Ergenekon'la Coşar, Deniz Feneri'nde Şaşar!
Yasallıkla (legalite) ahlaklılık(moralite) arasındaki ince çizgiyi gösteren bu saptama, ancak “ahlaki tavır”la uygulandığı zaman “adalet” olan “yasa”yı ahlaki içeriğinden arındırıp bir “formül” ve “formalite” düzenbazlığına indirgeyen takıyyecinin, hilei şeriyyecinin, milli irade softasının elinde hukukun ne hale geleceğini de gösteren özlü bir saptamadır. Bu hukuk ve adalet anlayışı ile ne Ergenekon’dan çıkılabilir, ne de Deniz Feneri’ne girilebilir.
“Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi (teminatı), hâkimlerin dokunulmaz olduklarını göstermez. Bu teminatlar hâkim ve savcılar için değil, yargı hizmetlerinden yararlanan yüce ulusumuzun güvencesi olarak tanınmıştır.” Bu tespit, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na aittir. Kurulun 6.6.2005 tarihinde yayımladığı ve hükümetin yargıyı siyasallaştırma girişimlerine karşı çıkıldığı bildirisinde yer almıştır. (Cumhuriyet gazetesi,7.6.2005).
Yargıç dokunulmazlığını bir tür ayrıcalık(imtiyaz) olarak gören sığ siyaset anlayışına “özlü” bir yanıt niteliğindeki bu kavramsal analiz, yalnız siyasiler için değil, hâkim ve savcı dokunulmazlığını “keyfilik”, hukukun üstünlüğünü “hukukçunun üstünlüğü” olarak algılayan adalet mensupları için de yol gösterici bir uyarı niteliğindedir. Yargıya güvenmek için soruşturan savcı ve karar veren yargıcın “güven sarsıcı” her türlü etkiye karşı korunmuş, güvence altına alınmış olması gerekir ki, işte hâkim ve savcı güvencesinin özü budur.
Ülkemizde yargının bağımsızlığını ve yargıç güvencesini tam olarak sağlayabilmenin önündeki en büyük engel, milli iradeyi “amentü” bellemiş bir “milli irade softalığı”dır. “Madem ki çoğunluk oyu ile geldim, o halde her şeyi yapabilirim” diyen ve bugünkü iktidarın elinde had safhaya ulaşan bu softalık, 1950’lerden bu yana “yargının bağımsızlığı”nı ve “yargıcın dokunulmazlığı”nı “yasama” ve “yürütme”nin sınırları dışında tutmak için yoğun çaba harcamış, bu yöndeki niyetler “meşruiyet” şalına sarılarak maskelenmeye çalışılmıştır. Bu maskeleme o kadar başarılı yapılmıştır ki, milli irade softasına göre de yargı bağımsız, yargıç dokunulmazdır. Hatta softa usta bir demagog olduğu için, inanmadığı halde inanıyormuş gibi görünerek, herkesten fazla bu prensiplerin bekçiliğine soyunmuş görünür.
Fakat bu prensip bekçiliğinin sınırları, kendi şahısları ya da kendi iktidarlarına kadardır. Yargı kendileri ile ya da iktidarları ile ilgili sahaya girmişse, prensip bekçiliğine soyunmuş “milli irade softası”nın maskesi düşer, o ana kadar sadakatle savunuyor göründüğü “yargının bağımsızlığı” ve “yargıcın dokunulmazlığı” ilkelerini tepelemeye, yargıya ve yargıca hakaret etmeye başlar. “Yargı kimseden emir almaz” diye bas bas bağıran milli irade softalarının kendileriyle ya da partileriyle ilgili yargı kararları karşısında sergilediği tutumla sarf ettiği sözler, ulusumuzun “ibret belleği”ne kazınmıştır.Bu nedenle ülkemizde “adalet”, “meşruiyet” ile milli irade softasının “niyet”i arasında sıkışıp kalmıştır. Şu mantığa bakınız ki, milli irade Ergenekon’da “savcı”, Deniz Feneri’nde “avukat” (şüphelinin avukatı). Ergenekon’da yandaş basına bilgi sızdırmada kusursuz, Deniz Feneri’nde basını tehditte fütursuz. Ergenekon’da saldırgan, Deniz Feneri’nde kaçan.
Ergenekon’da gemi azıya almış dörtnala gidiyor, Deniz Feneri’nde eyer vurmuş, yarasından gocunuyor. Böylesine bir milli irade softalığının başında ekşidiği adalet, hangi bağımsız yargı ve hangi bağımsız yargıcın ellerinde yükselecektir? Nitekim Cumhuriyetin bir tek savcısı, ayyuka çıkmış kimi “dişli” yolsuzluklarla ilgili soruşturma açmaya cesaret edememekte, açılmış kimi soruşturmalarda da “zanlı”, “sanık”, “tanık” ayrımı yapılırken iktidara (o meşhur milli iradeye) yakınlık veya uzaklığın ölçü alındığı gözlenmektedir. Somut örnek, Ergenekon soruşturmasıdır. Elbette “suç” soruşturulacak, “suçlu” cezalandırılacaktır.
Ancak, soruşturmada izlenen yöntem, hukuk ihlallerini o boyutlara vardırmıştır ki, ülkenin gündemine birdenbire “yargıya güven” sorunu gelip oturmuştur. Bu soruşturmada kim şüpheli, kim sanık birbirine karışmış, iletişim kayıtlarından “şüpheli” yaratmayı zorlayan bir hukuk mantığıyla, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu mahkeme kararıyla “sabit” olan bir iktidara telefonla olsun yazıyla olsun karşı çıkmak anayasal bir “hak” ve “görev” olmak gerekirken, “suç” sayılmıştır. Oysa Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun 29.6.2004 tarihli bir kararı, teknik takiple (telefon dinleme ile) suç kanıtına ulaşmada bir sınır getirmiştir.
O tarihte Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı, Sosyal Sigortalar Kurumu’ndaki soygun iddiasıyla ilgili bir soruşturma kapsamında usulüne uygun (hâkim kararı ile) bazı telefonları dinletirken, Yargıtay mensubu bazı yargıçların soygun çetesi ile yaptığı telefon görüşmelerine rastlamış, ancak, “Telefon dinleme kararı dinlenen kişiler hakkında alınıp konuşan yargıçlar hakkında alınmamış olduğu için, onların yaptığı konuşma suç kanıtı sayılamaz” şeklinde karar almıştır. Kararı beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, fakat yok sayamazsınız. Çünkü bir Yargıtay kararı niteliğindedir. İçeriği suç kanıtı oluştursa bile hakkında dinleme kararı olmadığı için bu konuşma Yargıtay’ca suç kanıtı sayılmazken, hakkında dinleme kararı olmayan insanların dinlenenlerle yaptığı normal konuşmalardan “şüpheli” yaratmaya çalışmak, hukuk ihlali değil midir?
Yöntemi toplumu tedirgin etmiş bir soruşturmada ülkenin Başbakanı’nın kendisini savcı ilan etmesi yargıya güveni sarsmamış mıdır? “İnsan meşru olmaya (yasalara uygun davranmaya) zorlanabilir, fakat ahlaklı olmaya zorlanamaz, çünkü niyetler zorlanamaz” der, Kant.
Yasallıkla (legalite) ahlaklılık(moralite) arasındaki ince çizgiyi gösteren bu saptama, ancak “ahlaki tavır”la uygulandığı zaman “adalet” olan “yasa”yı ahlaki içeriğinden arındırıp bir “formül” ve “formalite” düzenbazlığına indirgeyen takıyyecinin, hilei şeriyyecinin, milli irade softasının elinde hukukun ne hale geleceğini de gösteren özlü bir saptamadır. Bu hukuk ve adalet anlayışı ile ne Ergenekon’dan çıkılabilir, ne de Deniz Feneri’ne girilebilir.
İbrahim Türkeş - Felsefeci Hukukçu
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Kalın Colani'nin yolcusu!
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Erdoğan'a kendi sözleriyle yanıt verdi
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 21 kişinin daha hastanelik olduğu ortaya çıktı