ekinsel haklardan yararlanmasını sağlar. Yalnız anayasadaki zorunlu din dersleri, bu ülkenin demokrasiyle ilişkisinin olmadığını göstermeye yeter. Toplumsal demokrasilerde, çalışma hakkı, sömürünün yok edilmesi, işsizliğin ortadan kaldırılması temel insan haklarındandır. Sanırım, bunların gerçekleşmesi için, koşullarını sömürgecilerin belirlemediği halk yönetimi gerekir. Demokrasi de o zaman kökleşir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon