'Edebiyat İstanbul'a çok yakışır'

“Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,/ Uykudan uyandırsam seni: / Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç`ten”… Turgut Uyar

'Edebiyat İstanbul'a çok yakışır'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.12.2009 - 14:21

İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi iş birliğiyle ilk kez gerçekleşen  Edebiyat Festivali, 7 Aralık’tan itibaren İstanbul’da bir hafta süreyle, edebiyatımıza her anlamda emek veren katılımcı ve izleyicilerle buluştu. Bundan böyle, her yıl düzenlenmesi kararlaştırılan festivale olan  ilginin sevindirici, hatta umut verici olduğunu düşünüyorum. İstanbul, Türk Edebiyatı ve dünya edebiyatına ilham kaynağı olmayı daima sürdürecek kadar güzel ve yaşayan bir şehir. En sevdiğiniz, tutkuyla bağlı olduğunuz yer her şeyden önce yurdunuzdur, şehrinizdir, evinizdir… Birlikte yaşamanın bu denli duygusal çalkantılarla mümkün olabildiği bu koca şehir İstanbul; ilk kez gelmiş birinin gözlerinde yarattığı milyonlarca ihtiras dolu ışıkla şaha kalkar. Bütün tümceler bir yazarın kitabına doğru dört nala koşmaya başlar… Bir dizesi eksik kalırsa bir şiirin, şair onu aramak için tekrar tekrar İstanbul’a gelir… Edebiyat İstanbul’a çok yakışır…

Edebiyat, bir ulusun diliyle olan ilişkisinde güçlü  duygusal ve insani bağların kurulmasında en önemli göstergelerden ve amaçlardan biridir kuşkusuz. Dil, nesillere sorumlulukla aktarılarak gelişmesi ve zenginleşmesi amaçlanan bir toplumsal ortaklık, miras ve kutsal bir anlam ifade eder. Öyle ki, dünya tarihine ve güncel gerçekliğe baktığımızda toplumların varlık koşullarının en önemlisi olan dilllerine bağlılıkları, ödünsüz yaklaşımları ve onun tıpkı çocukları gibi korunaklı bir alanda gelişimine dair gösterdikleri özen, ne denli önemli bir yaşayan varlığı işaret ettiğimizi kanıtlar. Dilleri olmayan, derme çatma ifade yöntemleriyle yaşamaya çalışan toplulukların elbette edebiyatlarının gelişmesi, yalnızlıklarının veya coşkularının ortaklık bulması, hikayelerinin yarına dönüşmesi, entelektüel birikimlerinin oluşması da pek zor olacaktır. Meşruiyet, her şeyden önce güçlü bir felsefi ve yazınsal kanalda ilerleyerek uzun ve emek isteyen bir süreci işaret eder. Bu da bir toplumun  bireylerinin, o toplumun bütün değerlerini benimsediği gibi, dilini ve edebiyatını da dört elle sahiplenerek ince ince işlemesi ve zorlama olmayan;  sürece dayalı, naif ama ilkeli bir pratikte, onu bilimsel ve pek tabi duygusal bir emekle kuşatması sonucu varlık bulmaya başlar. Edebiyat kendi toplumuyla o kadar ciddi bir iletişim içindedir ve canlılık arz eder ki beslendiği ve kucağında büyüdüğü yer ana kucağı olan toplumudur, yani etkilelendiği temel mecradır. Bunun yanı sıra etkilediği en temel varlık yine öncelikle kendi toplumudur. Bellek yitimi, toplumların başına gelebilecek en korkunç durumlardan biri haline dönüşebilir, eğer edebiyat ve dilin mucize varlığı olmasa…

Bir gün öyle bir gerçeğe uyanmak vardır ki işin ucunda, kimselerin dilinizden anlamadığı bir boşlukta olduğunuzu farkedersiniz. Derdinize ve tasanıza yabancı, gülümsemenize uzak, isteklerinize ve alışkanlıklarınıza öteki gibi duran  ayrıksı duygularla kapalı bir alanda; yazılmış tek bir tarih, küçük bir kağıda not alınmış tek bir satır, sevdiklerinize dair bir tek söz bulamadığınız bir kabusa uyanmak gibidir bu... Bir toplumun ortak dili, ortak edebiyatı, duygulara içtenlikle sarılabilecek bir dost meclisi, bir aile sofrasıdır. Bir bütünün parçalarının en güzel renkleriyle bir araya gelişinde, edebiyatın o özgür ruhlu kalemi vardır. Onu evrensel boyuta yükselten unsur, temel insani durumlara yaptığı hoş ziyaretler ve  kendi toplumu için olduğu kadar sınırların dışına taşacak güçte yarattığı birleştirici düşünsel ve duygusal algıdır.  İçtenliktir, özgürlüktür, haykırıştır, anlamlı sessizliktir, bekleyiştir ve dileyiştir. Dilini kaybetmiş bir toplumun geriye daha fazla neyi kalır? Nerede biter o zaman yalnızlıklar ve nerede başlar “biz” diyebilmenin dolu dolu ifadesi?
Emek her şeyden önce “ana” sözcüğüne yakışır ve bunlardan biri “anadildir”.  Bir gün canınız sıkkın sokakta yürürken, bir çocuk size dokunup ortak bir hikaye yaratır söyledikleriyle, kahveye uğrayıp ayak üstü saçma bir hikayeye güçlü bir kahkaha patlatırsınız, bir gazetenin manşetiyle cam siliyordur kadının biri; göz ucuyla değip geçersiniz satırlara, elinize bir Dağlarca kitabı tutuşturur dostun biri; dizenin içinde nicedir uzak düşmüş  bir duygunuzu yakalarsınız ensesinden veya ‘merhaba’ demek güzel bahçelere dolanan çiçekli bir yol olur günün birinde, karşınızdakinden dolayı…Unutmaktan daha zoru, anımsadığımızı anlatamamaktır…

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon