İlham kaynağım beden hareketleri

Mana Yıldız tasarımlarını yaratırken beden hareketlerinden ve mimiklerden ilham alıyor. Tasarımları aslında tavırlar, hepsinde belirgin bir hareket var. Renk, şekil, doku ve ruh, hepsinde altın oranla biraraya geliyor. Tasarımlarını merakı besliyor, kullanıcıyı da bu meraka ortak ediyor. Renkleri de tasarımında bir anlatım dili ve araç olarak kullanıyor.

Yayınlanma: 19.11.2014 - 12:14
Abone Ol google-news

Endüstriyel tasarımcı Mana Yıldız porselen tutkusunun peşinden gidip, farklı kültürleri deneyimlemiş. En sonunda da İstanbul'da atölyesini kurup üretimlerine başlamış. Porselenin ondaki yeri de ayrı, dokusu, parlaklığı ve sesi ile farklı bir ilişkisi var Yıldız aynı zamanda birden fazla iş yapmayı seviyor. Bu şekilde daha verimli olduğunu söylüyor. Aradığı cevapları da farklı işlerde buluyor. Durağanlığın ve monotonluğu gelişimi durduracağını biliyor.

-Kimdir Mânâ Yıldız?

Endüstriyel tasarım eğitimimi Hollanda’daki The Design Academy’de tamamladım. Yalnız akademik eğitimin tek başına iyi işler çıkarabilmek ya da bir mesleği pratikte yapabilmek için yeterli olmadığını düşünüyorum. Özellikle günümüzde insanın çok donanımlı olması gerekiyor; iletişim çağındayız. Herkesin yaptığı iş çok çabuk geniş kitlelere yayılıyor ve farklı gruplardan kişilerle devamlı iletişimde olmanız gerekiyor. Ben de akademiden sonra seçtiğim ilgi alanlarında kendimi geliştirmeye odaklandım. Bu da çok keyifli bir süreç çünkü adeta bir uzman gibi kendinize bir yol belirliyorsunuz ve her yeni bilgiden bir diğerine ilerliyorsunuz. Hollanda ve Belçika’daki kütüphanelerde uzun zaman ilgilendigˆim tasarımcıların, mimarların, sanatçıların çalıs¸malarını inceledim. Yine bu dönemde farklı ülkelere seyahat ederek değişik kültürleri, farklı renkleri ve dokuları tanıma fırsatım oldu. Değişik kültürlerden kişilerle tanışıp, sohbet etmeye başladığınızda dar kalıplarınızdan sıyrılıyorsunuz. Farklı dillerden insanlarla anlaşmaya çalışınca, kişi olarak ta pratikleşiyorsunuz. Bunların hepsi bir tatil hikayesinin ötesinde size iş yaşamınızda da faydalı oluyor. Sadece lisanın değil, jestlerin de insanlarla bağ kurmak için ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz. Hollanda’nın yüzyıllara dayalı bir porselen üretim tarihi var. Fabrikalarında porseleni araştırdım, orta ve küçük ölçek atölyeleri, oraları işleten çeşitli kültürden tasarımcılarla tanıştım; onları tanımak, onlarla sohbet etmek benim için çok önemliydi. Daha sonra İstanbul’da kendime bir atölye kurarak, öncelikle kendi porselen tasarımlarımı çıkartmaya başladım.

-Tasarım sizin için ne ifade ediyor? Bana sorarsanız tasarımın ilk ve en önemli kuralı merak uyandırma ve tahrik etme. Siz nasıl yorumluyorsunuz?

Endüstriyel tasarımcı olarak kullanılabilir ürünler tasarlasam da onların yine de estetik değerler ile otonom bir görünüme sahip olmalarını istiyorum. Tasarımlarımda şekil, doku ve renk seçimleriyle sonuçta iyi inşa edilmiş, incelikli bir görünüm yakalamaya çalışıyorum. İşin en zor kısmı da aslında burada yatıyor. Çünkü tasarımı inşa etmenin matematiksel bir formülü yok, seçimlerimi ben duyularıma güvenerek yapıyorum. Tasarımın da ilk bakışta her yönünü gözler önüne sermemesini ama çok katmanlı bir düşüncenin ürünü olduğu hissini vererek değerini ortaya koymasını seviyorum. Kişide merak, onu yakından inceleme isteği uyandıran tasarımlar, estetik duruşu ve anlatımı ile yaşantımıza değer katar, günlük ritüellerimizi zenginleştirir. Tasarım konusunda biraz şekilciyim. Hikayesi ne kadar güçlü olsa da, bir ürün ya da obje benim için estetik olmalı, güçlü bir duruşu, gür bir anlatımı olmalı. Benim tasarımda yapmak istediğim üç boyutlu bir anlatım dili oluşturmak, bu aynı bir kompozisyon yazmak gibi. Ürünler şekille hareket kazandırıldığında, onları görsel olarak okumak ta keyif verici oluyor.

-Fikrin tasarıma dönüşme süreci nasıl işliyor, hangi dinamikler var bu serüvende?

Benim uzun senelerdir biriktirdiğim birçok eskiz defterlerim var. Bunlara devamlı yeni şekiller çizerim, zaman zaman eski çizimlerime bakar onları yeniden formüle etmeye çalışırım. İlham kaynağım çoğu zaman kişilerin davranışlarındaki beden hareketleri, bir şeyi alıp verirken ki jestleri ve mimikleri olduğu için farklı ortamlarda yeni şekiller ve dinamikler hep dikkatimi çeker. Tavırlarımız, kişinin çevresindeki objelerle uyumu ya da bir ortama, mekana girdiğimizde onu algılayışımız benim en çok ilgilendiğim ve sorguladığım konular. Bir ürünü tasarlarken hep birçok eskizle başlıyorum ve sonrasında tasarım sürecini biraz durduruyorum. O aşamada fikirlerimi biraz dinlendirmem gerekiyor. Çizimlerime tekrar dönüp onları incelediğimde, proporsiyonlarını yeniden formüle ederim. Yaptığım çizimlerin ardından üretim sürecinde ilk örnekler hazırlanır ve akabinde tasarımın üretimi başlar. Tasarımda hangi materyal ile çalışmaya karar vermişsem, öncelikle o konuda yine bilgimi derinleştirmeye çalışırım. En sevdiğim şey ustaları, atölyeleri, imalatçıları, distribütörleri ziyaret etmek. Onları çalıştıkları ortamlarda gözlemlemek ve konuyla ilgili bir sohbet açmak. Bazen ayaküstü edilen sohbetler sırasında karşınızdakinden en doğru bilgileri alıyorsunuz.

- Porselen ile kurduğunuz bağ nasıl?

Porselenin benim için apayrı bir yeri var; dokusu, parlaklığı, sesi ile bana dokunan bir materyal. İlk hayranlığım Yıldız Porselenleri’nden imal kahve fincanları eşliğinde yapılan sohbetlerle başladı. İnce bir çizgiyi andıran, parmak ucuyla tutulabilen küçük ve zarif kulpları, üzerlerindeki gül motiflerine hep hayranlık duydum. Hepsinde ince bir işçilik, istikrar ve bir göz zevki var. Porseleni önce kahve fincanlarında tanıdım diyebilirim. Türk kahvesi fincanının kültürümüzdeki yeri muhakkak. Eski zamanlarda kişilerin yol yordam bilgisi, görgüsü nasıl kahve içtikleriyle anlaşılırmış. Kahvenin yanına getirilen su damağı ferahlatmak, kahveye hazırlamak için içilir. Bunu bilmeyip ya da önemsemeyip kahveden sonra su içenlerin kültürsüzlüğü ortaya çıkarmış. Bu gibi sözle anlatılmayan ama izlenebilen davranışlar, kişilerin yaşanmışlıklarından dolayı ortaya çıkan tavırları, hareketleri benim hep ilgimi çeker. Bu yüzden ürünlerin beden diliyle birlikte görünümlerini, kişilerin onları nasıl tuttuğunu ya da mekanlarında onları nereye konumlandırdığını izlemeyi ilginç buluyorum. Bu hareketler sessiz bir diyalog gibi karşınızdaki kişi hakkında size bilgi veriyor. Porselenle ilgilenmeye başladığımda seramiği ve onun sanatçılarını da tanımaya başladım. Füreya Koral ve dönemindeki sanatçıların sahip oldukları o yaratıcı ruh, yaptıkları işle hayatlarını bütünleştirmeleri, eş zamanlı diğer sanatçılarla olan diyalogları, azimleri, tutkuları bugün de insana ilham veriyor.

