'Doğruyu söylemekten ödün veremem'

İdeoloji ve dünya görüşüne dayalı şiire karşı felsefi şiiri savunan Yücel Kayıran açtığı kanaldan devam ediyor.

'Doğruyu söylemekten ödün veremem'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 22.07.2010 - 09:02

Şairin, bugünlerde Kritiğin Toprağında adlı yeni bir kitabı çıktı. Şiir eleştirisinin krize girdiğini savunan Kayıran'la yöntemi üzerine bir söyleşi yaptık.

-Kitabın adından başlayalım istersen, neden kritik? Eleştiri sözcüğü dururken neden kritik sözcüğünü öne çıkarıyorsun?

- Kritiği eleştiri sözcüğüne karşı bir tavır olarak çıkarmıyorum. Evet eleştiri sözcüğü kritik kelimesine karşılık önerildi ve tutmuş bir kelimedir de. Ancak her yeni kelimenin bir kavramlaşma süreci vardır ve bu kavramlaşma sürecinin yazgısı da, önerildiği kelimenin yazgısından farklı gelişiyor. Eleştiri kelimesi kavramlaşma sürecinde, kritik kavramının anlam alanından farklı bir içeriğe doğru sürüklenmiştir. Eleştiri kelimesi, memnuniyetsizlik bildiren bir anlam katmanıyla doldurulmuş durumda. Bir şeyi o şey yapan temel niteliklerin belirlenmesi, o şeyin sınırlarının gösterilmesi ve ona ait olanla ona ait olmayanın ayırt edilmesi anlamında kullanılmıyor eleştiri. Oysa kritik kavramının anlamı budur. Türkçenin günlük kullanımında eleştiri, daha çok olumsuzlukların gösterilmesi anlamında kullanılıyor. Hele şu 'yapıcı eleştiri', 'yıkıcı eleştiri' ifadelerini hatırlarsak' Yani Türkçedeki eleştiri sözcüğü kritik kavramından bağımsızlaşarak, kritik kavramından farklı bir kavram haline gelmiş durumda. Benim yaptığım ise daha çok kritiğe denk düşüyor, eleştiri sözcüğündeki içeriğe değil, her ne kadar yer yer eleştiri sözcüğünü kullansam da.
 

'Eleştiri ütopya tasarımından hareketle yapılıyor"

- Kitabın adında, sanki biri Batı'ya, diğeri Doğu'ya işaret eden iki kavram bir araya gelmiş gibi'

- Kritik ve toprak kavramlarının günümüzdeki kültürel bağlamları bakımından öyle düşünülebilir. Hele 'toprağım' kavramını hesaba katarsak, bir 'biz' durumundan, dolayısıyla biz ve onlar karşıtlığından söz etmiş oluruz. Ancak toprak kavramı yani Grekçe 'topos', 'utopos'un, yani ütopyanın karşıtıdır, Batı'nın değil. Benim için önemli olan nokta burası. Ütopyalar bir tür gelecek hakkında hayali tasarımları dile getirir ve bu ölçüde de ideolojik bir karaktere sahiptir. Eleştiri, yaygın olarak bir 'olması gereken' düşüncesinden, yani ütopya tasarımından hareketle yapılıyor. Oysa 'kritik', olması gerekenden hareketle yapılan şey değil, olandan hareketle yapılan bir şeydir ve olanın ne olduğunu belirleme işlemidir. Ha, bir şiire olmamış diyorsak, o şiirin olması gereken bir tasarımını göz önünde bulundurarak o şiire olmamış demiyoruz, o şiirin kendinde bulunanların olmamışlığını gördüğümüz için o şiire olmamış diyoruz.

- Kitabının önsözünde, buradaki yazıların 'belli bir yöntemle yazıldığını ve bu yöntemin de 'elenkhos' yöntemi' olduğunu söylüyorsun. Nedir 'elenkhos'?


- 'Elenkhos', ince eleyip sık dokuma anlamına gelen, Grekçe bir sözcük. Elenkhos, Platon'un, özellikle gençlik diyaloglarında kullandığı yöntem. Bir tür çapraz sorgulamayla sağlam kabul edilen ama temelsiz ve kendi kendisiyle çelişkili argümanların alaşağı edilişi. Ancak bilindiği gibi bu diyaloglarında Platon pek kendi görüşlerini dile getirmez daha çok rakibin argümanlarının temelsizliğini göstermeye çalışır. Ama benim asıl amacım, konu edindiğim şairin şiirinin neliğini irdelemek. Ama bunu yapmaya başlamadan önce de metnin önündeki kiri pası temizlemek, metnin üstündeki ideolojik veya mitsel argümanları, alaşağı etmek gerekir. Dolayısıyla elenkhosu, ben bir ön-yöntem olarak kullanıyorum. Kritik konusu edindiğimiz metnin önünde bulunan ve metni açıklamaya ilişkin olduğu söylenen kanı ve yargıların, daha doğrusu hurafenin gerçekte o metni ne kadar açıkladığını sorgulamaya yönelik bir ön-yöntem. Diyeceksiniz ki her şair veya her metin, bir mit ve hurafe içinde mi yer alır. Evet, maalesef öyle. Örneğin, bir şair imgesinin oluşması demek, bir şair mitinin veya bir şair hurafesinin oluşması demek. Adam, İstiklal Marşını Koruma Derneği kuruyor mesela, neden?

- Bir tür polemik değil mi bu yöntem?

Hayır, polemik değil. Polemik, her şeyden önce iki kişi veya grup arasında yapılan bir kavga. Polemiğin temelinde, bir tür benlik davası yer alır. Polemik peşinde koşanlar, doğruyu bulmak veya hakikatin ne olduğunu aramak yerine, kendisine rakip olarak seçtiği kişinin yargısını ne pahasına olursa olsun, saçma ve önemsiz göstermek peşindedir. Dolayısıyla polemikte, bir düşüncenin savunulmasından çok rakip olarak görülen kişinin hakkından gelmek esastır. Benim burada yaptığım polemik değil, başka bir şey. Bir şairin şiirini irdelerken, irdeleme sürecine geçmeden önce, o şairle ilgili daha önce ileri sürülmüş yargı veya kanıların sağlam olup olmadığını sınamak, bunların mit olup olmadığını sorgulamak ve mitsel olanı alaşağı etmek. Bilgisel olanla hurafe olanı birbirinden ayırmak da denilebilir buna.
 

'Her kuşak kendi mitini oluşturur"

- Eleştiriye aydınlanmacı bir işlev yüklüyorsun ama bu arada, eleştirinin, şairler hakkında oluşturulmuş halihazırdaki imgelerine güvenmemesi gerektiğini de söylemiş olmuyor musun?

- Felsefi kritiğin amacı, mite ve hurafeye karşı bilgi üretmek. Aydınlanma, on sekizinci yüzyılda değil, Antik Yunan felsefesinde başlar. On sekizinci yüzyılın bize öğrettiği, kritiğin veya kritik anlamındaki eleştirinin, aydınlanmanın daimi motoru olduğudur. Şairler, efsane olmak ister ve sürekli mit ve hurafe yaratır. Kusursuz varlıklarmış gibi sunarlar kendini. Kendilerinin, seçilmiş, işaretlenmiş insan olduğunu söyler. Oysa onlar da birçok insan gibi aslında paranın, statünün ve karşı cinsin peşinde koşar. İnsanın kendisini kusursuz gösterme çabası her tür mitsel veya hurafe olanın temelini oluşturur. Kendilerini kusursuz olarak göstermeye çalıştıkları için de eleştiriye tahammül edemez.

Kim tarafından oluşturulmuş olursa olsun, hiçbir kanıya, hiçbir mite güvenemeyiz. Her kuşak kendi mitini oluşturur. Sürekli mit oluşumu içinde yaşarız. Bu nedenle kesintisiz-aydınlanma için, eleştiriden vazgeçemeyiz ve bu konuda kimseye güvenemeyiz. Nâzım Hikmet'in, vatan haini olduğu ve kendi milletine ihanet ettiği hurafesini kim oluşturdu sanıyorsunuz ve dahası bu hurafenin oluşturulmasına kim seyirci kaldı sanıyorsunuz.

- Sen bu yöntemin aynı zamanda Marksist bir karaktere sahip olduğunu söylüyorsun. Marksizm bu yöntemin neresinde?

- Şöyle söyleyeyim. Hakkın ne olduğu konusunda, eksiksiz tanım hâlâ Platon'a ait. Platon, 'ona ait olanın ona verilmesidir' der hak için. Ben, bana ait olanın bana verilmesini talep ederken, bir hak talebinde bulunuyorum. Ama bu çoğu zaman yeterli olmaz. Başkasında olduğu söylenen ancak onun doğasında mevcut olmayan ama onu yapıştırılan, atfedilen bir nitelemenin ondan sökülüp alınmasını da talep ediyorum. İşte bu ikinci nitelik Marksist karakteri dile getirir.

- Lacan, Derrida, Levinas gibi çağdaş filozoflar dururken senin Aristoteles'i, Platon'u, yani eski Yunan felsefesini kendine çıkış noktası yapman biraz demode kalmıyor mu? Eski Yunan felsefesinden hareketle çağdaş şiiri anlamak ne kadar olanaklıdır ki?

- Yıllar önce bir arkadaşım biraz şaka yollu uyarmıştı beni. 'Aristoteles veya Platon yerine biraz moda filozofları referans edinsen, daha fazla ilgi uyandırmaz mısın?' diye. Sorun referans meselesi değil tabii ki. Antik Yunan felsefesi aleyhtarlığı, temelde Yahudi-Hıristiyan felsefe geleneğinin bir izleği. Postmodernizm de bu geleneğin bir versiyonu. Unutmamak gerekir ki moda olmakla felsefe aynı türden şeyler değil. Çağdaş felsefe veya çağdaş filozof derken, işaret edilen genellikle belli bir görüş, yani belli bir içeriktir. Oysa felsefe, görüş ve öğretide değil ama konu nesnesini gözden yitirmemekte, nesnenin neliğini ona uygun şekilde tanımlamakta, aynı türden olanı aynı bağlamda değerlendirmekte ortaya çıkar. O nedenle felsefeye, bir içerik değil, bir etkinliktir denir. Bence bunun en iyi yapıldığı yer de Antik Yunan felsefesi. Benim konu nesnem ise hangi şairin şiirini irdeliyor isem o şiirin bütünlüğüdür kuşkusuz. İçerik, bende değil, konu nesnesi edilen şiirin kendisindedir. Bir şiir bütünlüğüne yaklaşırken, benim herhangi bir fikirlerden oluşan bir görüşüm yok. Şiirle ilgili bütün bilgi şiirin içinde mevcuttur, referanslarıyla, atıflarıyla, bağlamlarıyla.. Bana düşen, onu betimlemek. Bir şiirin, ne ölçüde çağdaş olduğu sorunu da, çağdaş filozoflara göre değil, çağdaşlığın kriterlerine göre belirlenir. Örneğin feminist kuramın bilgisel kazanımlarını içselleştirmemiş, erkek egemen bir söylemi dile getiren toplumcu gerçekçi bir şiirin çağdaşlığından söz edilebilir mi?
 

'İlgilendiğim metin, şiirin kendi varlığı"

- Kitabın altbaşlığı 'Türk Şiirine Felsefeyle Bakmak' adını taşıyor ama şiire felsefeyle bakmanın ne demek olduğuna ilişkin teorik bir yazı da yok bu kitapta. Neden ikinci başlık?

- Bu kitap da Felsefi Şiir adlı kitabımda olduğu gibi dergilerde yayınlanmış yazılardan oluşuyor. Bin sayfa civarındaki yazılarından seçilerek oluştu. İçinde, üç ay önce yayınlanmış yazı da var ama on yedi yıl beklemiş yazı da. Bununla birlikte bu derleme yazılardan oluşan bir kitap değil, kendi içinde belli bir bütünlüğü var. Bu bütünlük, bakış tarzından, irdeleme tarzından, yani izlenen yöntemin birliğinden kaynaklanıyor. Tek tek şairlerin şiirlerinin irdelendiği yazılarda da durum bu, belli bir sorunsal çerçevesinde, belli imgelerin neliğinin irdelendiği yazılarda da durum aynı. Kuşkusuz, şiire felsefeyle bakmak ayrı bir şey, şiire felsefeyle bakmanın ne demek olduğu ayrı bir şey. Şiire felsefeyle bakmanın ne demek olduğunu, eşik-sözde belirttiğim gibi, yazmakta olduğum ve 'Eleştirinin Ontolojisi' adını vereceğim kitabımda irdeliyorum.

Altbaşlık meselesine gelince, öncelikle söylemek gerekirse ben başlangıçta, şiire felsefeyle bakacağım, felsefeden hareketle şiiri irdeleyeceğim diye yola çıkmadım. 1989'dan beri, kesintisiz olarak yazıyorum. Bugün geldiğim bu noktada, yazdığım bu toplama baktığımda ve o toplamdan bir seçme yaptığım halde onun bir bütünlük içinde görülmesini sağlayan şey felsefi bakış. Neden ikinci bir başlık? Bunun için benim net bir şey söylemem pek mümkün değil gibi. Felsefi Şiir'in de, 'tinsel poetika' diye bir alt başlığı vardı biliyorsunuz. Ama şu kadarını söyleyebilirim. Üst başlık, benim durumunu dile getiriyor: Şair kritiğin toprağında gibi. Alt başlık ise, bakış tarzımın durumunu dile getiriyor.

- Zihinsel dedektiflik diye bir kavram geliştiriyorsun. Şiirsel imgelemdeki kurmaca kişilerin zihniyetlerinin ne olduğunu irdelerken, şairin şiirinin dışındaki söz ve eylemleri, onların zihniyetini anlamada bir veri değil midir? Çünkü özellikle kitabının ikinci bölümündeki yazılarında böyle bir alt katman da söz konusu.

- Ben 'şiirsel imgelem' yerine 'şiirin tinsel evreni' ifadesini kullanıyorum, 'kurmaca kişi' ifadesi yerine de 'şiirin tinsel evreninde konuşan-kişi' ifadesini kullanıyorum. Öncelikle şunu söylemeliyim. Benim asıl ilgilendiğim metin, şiirin kendi varlığı. Şairin hayatıyla, eylemleriyle veya sözleriyle ilgilenmiyorum. Özellikleri şairlerin sözleri, yani demeçleri, özellikle son yıllarda, asıl problemlere yanıt vermekten, hakikati dile getirmekten çok stratejik bir kaygı taşıyor. Şimdi şöyle bir fenomen var. İkinci Yeni'den sonra gelen hemen hemen bütün şairler, istisna çok azdır, edebiyata girişini veya edebi çıkışını siyasal ya da ideolojik kimliği üzerinden yapmıştır. 80'de, edebiyata girişlerini, şiirleri üzerinden değil, eşcinsel veya lezbiyen kimlik üzerinden yapan şairler de söz konusu. Şiirin kendisinden kaynaklanan bir okur kitlesi değil bu, siyasal kimliklerden kaynaklanan bir hedef kitle söz konusu.

Burada bir sorun var mı, benim açımdan poetik bir sorun var ama o ayrı bir sorun. Ama asıl sorun, onlar açısından aşılmaz sorun şurada ortaya çıkıyor. Türkiye toplumu, iktisadi ve toplumsal, siyasal ve ideolojik dönüşümünü, İkinci Yeni'den sonraki yıllarda yaşadı son elli yıl içinde. Şimdi, son yıllarda çok daha net görülüyor, belli bir siyasal kimlik üzerinden edebiyata giren şairlerden bazıları, toplumdaki ideolojik dalgalanmaya paralel olarak, kendi ideolojik kimliğinde de bir değişime giriyor. Solculuktan İslamcılığa sonra milliyetçiliğe evrilmek veya solculuktan liberalizme, oradan fetullahçılığa evrilmek ya da toplumcu gerçekçilikten dinsel çevrelere referansta bulunan belirsiz bir kimlik şiirine evrilmek gibi. Söyleşilerde açığa çıkan strateji, stratejik kaygı dediğim, işte bu evrilme durumunu gizlemeye yönelik geliştirilen stratejiler. Bugün Türk şiir eleştirisinin, şiir kritiğinin demiyorum dikkat, önündeki en önemli sorunlardan biri bu. Söz konusu şairin şiirini bu ideolojik kamufleyi hesaba katarak mı yorumlayacak, ki böyle yorumlayacak ise hangi ideolojik kamufleyi hesaba katacak, 70'lerde toplumcu gerçekçi kamufleyi mi yoksa bugün dini çevrelere seslenen ideolojik kamufleyi mi? Şaire sorarsanız o artık geçmişteki ideolojik kimliğinin dile getirilmesini istemiyor, örneğin kendisine 'komünist şairdi' denilmesini istemiyor, kızıyor adam. Eleştiri, bu ideolojik kimlikleri hesaba katacak mı, katmayacak mı? Bu kimliklerin bir önemi yoksa yani söz konusu şairin şiiri ile bu kimlikler arsında varlıksal bir bağ yoksa o halde neden, şiirleri üzerinden değil de, bu kimlikler üzerinden çıkış yapıldı?

- Son bir soru, neyden ödün vermezsin?


- Parrhesia'dan, doğruyu söylemekten ödün veremem..

Kritiğin Toprağında/ YücelKayıran/ Yapı Kredi Yayınları/ 352 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler