Film yapmak, soru sormaktır

Pelin Esmer, 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde jüri özel ödülü kazanan “11’e 10 Kala” filmi ile yeniden gündemde. Senaryoya iki yıl önce Fransa’da başlamış, son noktayı İstanbul’da koymuş. Nejat İşler, Tülin Özen, Tayanç Ayaydın’ın rol aldığı filmde 83 yaşındaki amcası Mithat Esmer de oynuyor.

Film yapmak, soru sormaktır
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.05.2009 - 08:52

Son yıllarda yükselişe geçen Türk Sineması, bizleri “yeni kuşak”tan birçok başarılı yönetmenle tanıştırıyor. Pelin Esmer de onlardan biri... “Oyun” adlı belgeseliyle hafızalarımıza kazınan Esmer, şimdilerde 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde jüri özel ödülü kazanan filmi “11’e 10 Kala” ile yeniden gündemde... Mühendis ağırlıklı bir aileden gelen Pelin Esmer, önceleri antropolog olmak istiyormuş. Ancak sosyoloji okumuş. Kendisinin deyimiyle, “hayat çelişkilerden ibaret ve o çelişkileriyle baş etmeyi seviyor.” Sosyoloji ona “bakmayı” öğretmiş, yönetmenlik ise “görmeyi”... Ne istediğini ise çok açık; yazmak, çekmek ve sinema düşünü ete kemiğe büründürebilmek...

- “11’e 10 Kala”nın senaryosunu yazmak ne kadar sürdü ve film ne zaman gösterime girecek?

- Senaryo, iki yıl önce kafamda şekillendi ve yazmaya başladım. Kısa filmim “Koleksiyoncu”dan (2002/belgesel/46 dakika) esinlenerek yola çıktım. Senaryo yazarken 4-5 ay Fransa’da kaldım. Kafa dinlemeye değil hayat gailesine kısa bir ara verebilmek ve çalışmak için... Birçok defa tıkansam da devam etmeyi öğrendim. Bir şeyleri çözebilmek için oturup ekrana bakmanın önemli bir egzersiz olduğunu da... Ama senaryoya son noktayı İstanbul’da koydum. Film, İstanbul Film Festivali’nde HD formatında gösterildi. Şimdi HD’den 35 mm’ye basacağız ve Adana Altın Koza Film Festivali’ne yetiştirmeye çalışacağız. Sonbaharda da seyirciyle buluşacak.

- Filmin başrolünde gerçek bir koleksiyoncu olan amcanız Mithat Esmer’i oynattınız...

- Amcamın filmde içten içe oynamayı istediğini düşünüyordum. Zaten filmdeki tek alternatifim oydu ve diyalogları da amcam için yazdım. O, 83 yaşında ve belli bir düzene alışkın... Set onun açısından hem kolay hem de zordu. Ancak Nejat İşler, Tülin Özen, Tayanç Ayaydın ve diğerleriyle kısa bir sürede iletişim kurdu ve onlar birbirlerine çok yardımcı oldular.

- Diğer başroller yalnızlığın ve İstanbul’un...

- Ondaki koleksiyoncu olma düşüncesi çocukken oluşmuş, gençliğinde de kollarını sıvamış. O yurtdışında mühendislik okudu ve Türkiye’ye dönünce Polis Radyosu’nu kurdu. Mithat amcamın, İstanbul ile çok fonksiyonel bir ilişkisi var. Başka bir kentte koleksiyoncu olması çok zordu, İstanbul’da onun aradığı her şey var. Aslında o yalnızlık çekmiyor. Koleksiyoncu olduğu için diğer insanlarla iletişim kurmak zorunda. Ve evinde biriktirdiği şeyleri sadece malzeme olarak görmemek gerek... O, binlerce karakterle bir arada yaşıyor. Yani fiziksel yalnızlıktan bahsedilse de ruhen yalnız değil. Hem insanlar ve durumlar kutulara sığmıyor ki... Onunki seçilmiş bir yaşam.

- Sizce belgesel ile kurmaca film arasındaki fark nedir ve doğaçlamaya izin verir misiniz?

- Belgesel, sürprizlere açık ve çekim kısmı eğlenceli... Film ise bir metin üzerinden ilerliyor. Doğaçlamaya izin veririm. Misal Mithat Esmer ve Nejat İşler film için çok çalıştılar ve bazı durumlarda oyuncuların arasına girmemek gerekir. Yine de doğaçlama, ‘11’e 10 Kala’da beklediğimden daha az gerçekleşti. Şanslıydım çok iyi oyuncularla çalıştım.

- Sinemacı olmaya nasıl karar verdiniz?

- Aslında antropolog olacaktım, yatkınlığım da vardı. Sonra nedense kendimle akademisyenliği uyuşturamadım. Boğaziçi Üniversitesi’nde sosyoloji okuyordum, Türkiye’ye elinde bir video kamerayla iş için gelen ABD’li kadın yönetmen Jeanne Finley’in asistanlığını yaptım. Artık kararımı vermiştim, okulu bitirdikten sonra Yavuz Özkan’ın sinema atölyesine devam ettim. Yönetmen yardımcılığıyla yaşamımı geçindirdim.

- Oyun adlı belgeseliniz bir ilk adım mıydı?

- Oyun’un tanınması benim açımdan ciddi bir motivasyon oldu. Yeni bir sinemacı için bu çok önemliydi ve yeni filminin beklenmesi demekti. (Kadir Has Üniversitesi’nde iki dönem belgesel üzerine ders verdiğini eklemek gerek)

- Türkiye’de film çekmek kolay mı?

- Türk yönetmenleri dışında Fransız yönetmenleri de tanıma şansı buldum. Fransa’da hükümet sinemaya inanılmaz destek sağlıyor. Ama orada beklemek yönetmenler açısından yıpratıcı oluyor. Para, bütçe kadar heyecanın düzeyi de önemli ve içindeki isteğini kaybetmeden yapmak gerekiyor. Olmayan şeylerden var etmek ve sinema yapmak. En büyük lüksümüz anlatmak istediğimiz şeye inanmak. Fransız yönetmenlerden farkımız işte bu, bizim heyecanımız asla tükenmiyor, elimizde bir şeyleri üretme cesaretimiz var. Kültür Bakanlığı yapım desteğini reddetti sadece senaryo desteği alabildik. Son anda ARTE ortak yapımcımız oldu. Hollanda’daki bir fondan ve ABD’den küçük de olsa destek aldık. Ancak en büyük yardım oyuncularımızdan geldi, onlar filme maddi ve manevi destek oldular.

- Dijital devrim artık yönetmenlerin en büyük yardımcısı... Katılır mısınız?

- Çağımızın iki büyük buluşundan biri internet ise diğeri de dijital kameradır. Dijital kamera sayesinde film çekmek çok daha kolay ve bunun karşılığında hem çekilen film sayısı artıyor hem de yeni yönetmenler geliyor. İleride gişe için yapılan filmler dışında küçük ve orta boyuttaki filmlerin de izleyicilerin ilgisi çekeceğini düşünüyorum. Çünkü filmlerimiz seyirciden besleniyor ve bizler bununla yaşıyoruz. Gişeden gelen gelirler, festivallerden kazanılan ödüller ile “11’e 10 Kala”ya hazırlandım.

- Gelecekteki projeleriniz neler ve kendi yazdığınız senaryoları çekmeyi sürdürecek misiniz?

- Birkaç tane projem var. Ama hâlâ düşünce aşamasındalar. Film yapmak, soru sormaktır. Ve her sorunun cevabını bilerek yapmaktır. İnsanın doğasında çelişki var. Çelişkilerle baş etmeye çalışıyorum. Var olmaya, karakterlerimi yaratmaya çabalıyorum. Yazdıklarımı çekmek gibi bir kuralım yok. Belki de bu daha kolayıma geliyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon