Gözümüzün ötesine bakıyoruz!

Pek çok şeyi göremiyoruz. Bunun nedeni ya çok küçük, ya çok büyük veya yanlış dalga boyunda olmaları, ya da beynimizin görüntüyü gözümüzden kaçırmasıdır. Yeni teknolojiler sayesinde gözlerimizin ve beynimizin yaratmış olduğu engelleri aşıp dünyayı ve evreni daha yakından tanıma fırsatını yakalamış bulunuyoruz.

Gözümüzün ötesine bakıyoruz!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.04.2014 - 01:44



Hastalık taşıyan bakterileri, küçük böcekleri ve parazitleri ayrıntıları ile inceleme olanağına kavuştuk. Bu bilgiler olmasaydı, bu kadar uzun yaşama şansımız da olmazdı. İş yalnızca doğal görüş yeteneğimize kalsaydı, boyut ölçeğinin diğer ucunda nelerin olup bittiğini de anlayamazdık. Teleskopun icadı evren ile ilgili tüm görüşleri temelinden değiştirdi. Ve zaman içinde ışığı kendi bileşenlerine ayırmak için spektrografları kullanmayı öğrendik. Bunun sonucunda yıldızların ve uzak gezegenlerin kimyasal yapıları ortaya çıktı.

GİZLİ GERÇEKLİKLER: KARANLIK MADDE VE ENERJİ

Bütün bu yeni teknolojilere karşın hâlâ göremediğimiz şeyler var. Örneğin karanlık madde ve karanlık enerji evrenin % 95’ini oluşturuyor. Bu ikisi de normal koşullarda göze görünmezler; ancak bilim bunların varlığını görmeden de kanıtlayabiliyor. Karanlık madde kavramı, 1930’lu yıllarda galaksi kümelerini inceleyen İsviçreli astronom Fritz Zwicky’nin bir gözlemi sayesinde doğdu. Zwicky, galaksi kümelerinin ancak görünmeyen bir kütlenin çekimine bağlı olarak hareket edebileceği sonucuna varmıştı.

Bugün karanlık maddenin çok hassas bir dizi Pek çok şeyi göremiyoruz. Bunun nedeni ya çok küçük, ya çok büyük veya yanlış dalga boyunda olmaları, ya da beynimizin görüntüyü gözümüzden kaçırmasıdır. Yeni teknolojiler sayesinde gözlerimizin ve beynimizin yaratmış olduğu engelleri aşıp dünyayı ve evreni daha yakından tanıma fırsatını yakalamış bulunuyoruz.

Bugün karanlık maddenin çok hassas bir dizi deneyin ardından tespit edilebilecek bazı parçacıklardan oluştuğu sanılıyor. Bu deneylerin en fazla umut vaat edeni LUX adlı proje. Bu projenin geçen ekim ayındaki ilk denemesi sırasında hiçbir şey bulunamadı, ancak araştırmacılar umutlarını yitirmiş değil. LUX ekibinden Henrique Araujo, “Higgs bozonu da tam 50 yıl sonra bulundu” diyor. Karanlık enerji de evrenin bir diğer göremediğimiz bileşeni. Bunun izini Karanlık Enerji Araştırması adı verilen bir başka çalışma sürüyor. Bu çalışma kapsamında bilim insanları, karanlık enerjinin gerçekten ne olduğunu anlamak için 300 milyon galaksiden gelen ışığı incelemek zorunda. Görülemeyen evrenin keşfi ile ilgili bir diğer çalışma da galaksi kümelerinin nasıl evrildiğini çözmeye yönelik. Aynı anda kozmik mikro dalga arkaplan radyasyon yapısının son 13 milyar yıl içinde nasıl bir değişim geçirdiği de araştırılıyor. Bu çok yönlü çalışmalar sırasında astronomların, kozmik mikroskoplarda ortaya çıkan herhangi bir sapmanın kendilerini yanlış yollara sevk etmesine izin vermemesi gerekiyor.

BİLİNMEYEN EVREN ZAMANLA ÇÖZÜLECEK

Gizli gerçeklikleri gün ışığına çıkartmaya yönelik teknolojiler 17. yüzyılda, Robert Hooke’un mikroskobu icadından
bu yana çok uzun bir yol kat etti. Örneğin bugün tarama transmisyonu elektron holografi mikroskobu bir metrenin 35 trilyonda bir çözünürlüğüne kadar inebiliyor. Bu arada Büyük Hadron Çarpıştırıcısı sıradan dünyamızda fiziksel varlığı bile olmayan cisimlerin peşine düştü. Zaman içinde karanlık enerji ve karanlık madde araştırmaları resmin eksik parçalarını tamamlayacak. Böylece evrenin temel taşları yerli yerine oturtulacak.

GÖRÜNMEZLİĞİN YOLU GÖZE ÇARPMAKTAN GEÇER

Kalabalıkların içinde görünmez olmak istiyorsanız önce kendinizi kolayca görünür hale getirmelisiniz. Bu önerme saçma gibi görünse de 1909 yılında Amerikalı bir sanatçının önayak olduğu bu iddia, bilim insanları tarafından laboratuvarlarda test edilerek doğrulanmış oldu. O tarihe kadar hayvanların, düşmanlarının gözlerinden kaçmak için görüntü olarak çevrelerine uyum sağladıkları düşünülüyordu. Ressam ve doğa bilimci Abbott Handerson Thayer ise tam tersi bir mekanizmanın geçerli olduğunu gösterdi. “Kamuflajın babası” olarak isimlendirilen Thayer, kamuflajı icat etmemiş olmakla birlikte, nesnelerin dış çizgilerini (kontür) parçalamak için yıkıcı/parçalayıcı şekillerden yararlanılması gerektiğini iddia eden ilk isimlerden biridir. Özellikle kamuflaj için zıt–gölgeleme tekniğinden yararlanır.

Thayer’in bu görüşleri ilk kez savaş gemilerinin boyamasında yaşama geçirildi. İki dünya savaşında da ABD ve İngiliz savaş gemilerinden bazılarının üzeri çarpıcı siyah-beyaz geometrik şekillerle boyandı. Bazıları yüzen satranç tahtasına, bazıları da kübik zebralara benziyordu. Gemiler düşmanlar tarafından görülüyordu, ancak hızlarının ve boyutlarının tespit edilmesinde büyük sıkıntı yaşanıyordu. Zebraların siyah beyaz çizgili tüyleri de bir kamuflajdır. Thayer doğada hayvanların avlanırken, avının dış çizgilerine odaklandığını, dolayısıyla yüksek kontrastlı renklerin aldatıcı bir profil görüntüsü yarattığını söylüyordu. Thayer’in zıt renklerle yaratılan kamuflaj iddiası ilk olarak 2005 yılında Bristol Üniversitesi’nde test edildi. Deneyde ağaçlara güve şeklindeki kâğıtlar yapıştırıldı. Kuşların kenarlarında siyah noktaların olduğu “sanal güveleri” görmediği, noktaların merkezde olduğu güveleri tercih ettiği tespit edildi.

PİNOKYO’NUN BURNU

Pinokyo’nun burnu, blöf yapan poker oyuncusunun istem dışı hareketleri veya dedektiflerin suçlu insanların yüzlerindeki en ufak bir mimikten anlam çıkartmaya çalışması, yüzlerde yazılı olan mesajları okuma konusunda hepimizin bildiği örneklerdir. Yaptığımız bazı hareketler, bizim görmediğimiz ama çevremize yaydığımız duygusal ipuçlarıdır.

Aslında popüler kültürün iddia ettiği gibi insanlar bu kadar kolay “okunmaz”. Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Leanne ten Brinke, “Sözel veya sözel olmayan hiçbir davranış Pinokyo’nun burnu değildir. Tam tersi gerçeği görmemiz için birden fazla ipucunun peşine düşmemiz gerekir” diye konuşuyor. İnsanlar pozitif duyguları negatif duygulara göre daha kolay taklit ederler. Çünkü pozitif duygularda yalnızca iki kas devreye girer. Bunlardan biri dudakların kıvrılmasını sağlayan kaslar, diğeri da göz kenarlarındaki “kaz ayaklarını” yaratan kaslardır. Oysa üzgün görünmek için alındaki istemsiz, kompleks kasların kasılması gerekir. Bu, pek çok insan için taklit edilmesi çok zor hareketlerdir. Çok zorlanıldığında üzüntüden çok şaşırmış bir insan ifadesi yaratabilirler. Yalancıların yüzlerinde genellikle duygusal açıdan çalkantılı bir görünüm
hakimdir; pozitif ve negatif ifadeler arasında gelip gider. Oysa doğruyu söyleyen insanların yüz ifadelerinde
nötrlük baskındır. Amsterdam Üniversitesi’nden Mariska Kret bütün bu yüz okuma çabalarından bir sonuç alınamadığı durumlara gözlere bakmakta yarar olduğunu söylüyor: “Eğer yalan söylüyorsanız gözbebekleri büyür. Cinsel açıdan uyarıldığımızda olduğu gibi öfke ve korku durumlarında da gözbebekleri büyür. Eğer psikopat değilseniz yalan söylerken stres altına girersiniz. Bu nedenle korku veya öfke duyabilirsiniz. Ancak gözbebekleri büyüyen herkesi de yalancılıkla suçlamaya kalkmayın, çünkü başka koşullar altında da gözbebekleri büyür.”

BEYNİMİZ NEYİ GÖRMEK İSTİYORSA, ONU GÖRÜYORUZ

İnsan beyni, retinamıza çarpan bilgileri tuhaf bir şekilde filtreden geçiriyor. Öyle ki gözümüzün önündekileri bile görmemiz engellenebiliyor. Ancak bazı şeylerin beynin radarına takılması o şeylerin bizim davranışlarımızı etkilemediği anlamına gelmiyor. Peki, beynimizin bu şekilde evrilmesinin nedeni ne olabilir? Gözümüzün önünden kaçan bu ayrıntıları görmediğimiz için üzülmeli miyiz? Bununla ilgili klasik örneği pek çoğumuz biliriz. 1970’li yıllarda yapılan bir deneyde gönüllülerden bir basketbol maçını izlemeleri ve maçta kaç sayı yapıldığını hesaplamaları istendi. Basketleri büyük bir dikkatle izleyen izleyicilerin büyük bir kısmı, sahaya giren goril kıyafetli bir oyuncuyu fark bile etmedi. Bu deney birden fazla kereler tekrarlandı ve her seferinde benzer sonuçlar alındı. Dikkatsizlik körlüğü adı verilen bu olay, hayatta kalma çabalarımızda çok kritik bir rol oynar. Duyularımız sürekli olarak bilgi bombardımanına tutulduğu için beynimiz, bizim için önemli olan uyarılara odaklanabilmek amacıyla zihinsel bir çerçeve oluşturur. Eğer bu çerçeve olmamış olsaydı, beynimizin bu kadar bilgi ile baş edebilmesi mümkün olmazdı. Dolayısıyla dikkatimizi olabildiğince verimli bir şekilde yönlendirmeye evrilmiş bulunuyoruz. Ancak bunun da bir bedeli var: Nadiren meydana gelen olayları da görmezden gelebiliyoruz. Bazı durumlarda dikkatsizlik körlüğünü çok ciddi sonuçlara yol açabiliyor. Örneğin doktorların tıbbi görüntüleri incelerken nadir görülen oluşumları gözden kaçırabiliyorlar...

Priming= hazırlama, kıvama getirme

İlginç olan, gözden kaçan bu bilgi parçalarının davranışlarımızı şekillendiriyor olmasıdır. Bu etkiye priming, yani hazırlama denir. Bu bir örtülü bellek etkisidir. Bir uyarıcıya maruz kalmak, bir sonraki uyarıcıya verilen tepkiyi etkiler. John Bargh’ın klasik deneyinde gösterdiği gibi “yalnızlık”, “gri”, “solma-sararma” gibi yaşlanmayla ilgili sözcüklere maruz kalan deneklerin, daha yavaş yürüme eğilimi taşımalarının nedeni, belleklerinin “kıvama getirilmiş” olmasıdır. Bu sonuçlar daha sonra tartışma konusu olmuşsa da, “hazırlama” olgusunun yapıcı anlamda kullanılması durumunda, yaşamı büyük ölçüde kolaylaştırdığı kabul ediliyor. Hazırlama olgusu dikkatimizi yönlendirme konusunda önemli bir rolü oynuyor. Doğru bir “kıvama getirme” tekniği ile dikkatsizlik körlüğünün önüne geçilebiliyor. Havaalanlarındaki yer mürettebatının uçağı doğru kapıya yönlendirmesi gibi, hazırlama olgusu sayesinde beynimiz önemli ayrıntılar üzerine odaklanma şansını elde edebiliyor. Toronto Üniversitesi’nden örgütsel psikolog Gary Latham ise priming denilen bu olgunun medya alanında kullanılması durumunda tehlikeli ve zararlı sonuçları olabileceğine dikkat çekiyor: “Bizler farkında bile olmadan istemediğimiz bazı hedeflere yönlendirilebiliriz. Bu hedefler genellikle çoğunluğun çıkarlarına hizmet etmez. Ben CIA gibi bazı haberalma örgütlerinin bu olgudan büyük ölçüde yararlandığını düşünüyorum. Ancak bu teknik bazı iyi niyetli amaçlar için de kullanılabiliyor. Örneğin ABD ve İngiliz sağlık bakanlıkları, sigarayı bıraktırmak gibi sağlıkla ilgili kampanyalar için bu süreçten yararlanmanın yollarını araştırıyor.”

Derleyen: Reyhan Oksay
Kaynak: New Scientist; 22 Mart 2014 http://io9.com/an-illustrated-history-of-unbelievablycamouflaged- ship-676257937
http://www.livescience.com/41659-razzle-dazzlecamouflage-fools-eye.html
http://www.psychologytoday.com/basics/priming


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler