Garip Bir Meritokrasi

21 yüzyıl pek çok havai toplum için bir mezarlık olabilir. Taşınamaz bir yük haline gelmiş sorunlar bilgiye saygı olmadan aşılamaz. Bu çok beylik bir gözlem ama güneşte yanmak kadar doğal. Ve bilgiye saygı olmadan hiçbir işin uzmanına gitmesi olanaklı değil. Oysa bu günümüzün karakteristik olgusu.

Garip Bir Meritokrasi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.08.2012 - 12:44

Anadolu’nun topraksız, yarıcı köylüsü yüzyıllarca sahip olamadığı topraklarını, köyünü, yöresini bırakıp kentlere göç ettiği zaman, sabahları toplanan işçi pazarlarında ‘Sen ne iş yaparsın hemşerim?’ diye sorulduğu zaman köylüler ‘Ne iş olsa yaparım!’ derlerdi.

Aradan bunca yıl geçtikten sonra, artık bu aşamayı geride bıraktık, diye düşünenlerimiz olabilir. Bunun aldatıcı olduğunu düşünüyorum. Gazete ilanlarına bakınca Türkiye uzmandan geçilmiyor. Gazete ilanlarında bir üniversitenin 47 uzmanlık alanı sunduğunu gördüm. Ama ben bozulan telefonumu yaptırabilmek için birkaç kişi denemek zorunda kalıyorum. Tanıdığım bir genç var. Elektrik meslek okulu mezunu. Bir evin elektrik tesisatını yapabileceğini sanmıyorum. Peki ne yapıyor? Güvenlikçi. Okuduğu alanda çalışmayan insan kaynakları yönetimi alanında bir uzman gördüm. Kıvanç duydum. Bu ülke ne kadar gelişmiş!

Fakat burada genelleştirmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Ben tarihi çevre koruma uzmanı olduğum ve Türkiye’de hiçbir şeyin bilime, kurallara ve uzman görüşüne uygun olarak korunduğunu görmediğim için bu uzmanlar gerçekten yetişiyorsa yaptıkları işin kalitesi konusunda kuşkuluyum. Bugün görebildiğim kadar Türkiye’nin en büyük sorunu işin ehline verilmemesi. Bir uzmanlık düşmanlığından söz edilebilir. Bilgisizlikle ilgili her şey Osmanlı mirası içinde bir engebeye takıldığı için bunu aydınlığa kavuşturmak için tarihi incelemek yararlı olabilir.

Osmanlı meritokrasi miydi?

Benim gibi mimarlık tarihçisi için Sinan’ı bir paradigma olarak kabul etmek doğal. Onu uluslararası platformda önemli bir yeri olarak değerlendirmem, Osmanlı toplumunun ilk yüzyıllarını bir meritokrasi olarak görmeme neden olmuştu. İstanbul’un fethinden sonra bir yüzyıl içinde Azerbaycandan Cezayir’e kadar uzanan bir imparatorluk yönetimi de bu düşünceyi destekliyordu.

Fakat yöntem olarak bunun yanlış olduğunu zamanla öğrendim. Mutlak otokrasinin var olduğu yerde meritokrasi olamaz. Devleti yönetenleri seçen tek güç sultandı. Sultanlar bu bilgiyi nereden öğreniyorlar, doğru karar verme yeteneğini nasıl elde ediyorlardı? Biz sultanları zaten tanımıyoruz. Osmanlı’da güvenilir bir biyografi yok. Çünkü sultanı eleştirmek söz konusu değil. Onların kararlarının nedenlerini hiçbir zaman doğru öğrenemiyeceğiz.

Sevdiği bir iç oğlanını, diyelim genç bir peşkircibaşını beylerbeyi yapan sultan kişisel sempati dışında hangi değerlendirme yöntemiyle, bir eyaletin idaresini Enderun’da yetişmiş genç bir bir devşirmeye teslim ediyordu? Bu sadece kendine şirin görünme çabasının mükafatlandırılması mı idi? Yoksa sultan olağanüstü sezgilerle mi donatılmıştı?

Kara Mustafa Paşa Serdar-ı Ekrem olarak padişah tarafından seçilirken yanlışlık mı olmuştu? Yenildiği zaman padişah yeteneklerini doğru değerlendirilemediği için mi başı kesiliyordu? Birkaç ay içinde kumandanlık nitelikleri yok mu oluyordu?

Bu ve benzer örneklerde gerçek bir meritokrasi’den söz etmek zordur. Bu idamlar sultanların mutlak iktidarlarının yetişmiş insanları kolayca harcayan acımasız bir değirmen gibi çalıştığını ya da çalışabildiğini gösterir. Bu fazla kanlı bir seçim gösterisidir. On dokuzuncu yüzyıldan sonra nitelik değiştirmiştir. Ruslar İstanbul’a geldiği zaman kaç kafanın kesilmesi gerektiğini hesaplamak kuşkusuz çok zorlaşmıştı.

Dünyaya uyumsuzluk

Osmanlı İmparatorluğu çağdaş dünyaya bilgi uyumsuzluğu yüzünden ortadan kalktı. Türk ulusunu kurtaran imparatorluğun da kendini kurtarmak için boynuna sarıldığı tek örgüt ordu idi. Comte de Bonneval, dan (Humbaracı Ahmet Paşa) başlayarak imparatorlukta çağdaş bilim ordu kanalı ile Osmanlı kültürüne entegre edildi.

Adnan Adıvar “Türkiye’deki bilim zincirinin ilk halkasının” Mühendishane’nin baş hocası Hoca İshak Efendi’nin 4 ciltlik Mecmua-i Ulumu Riyaziyat kitabı olduğunu söyler. Aritmetik, cebir, geometri, trigonometri, analitik geometri, entegral ve differansiyel hesap, konik kesitler, fizik, mekanik, perspektif, metereoloji, elektrik, küresel geometri, kimya ilk kez toplu halde askeri öğrencilere sunuluyordu.

Hoca İshak Efendi Nardalı bir Yahudi dönmesiydi. Bu Avrupalı kaynaklardan derlenmiş ansiklopedik bir ders kitabıydı. (Biz bundan yüzyıl sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nin ilk yıllarında bu dersleri okuyorduk.) Medrese öğretimi bu bilgiyi verecek hiçbir birikime sahip olmamış. Böyle bir yapıtı hazırlayacak olan da medreselerde değildi. İlginç olan bütün tarihi boyunca olduğu gibi bu üretimi gerçekleştiren bir Anadolu Türkü olmadı.

O zamandan bu yana insanların yaşamı sürdürebilmek için her gün yarattıkları yenilikler yeni bilgi alanları oluşturuyor. Yeni uzmanlar yetiştiriyor. Bu alanların çokluğu ve karmaşası (kompleksliği) toplumların yeniden örgütlenmesini gerektiriyor. Değil ortaçağın din kökenli bilgileri, bundan elli yıl öncesinin programları bile bu yüzyılın her köşeden sıkışmış toplumlarının aç kalmalarını, hatta yok olmalarını engelleyecek bilgileri içermiyor.

Örgütlenmeler ve bilgiler birbirlerine mükemmel geçen makine parçaları gibi olmak zorunda. İlk çağdan bir deve, ortaçağdan bir tekerlek, on dokuzuncu yüzyıldan bir kasa, yirminci yüzyıldan bir baca, yirmi birinci yüzyıldan biraz yağ ile bir yere ulaşmak şansı yok.

Bugün gerçek bir meritokrasiye gereksinimiz var. Her işin başında onu en iyi yapacak bir uzman olması gerek. Bu uzmanı bilenler ve onu isteyenler olması gerek. Buna bilgi toplumu deniyor. Dünya buna hazır mı, belli değil. Biriktirdiklerini koyacak yer bulamayanla, evini kaplumbağa gibi sırtında taşıyan insanlar birlikte yaşıyorlar.

Sayın Okuyucular,

Tutarsız bir çağda yaşadığımız açık. Doğru yerine yalan, ehliyet ve uzmanlık yerine ehliyetsizlik ve yeğencilik geçerli.

Osmanlıcılar sevinebilir. İşte yine Osmanlı sözde meritokrasisine döndük. Onun için ne kadar güvenlik tedbiri alsak yeridir. Depreme karşı, sele karşı, yangına karşı, trafiğe karşı, trafikçiye karşı, PKK’ye karşı, El Kaide’ye karşı, göz yakıcı gazlara karşı, politikaya karşı, bıçağa karşı, genetik olarak bozulmuş gıdalara karşı. Türkiye’ye bir tür okul yetecek: Güvenlikçi okulu. Ya da her okuldan çıkan sözde uzmanlara karşı toplumu korumak için hepsini güvenlikçi yapmak. O zaman hepsi imam hatipli de olabilir.

Şaka bir yana, aklımız başımıza gelmezse hiçbir şeyin uzmanı kalmayacak! Çünkü uzmanın yeğen olması gerek. Ne var ki 21. yüzyılda yaşamanın tek geçer yolu her işin uzmanını en büyük ekonomi ile en uygun yerde kullanmak. Bu toplumun insanları, alışveriş ve tele-vizyon programları dışında, nasıl bir dünyada yaşadıklarının farkındalar mı?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler