"Eğer isteseydiniz, sizin için bir hiç olurdum ya da sadece bir iz"...*
Hiç şüphe yoktur ki, tarihteki en önemli buluşlardan biri fotoğraf olmuştur. Herkesin elinde görüntüleri sabitleyebilme yeteneği olan teknolojik ürünlerin olduğu şu gün bile, fotoğrafı teknolojiyle dramatik karşıtlık yaratan duygusal yoksullaşmamızın bir çelişkisi...
İZ(LER)
“Eğer isteseydiniz, sizin için bir hiç olurdum ya da sadece bir iz”…*
Yaşam, formüle edilemezliğiyle bakir; ilk kez görülen bir rüya kadar şaşırtıcı, son kez görülecek bir rüya kadar korkutucu ve sonsuz fotoğrafın keşif alanıdır adeta… Yaşamak, fotoğrafları eskitmektir, ölümü dönüştürmektir. Fotoğraf olabilmek; bazen zamana ve acıya meydan okuyabilme cesaretini bulabilmektir. Anlık bir görüntüyken sonsuz bir görüntüye dönüşebilme arzusu, tekniğin olanaklı kıldığı fetiş bir nesneye yani çoğalmış benlerin fethine dek ilerlemiş en cesur hareketlerden biridir. Kendisini biriktirmeye bu denli hevesli insanın, zaman içinde bir yandan da acılarını, başkalarının acılarını, hataları, trajedileri, günahları, gizemleri, zaafları da biriktirmeye başladığını keşfedişiyle birlikte başka türlü bir yüzleşme yaşadığını ama bu deneyimden gizliden gizliye aldığı hazzın onu gözetleyen kişi olmaya doğru yüreklendirdiğini de söyleyebilmek mümkündür. Bu demektir ki sadece görüntülerin olası ve olağan yansımaları değil süreç içinde imgelerin de gözetlenmesi durumu şiddetli bir tutkuya dönüşmüştür. Fotoğraf bu yüzden el değiştirerek ölüme eğilmekten değişim yoluyla uzak kalmaktadır. Yalnızca mutlu anların fotoğraflanmıyor oluşu, en korkunç sayılabilecek bir durumun karşısında fotoğrafı çekiyor olmanın insana yüklediği o bencilce ve acı sorumluluk duygusu, hiç değilse bir şeyi belgeliyor olmanın hafifletici etkisine baskın gelemediğinde, bu yük kaldırılamaz bir iç hesaplaşmaya kadar da gidebilir. Diyeceğim odur ki, fotoğraf şiddet içerir. İzlenen veya izleyen tarafından tasarlanmış bu şiddete tanıklık etmek ve hiçbir şey yapmadan bunu kaydeden veya kaydedilişine göz yuman olmak seçimi, bu şiddeti yok saymaya yetmez. Bu şiddetle baş etmek daha fazla fotoğraf çekmeyi, daha fazla fotoğraf olmayı gerektirmeye başlar. Kişiye doğrultulmuş bir fotoğraf makinasının ilk bakışta ürkütücü oluşu bunun bir nedeni olabilir. Görme biçimleri, insan doğasının bir kayıt makinası veya bir kopyacı gibi işlev görmediğinin en marjinal örneklerini ortaya koyarlar. Önce anılaştırılmış olmanın cazibesiyle ölümsüzlüğe yaklaşmak egosunu azıcık özgürleştiriyor olmak ve nedenselliklere değmeden büyütüyor olmak insan olarak gururumuzu okşasa da, acıları başkalarının kılmaya olan yatkınlığımız, bizi kendi acılarımıza hissettirmeden empati yoluyla daha çok yaklaştırmış olur.
Fotoğraf bir görme biçimi olarak, aynı teknolojiden aynı standart şartlarda birden fazla insanın görüntü almasının sonucunda tüm bu fotoğrafların birbirinden farklı olması durumunu en basit haliyle bile açıklayabilecek güce sahipken, bir de bunun içine imgenin, gerçek bir ışık ve somut bir araç aracılığıyla elle tutulur bir görüntüye dönüşmesi inanılmaz bir devrimdir.
Hiç şüphe yoktur ki, tarihteki en önemli buluşlardan biri fotoğraf olmuştur. Herkesin elinde görüntüleri sabitleyebilme yeteneği olan teknolojik ürünlerin olduğu şu gün bile, fotoğrafı teknolojiyle dramatik karşıtlık yaratan duygusal yoksullaşmamızın bir çelişkisi olarak kullanmamız, aslında fotoğrafın varlık nedeni olarak çoktan unutulmaya yüz tutmuş muhalif hallerinden ne kadar da uzaktır. Teknolojik bir araç olarak fotoğraf makinalarının başlangıçtaki protest duruşu, günümüz imajlarına ve tüketilirliğine belki bir nebze belgesel fotoğrafla baş kaldırıyor olabilir. Karanlık bir perdenin aralanıyor olması, her iki anlamın bir araya geldiği durumda dahi, bir gerçekliğe tacizde bulunarak o rahatsız edici durumun bizzat kendisini ve yapıcılarını rahatsız etmiş olmayı kafasına takmış gibidir. Savaş fotoğrafçılarının ya da en olumsuz koşullarda bulunmanın bir tercihten çok zorlama bir yaşam biçimi olarak dayatıldığı durumları fotoğraflayanların hayatlarının hem fazlasıyla sıradan hem de çok sıra dışı olması bu nedenledir. İnsanın olduğu her yerde doğum ve ölüm, fotoğrafla yan yana yürür.
Geçen hafta Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi’nde Balkan’larda Işık ve Gölgeler adlı fotoğraf sergisini izleme olanağı buldum. Bugün sona erecek olan sergiye katılan 8 fotoğraf sanatçısının bakış açısına dair etkileyici ayrıntılar yakaladığım bir gün oldu. Özellikle Bosna- Hersek’ten katılan fotoğraf sanatçısı Milomir Kovacevic ve Arnavutluk’tan Bevis Fusha’nın fotoğraflarını oldukça güçlü buldum. Balkanlar yıllar yılı, yeniden ürettiği batının siyasi söylem ve eylemleri içinde ciddi ve onarılması güç acılarla boğuşmuş çok önemli bir coğrafyadır. Balkan’ların kendine özgü, çeşitlilik içeren çok içerikli kültürünün, jeopolitik önemine kurban verilmeye zorlanmış bilgece yalnızlığının yanında bu sergi bunca acıyı ve dramı yansıtabildi mi tartışılır ama yine de bir adım olarak yepyeni fotoğrafçılarla bizi buluşturması açısından farklı olduğunu düşünüyorum.
*Andre Breton/Nadja
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu