Demokrasi ve İzafiyet Kuramı


Gelişmek için değişim şart ama her değişim, her yenilik, gelişim/çağdaşlık değil. Her bolluk refah, her varlık mutluluk yaratmadığı gibi. Son günlerde medyada bu tür soru(n)ların hararetle tartışıldığı programlar var. Sorular geçerli de yanıtlar umulduğunca, beklendiğince geçerli değil. Demokrasimizi, “var-yok”, “dır-değildir” ikileminden kurtaramıyor; kurtarmaya çalışanları ya izlemiyor ya da pek ciddiye almıyoruz. 


Demokrasi ve İzafiyet Kuramı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.01.2013 - 08:19

Kamu hayatında ve yönetimindeki doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin ikilemlerinden, kısaca “var-yok” ya da “ak-kara” yargılarından kurtulmaya çalışıyoruz. Zaman boyutuna yer vermeyen biçimsel (suri) mantıkta her önerme ya doğrudur ya yanlış, üçüncü şık olanağı yoktur. Akli bilimlerin öncüsü matematik ve geometri kuramları ve onlara dayalı işlemler ya doğrudur ya yanlış. Oysa zamanla değişen hayatta, gelişen bilim ve felsefede, eleştiren sanatta önermeler, hem doğru hem yanlış; hatta bazen doğru da yanlış da olabilir.

İrlandalı Harold Pinter, “Her doğruda yanlışlar, her yanlışta doğrular var” önermesiyle bu gerçeği dile getirmiş, 2005 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştı.

Hukukun üstünlüğüne dayalı Cumhuriyetimizde demokrasi var mı yok mu? Daha çok, var diyenlerle yok diyenlerin hesaplaşması-kutuplaşması var. Gerçek demokrasilerde şöyle, bizde böyle. Onlarda var; bizde yok, ya da eksik. Neden?

Değer yargılarının göreceliği

Kişiye, kuruma ve bakış açısına göre değişen bir dizi neden sayılabilir. Erol Manisalı, Einstein’ın izafiyet kuramı her alanda geçerlidir gözlemiyle başladığı bir yazısında, “demokrasi ancak örgütlenmiş toplumlarda işlerlik kazanabilir” yargısına varıyor (Cumhuriyet, 17 Kasım). Kuşkusuz doğru ama ilişkiyi tersinden okursak, örgütlerin demokrasiyle işlerlik kazandığı yanlış mı? Manisalı, “Demokrasinin en örgütlü toplumlarda en üst düzeye ulaştığı” gözlemiyle, izafiyet kuramının geçerliğini doğruluyor.

Demokrasi, özgürlük, özerklik, hak-hukuk, adalet ve laiklik gibi yaygın tartışma konularında, var-yok döngüsünden çıkış yolu lojistik (N-) sorulardır: Neden, niçin, ne zaman-nerede, ne kadar, nasıl? İzafiyet kuramı, sağlıklı düşünceye bir zaman/değişim boyutu, neden-sonuç-amaç ilişkilerine üçüncü bir “oluş” şıkkı kazandırdı. Diyalektik mantık, var-yok yerine “oluş” diyor: Oluş mantığında kimi varlar yok olurken, kimi yoklar var olabiliyor. Modern sonrası evrede her neden bir sonuç, her sonuç bir neden oldu. Bu yaklaşımda, neden - sonuç ilişkisi yok; nedenlerle sonuçların karşılıklı/ortak ilişkileri var.

Tek bir demokrasi kavramı yerine, zaman-mekânda değişmekte olan demokrasiler vardır.

Öyleyse ülkemizde demokrasi var/yok tartışması yerine, sanırım, “Demokrasimiz nerede, ne oluyor? Nereden nereye, nasıl gidiyor” sorularını sormamız gerekiyor.

Neler oluyor? Türkiye nereye gidiyor?

Gelişmek için değişim şart ama her değişim, her yenilik, gelişim/çağdaşlık değil. Her bolluk refah, her varlık mutluluk yaratmadığı gibi. Son günlerde medyada bu tür soru(n)ların hararetle tartışıldığı programlar var. Sorular geçerli de yanıtlar umulduğunca, beklendiğince geçerli değil. Demokrasimizi, “var-yok”, “dır-değildir” ikileminden kurtaramıyor; kurtarmaya çalışanları ya izlemiyor ya da pek ciddiye almıyoruz.
Yıllar önce, “Demokrasi yalnız halkın istediklerini yapmak değil, istemesi gereken değerleri halka kazandırma sürecidir” uyarısını yapan Cevat M. Altar’ı hatırlamıyoruz. Programlar, heyecanlı oluyor ama beklenen, umulan hedeflere ulaşamıyor. İkili üçlü taraflar uzlaşamıyor, fikir çatışmalarından sağlıklı çözümler çıkmıyor. Profesör Manisalı da benzer bir sonuca varıyor: “Doğru, toplumsal olaylarda ‘nispilik’ vardır ama fen bilimlerine hiç benzemez. Aynen şirketlerdeki yüzde 51’i ele geçirenin mutlak üstünlüğü elde etmesi gibi.” Ne ki demokrasi kuramının işlerlik-geçerlik şartı, çoğunluğun mutlak gücü değil, muhalefetin ve azınlıkların hak ve dileklerinin meşruluğudur. 51’in gücü, 49’la kısıtlıdır.

Gelecek seçimde değilse bile er geç el değiştirirler. Kamu yönetimi ile iş yönetimi arasındaki etik fark sanırım buradadır.

Çözüm, izafiyet kuramı yanında, toplumun eğitim-bilinç düzeyinde görünüyor. Toplumlar, talep ettiklerinden daha ileri düzeyde bir demokrasiye kavuşamıyor. Konular, dönüp dolaşıyor, Nasıl bir eğitim reformu (1) sorusuna dayanıyor. En gelişmiş demokrasilerde bile çözüm yasalardan önce eğitim sürecinde aranıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim danışmanı John Dewey’in ünlü Demokrasi ve Eğitim denemesi yüzyıl önce yayımlanmıştı (2). Dewey’in yaparak, yaşayarak öğrenme: “Her işyerinde bir okul; her okulda bir işyeri” ve “Siyaset üstü (düzeyde) eğitim-öğretim felsefesi/ politikası” önerileri geçerliğini koruyor. Okuyup yazmayı öğrendik ama neleri, nice okuyoruz? Dewey’i bulup çağırdık, danışıp uyguladık ama eğitimde fırsat eşitliği ilkesini unuttuk (3). Daha temelde, sözlü kültürden yazılı kültüre, “AB mi ABD mi?” ikilemini aşıp ABC düzlüğüne çıkabildik mi?

Notlar
1) Nasl Bir Eğitim Reformu? için bkz “http://www.bozkurtguvenc/”www.bozkurtguvenc.info.
2) John Dewey, Demokrasi ve Eğitim, 1916, Deneyim ve Eğitim 1936.
3) John Dewey. Türk Maarifi Hakkında Rapor. MEB 1989 (1925).
         
 
 
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler