Eşitsizlik normalleşiyor
Uluslararası Af Örgütü Direktörü Forsman ekonomik krizle birlikte artan insan hakları ihlallerine karşı G-20 ülkelerinin bir strateji oluşturması gerektiğini vurguladı. Örgütün basın koordinatörü Haligua ise IMF ve Dünya Bankası tarafından gündeme getirilen yapısal uyum politikalarının sosyal güvenlik ağlarını yok olma noktasına getirdiğine dikkat çekerek “Sisteme dair bir eleştiri getirilmedikçe, yoksulluk sorununun aşılacağını düşünmüyoruz” dedi.

Küresel ekonomik krizin insan hakları ihlallerini arttırdığını kaydeden Uluslararası Af Örgütü, son yıllık raporunda, “sadece ekonomik kriz yok, bir de insan hakları krizi var” vurgusunu yaptı. Cumhuriyet’e konuşan Uluslararası Af Örgütü (UAÖ) Türkiye Şubesi Direktörü Ville Forsman ve Basın Koordinatörü Avi Haligua, dünya liderliğine soyunan G-20 ülkelerinin, en çok ihlalleri gerçekleştiren ülkeler olduğuna dikkat çekti.
- Raporda ekonomik krizin insan hakları ihlalerini arttırdığını söylüyorsunuz. Nasıl arttırdı?
VILLE FORSMAN - Ekonomik kriz yeni bir konu olarak gündemi tamamen kaplamış durumda, fakat bunun altında çok daha eskiye giden bir insan hakları krizi var. Ekonomik kriz, zaten ayrımcılığa uğrayan yoksulların daha da ezilmesine neden oldu. Ekonomik krizle birlikte gıda krizi de baş gösterdi ve buna yönelik protestolar şiddet kullanılarak bastırıldı.
AVİ HALİGUA - Ekonomik kriz zaten var olan sıkıntıları daha da derinleştiriyor; bu derinleşmeyse zaten var olan insan hakları ihlallerini daha da sert bir biçimde ortaya çıkarıyor. Bir kısırdöngünün içindeyiz artık. Bir yerde çember kırılacak ancak kırılacak olduğu yer büyük bir sosyal patlama. Bu hepimiz açısından çok büyük bir tehlike, ancak durumu ne dünya liderleri ne de hükümet liderleri önemsiyormuş gibi görünüyor.
- Raporda G-20 ülkelerinin, insan hakları ihlallerini en çok gerçekleştiren ülkeler olduğunu söylüyorsunuz. Bu durumda G-20’nin liderliğini yaptığı bir dünyadan umutlu olabilir miyiz?
V.F. - G-20 ülkeleri ekonomik krizden etkilenen şirketleri nasıl kurtaracaklarını konuşmak için toplanıyorlar, ancak krizin altında ezilenlerin durumuyla ilgili ortaya net bir strateji koymuş değiller.
A.H. - Raporda vurgulamak istediğimiz meselelerden biri eşitsizliğin çok net olduğu. Eşitsizlik, sosyal yaşamın bir parçası haline geldi ve “normal” olarak kabul edilmeye başlandı. Güvensiz ortam dünyanın ta kendisi haline gelmekte. Bu sürecin sonucu hiçbirimizin haklarına ulaşamadığı bir felaket ortamı olacak. Hem hakların, hem de haklardan kimin yararlanacağının sıralandığı bir süreç var. “Bu adama yemek verdik; bu yeterli, diğer haklarına gerek yok” diyen bir süreç var. G-20’den temel beklentimiz başka ülkelere dikte ettiklerini önce kendilerinin yapması. Örneğin ABD insan hakları üzerine konuşma yetkisine ve diğer ülkeleri etkileme gücüne sahip, ancak ülkenin kendisinde bu kadar yoğun hak ihlalleri yaşanırken söyledikleri inandırıcı olmuyor.
V.F. - Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) Ekim 2008 raporunun gösterdiği gibi, sanayileşmiş ülkelerde “son on yıllarda ekonomik gelişim yoksullardan çok zenginlerin çıkarına olmuştur”. Dünyanın en zengin ülkesi ABD, sabit yoksulluk ve artan gelir eşitsizliği açısından 30 OECD ülkesi arasında 27’nci sırada.
- Çözüm?
A.H. - Devletler, üzerlerine düşen görevleri yerine getirmek zorundalar. İhlali yaratıp, ihlali ihlalle çözüyor olmak, bir ihlaller kültürü yaratıyor. Ekonomik krizin yanı sıra bu krizin nereden çıktığı da konuşulmalı. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası tarafından on yıl öncesine kadar öncülük edilen Yapısal Uyum Politikaları, hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerde sosyal güvenlik ağlarını yok olma noktasına getirdi. Bu durumun sonucunda ortaya çıkan dünya da bize bugün yaşadığımız sorunları getirdi. Bu geldiğimiz noktadaki sorunları yine alışıldık yöntemlerle çözmeye çalışmak kendi bacağına kurşun sıkmaktan farklı değil. Sisteme dair bir eleştiri getirilmedikçe yoksulluk sorununun aşılacağını düşünmüyoruz.
V.F. - Dünyanın farklı bir düzene ihtiyacı var, ancak bu noktada insanlara da görevler düşüyor.
Kuzey ve Güney Amerika
Yerliler hakları için ayakta
Kutuplardan Tierra del Fuego’nun güney ucuna, Amerika’daki yerli halklar uzun süredir dışlanma ve ayrımcılıkla karşılaşıyorlar. Hayatlarını etkileyen kararlarda söz hakları olmayan yerli halklar, doğal kaynaklar açısından zengin bölgelerde bile yoksulluktan fazlasıyla etkilendi. Ciddi insan hakları ihlalleriyle karşılaşan bölgenin tamamındaki yerli halklar seslerini duyurmak için harekete geçti. Ayrımcılığa uğramama hakkı, arazi haklarına ve kültürel kimliklerine saygı duyulmasına yönelik talepleri, bölgedeki insan hakları tartışmalarının merkezinde yer alıyor.
Kolombiya’da silahlı çatışmalarda işlenen cinayetler ve zorla kaybedilmeler gibi insan hakları ihlallerinin çoğu, ekonomik veya stratejik öneme sahip alanlardaki sivil toplulukları yerlerinden etmeyi amaçlıyor.
Meksika’nın kuzey eyaleti Chihuahua’daki Pima ve Raramuri yerli halklarını da içeren Huizopa topluluğu üyeleri, bir maden şirketinin topluluğa ait arazilerdeki işlemlerinin, topluluk ile yapılan anlaşmalara uymasını talep etti. Protestoları destekleyenler, tehdit ve protestoları bastıran polis müdahalesi ile karşılaştı.
Şili’de maden çıkarma ve ormancılık endüstrilerinin sürekli genişlemesi, arazi davalarının çözümünün yavaş ilerlemesi ile birleşince, yetkililer ve yerli halklar, özellikle de Mapuçeler arasındaki gerilim devam etti.
Bolivya’da ayrımcılık devam etti. Bolivya yerli halklarının ve toplumun diğer dışlanan kesimlerinin haklarını desteklemek için Başkan Evo Morales hükümeti tarafından yürütülen çabalar, uzun süreli ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan güçlü arazi sahibi ailelerin ve seçkin işadamlarının muhalefeti ile karşılaştı. Gerilimler, eylül ayından Pando’da 19 topraksız köylünün öldürülmesi ile doruğa ulaşan şiddet olaylarına dönüştü.
Avrupa ve Orta Asya
Zengin ülkeler de kriz mağduru
Küresel ekonomik kriz, bölgenin varsayılan ekonomik istikrarının sorunlara maruz kalabileceğini gözler önüne serdi. Birkaç Avrupa ülkesi, ekonomilerini desteklemesi için IMF’nin müdahalede bulunmasını talep etti.
2008 yılında Avrupa genelinde, zaten yoksulluk içinde yaşayan kişiler birçok temel ihtiyaca erişimden yoksun kaldılar. Gittikçe büyüyen ekonomik krize rağmen Avrupa küresel ölçüde nispeten zengin bir bölge olarak kaldı, ancak devletlerin eğitim, sağlık hizmetleri, barınma ve geçim kaynaklarını güvenlik altına almak gibi yükümlülüklerini gerçekleştirmemesi sonucu milyonlarca Avrupalı mağdur oldu.
BM mülteci birimi, 2008 yılında 67 bin kişinin deniz yoluyla Avrupa’ya tehlikeli bir şekilde geçtiğini bildirdi, kesin sayının bilinmesinin imkânsız olmasıyla birlikte yüzlercesi yolda öldü. Birçok ülke göçmenleri ve sığınmacıları, uygunsuz koşullarda rutin olarak gözaltında tuttu.
Göçmenler, Romanlar, Yahudiler ve Müslümanlar aşırılık yanlısı gruplar tarafından işlenen veya bireysel nefret suçlarına maruz kalanlar arasındaydı.
Onlarca yıldır Orta Asya’yı vuran en sert kışlardan biri yaşamsal altyapıyı etkiledi ve bölgedeki geniş ekili alanları ciddi enerji ve gıda kıtlığıyla karşı karşıya bıraktı; BM de Tacikistan ve Kırgızistan’da yaşayanlar için acil durum çağrısında bulundu.
Afrika
Kara Kıta kıvranıyor
Afrika’da küresel ekonomik krizin de etkisiyle 2008 yılına damgasını vuran gıda krizi, zaten yoksulluk içinde yaşayan topluluklar üzerinde büyük etki yarattı. Başta Benin, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Gine Cumhuriyeti, Kamerun, Mali, Mozambik, Senegal, Somali ve Zimbabve dahil olmak üzere kıtanın tamamında göstericiler vahim sosyal durum ve hayat pahalılığının hızla artması nedeniyle sokaklara döküldü. Güvenlik güçleri, gıda hakkı dahil olmak üzere yeterli yaşam standardına sahip olma haklarını talep eden çok sayıda kişiyi yaraladı ve öldürdü. Protestocular keyfi olarak gözaltına alındı. Bazıları gözaltında kötü muameleye maruz kaldı veya adil olmayan yargılamalar sonrasında hapis cezasına mahkûm edildiler.
Denizde can verdiler
Binlerce insan ailelerinin yaşamlarını iyileştirmeyi umarak diğer ülkelere göç etmeye devam etti. Çoğu çaresizlik içinde, yaşamlarını zalim kaçakçıların ellerine bırakarak denize açıldı. Aden Körfezi üzerinden Yemen’e ulaşmak için Afrika Boynuzu’ndan ayrılan yüzlerce kişi yolda öldü. Diğerlerinin çoğu ise vardıkları ülkede gözaltına alındı ve kötü muameleye maruz kaldı, daha sonra da geldikleri ülkeler dışındaki ülkelere yollanmak üzere sınır dışı edildi.
Gine’nin nüfusu yıl içinde artan gıda ve eşya fiyatlarından ağır şekilde etkilendi. Protestoları organize ettiğine inanılan Karamba Dramé öldürüldü. Şubat ayı sonlarında Kamerun’da güvenlik güçleri, artan hayat pahalılığına ve düşük ücretlere yönelik protestolara yapılan müdahalede yaklaşık 100 kişiyi öldürdü.
Zimbabve’de ekonomik ve sosyal altyapıdaki zayıflığı protesto eden yüzlerce aktivist tutuklandı. Yıl sonunda BM’nin yaklaşık beş milyon kişinin gıda yardımına ihtiyaç duyduğunu belirttiği Zimbabve’de hükümet gıdaya erişimi, politik muhaliflerine karşı silah olarak kullandı.
Asya Pasifik
Hak arayanlar susturuluyor
Asya-Pasifik bölgesinde yüz binlerce kişi hükümet politikaları sebebiyle mağdur olmasına rağmen itirazlarını dillendiremeyecek kadar korkuyorlar. Milyonlarca insan gıda, yakacak ve diğer eşya fiyatları artarken yoksullaştı.
Asya-Pasifik bölgesi bütün olarak en yoksullaştırılmış nüfusların (Afganistan, Bangladeş, Laos, Myanmar, Kuzey Kore, Papua Yeni Gine) yanı sıra dünyanın en zengin alanlarını da (Avustralya, Çin, Japonya, Güney Kore) barındırmaktadır. 2008 boyunca bu insanların refah farklılıkları doğal kaynakların dağıtımından çok hükümet politikası ile ilgili göründü.
Yıl biterken küresel ekonomideki sıkıntılı dönemin etkileri daha fazla açığa çıkarken Asya-Pasifik bölgesinde gittikçe daha fazla insan hükümetlerinden hesap verebilirlik talep etti. Hükümetler ise taleplerine cevap vermektense onları susturmaya çalıştı.
Kamboçya’da yoksulluk krizi
Ekim ayında Asya Kalkınma Bankası 2 milyon Kamboçyalının küresel mali kriz ortasında gıda, yakıt ve eşya maliyetleri yükseldiğinden yoksulluğa düşmüş olabileceğine dair uyarıda bulundu. Bu rakam zaten fakirlik içinde yaşayan, nüfusun yaklaşık üçte biri olan 4.5 milyona ekti.
Kuzey Kore’de milyonlarca insan onyıllardır görülmemiş ölçüde açlık çekti. Binlerce kişi ekonomik nedenlerle Çin sınırını geçmeye devam etti. Tutuklananlar ve zorla iade edilenler cezaevi kamplarında zorla çalıştırılmaya, işkenceye ve kötü muameleye tabi oldular.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika
Güvensizlik yaygınlaşıyor
İsrail ve Filistinliler arasında süregelen mücadele, Irak’taki ABD birlikleri, İran’ın nükleer hedefleri hakkındaki endişeler, İslamcılar ve laiklik taraftarları arasındaki açık bölünme bölge genelindeki siyasi güvensizlik ortamına katkıda bulundu. Bunlara 2008 yılında büyüyen küresel mali kriz nedeniyle ekonomik ve sosyal güvensizlik de eklendi; artan gıda fiyatları zaten yoksulluk içinde yaşamakta olanları etkiledi. Durumu protesto edenlere karşı sıkı önlemler alındı.
Göçmen işçiler sömürü altında
Mısır, Tunus ve Fas’ta, ekonomik koşulları protesto eden işçilere yetkililerin cevabı, kaba kuvvet ve kitlesel tutuklamalar ile göstericileri bastırmak oldu.
Hint Yarımadası’ndan ve Asya’nın diğer bölgelerinden gelen inşaat ve hizmet sektörlerinde işçilik ve beceri sağlayan göçmen işçiler petrol zengini Körfez ülkelerinin ekonomileri için dayanak noktalarıydı. Oysa bu işçiler çoğu kez ağır koşullar altında, sömürü ve ihlallere karşı herhangi bir devlet koruması olmadan yaşamak ve çalışmak zorunda kaldılar.
Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğu gibi koşullarını protesto ettikleri zaman yetkililerin cevabı onları toplamak ve ihraç etmek oldu.

En Çok Okunan Haberler
-
‘Savunmasına katılmazsam namerdim’
-
Hukuksuzluk bitti, gazetecilik beraat etti
-
Bozdağ, AKP’li Osman Gökçek’i yalanladı!
-
Zorlu Holding'ten Cem Köksal'ın yerine 'eski' atama!
-
Özel'den TBMM Başkanı Kurtulmuş'a 'süreç' çağrısı
-
Bakan Ersoy’un eşinden ‘destek’ geldi!
-
İmamoğlu'nun ifadesi Cumhuriyet'te!
-
‘Affedebileceğim bir şey değil’
-
Sigara fiyatlarına dev zam: Tarih verildi!
-
163 bıçak darbesiyle öldürdü, 'gülerek' savunma yaptı