-Üretim sürecinizde nelerden besleniyorsunuz?

Çalışırken beni en çok etkileyen dinamik çok yönlü olmak. Aynı zamanda birden fazla iş yapmayı sevenlerdenim. Bu şekilde çok daha verimli oluyorum ve yaptığım işten de keyif alıyorum. Aklımda devamlı yeni projeler, yeni formlar, anlatımlar olur. Farklı projeleri bir arada yürütmek aslında kişinin algılarını da kuvvetlendiriyor. Bazı sorularınızın cevaplarını çok defa apayrı bir projede bulabiliyorsunuz. İç mekana ait değişik ürün grupları için çalışıyorum ve birini yapmak digˆer bir projede bambas¸ka fikirlere ilham veriyor. Yeni tanışmalar, fikir alışverişleri, sohbetler de bu işin en keyifli yanlarından.

-Tasarıma başladığınız nokta ile geldiğiniz yer arasında nasıl bir fark var, ya da bu yolculukta kırılma noktaları oldu mu?

Tasarıma başladığımda ne yapmak istediğimi biliyordum, sunmak istediklerim aklımdaydı, bir sanatçı gibi önce kendi koleksiyonumu çıkartmak için çalışmaya başladım. Var olan pazarı düşünmedim, aksine kendi beğenilerimden yola çıkarak, bir girişimci gibi ben ne sunmak istiyorum, bu konuda ne düşünüyorum, neyi paylaşmak istiyorum ona odaklandım. Tasarımlarım sade görünmekle birlikte aslında bunlar çok katmanlı bir düşünce ve çalışmanın sonucunda ortaya çıkıyor. Bu yüzden sade duruşlarını sağlam bir yapıyla desteklediğimi iyi biliyordum. Marka olmak için tek bir ürün de çıkartsanız arkasında durmanız gerek, ona önce siz sahiplenmelisiniz ve çok yönlü, donanımlı olarak alt yapısını sağlam tutmalısınız. Bugün hem materyalleri hem de tasarım sektörünü daha iyi tanıdığım için işlerimde daha çeşitli olabiliyorum. Bir konuya hakim olmaya başladığınızda daha esnek olabiliyorsunuz, çünkü bildiklerinizden güç alıyorsunuz. Tasarımı yorumlamak ta daha keyifli bir işe dönüşüyor. Müşterilerim için pazar değerlendirmeleri yapmak, bir ürün nasıl en etkin şekilde sunulur, anlatılır, bunlar şimdi benim en çok dikkatimi çeken konular. Bu süreçte elbette kırılma noktaları da yaşanıyor, aksilikler oluyor, verilen sözler tutulmuyor, aldığınız yanıtlar boş birer sözcük öbeklerinden oluşabiliyor ve bunların hepsi insana zaman kaybettiriyor. Bu durumlarda çözümleri en kısa yoldan elde etmek için ben hem sözlü hem de yazılı iletişime çok önem veriyorum, ekip çalışmasına büyük saygı duyuyorum ve insana yapılan yatırıma inanıyorum.

- Renklerle nasıl bir bağı var ürünlerinizin?

Renklerin sonsuz bir skalası var. Bu kadar çok renk opsiyonu olmasına rağmen endüstriyel üretim aslında hızlı olmak ve maliyeti düşük tutmak adına renk kullanımına bir sınırlama getirir. Ancak küçük ya da orta ölçekteki atölyeler renk kullanımına çok daha serbest bakabilirler, bu özellikle onların sahip olduğu bir avantaj. Ben bir renkte o kendi seçtiğim farklı tonu kullanarak, ürünlerimde bana ait bir grup oluşturmayı seviyorum. Tasarımlarımda renkleri öne çıkartan esas tonlarındaki doygunluk ve bulundukları ürün grubu içerisinde birbirlerini desteklemeleri. Renkler bir şekli doyurabilir, onu açabilir ya da başka bir renk ürüne kullanımının dışında yeni bir anlam yükleyebilir. Bu yüzden renkleri ben tasarımda bir anlatım dili ve araç olarak kullanıyorum.

-Yaptığınız işin zorlukları da var elbette, butik üretim ile endüstriyel üretim arasında kendinizi nerede görüyorsunuz?

Benim şu anda porselenlerim ile yaptığım aslında butik bir iş. Bu şekilde çalışmanın bir tasarımcı olarak kendi çizginizi net bir şekilde belirlemenizde faydası büyük. Atölyede bazı işler vardır ki, bunları saatlerce tekrar edersiniz, monoton işlerdir. Yurt dışında bunlara ‘’rahip işi’’ denir, bu işlerin genelde bir bitiş zamanı yoktur. Kendiniz bir noktadan sonra artık kafi olduğuna karar verip bırakmanız gerekir. Bu sırada yaşanan sessizlik ve konsantrasyon, sizin dikkatinizi dağıtmadan kısa zamanda çok şey öğrenmenize yarar. Ancak durağanlık ta her üretimde gerileme getireceğinden, tecrübeyi daha geniş bir ekibe aktarmalı ve bilgi paylaşımı yapmalı, ilgili endüstrilerin de tüm imkanlarından faydalanmalıyız. Bir ifade vardır ‘’gözyaşı ve terin’’ ardına sığınmak denir bazı zanaatkarlıklar için. Ben bir işin değerinin yalnız zorluklarla ölçülmesine inanmıyorum. Uzun süren zorluklarda insanları üretim için cezbeden bir yan da yok, böyle bir düşünce bana ağır ve güç geliyor aslında. Aksine ben işleri kolaylaştırmak için aklımda hep birbirini tamamlayacak kişileri ve kurumları birleştirmeyi düşünürüm. Benim için en makbulü üretimde çalışan bir dinamiğin olması. Bu dinamik işleri kolaylaştırmalı, doğru enerjileri uygun işlere yönlendirmeli. Endüstrideki yeniliklerden hepimizin faydalanması gerekir. Ben orta ölçekteki atölyelere hayranım. O mekanlarda işleyen üretim ritmi, iş bölümleri, ürün çıkarmanın ve onu dağıtmanın verdiği haz, insanların tüm bu süreçten kendilerince aldıkları ilham bana enerji veriyor.

-Bu arada Tasarım Bienali'ndeydiniz.

Bu sene 2.si düzenlenen Tasarım Bienali’nin teması “Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil”. IKSV’nin tasarım bienali için oluşturduğu özel seçkisine ben de porselenlerimden bir uyarlama hazırladım. Geleneksel çiçek desenlerini, buket derlemelerini el işinden arındırarak soyutladım ve renklere böldüm. Çiçek aranjmanlarındaki renkleri fincanlarımın ve kupalarımın üzerlerine ''polenler'' gibi serbest serpiştirdim. Bu seneki bienalin iletişim renkleri siyah ve gri olduğu için ilk seride ben de aynı renkleri kullandım ve onlara gümüş ilave ettim. Bu desenle buketlerdeki ritmi sergilemek istedim. Benim bienal için manifestom; ‘’Gelecekte duyularımıza hitap eden incelikli yorumlar var!’’

- Ürünlerin görsel çekiciliği kadar da kullanımı ve sağlam.

Porselenlerimin en dikkat çekici özelliklerinden biri çok ince olmaları. Kupa gibi nispeten iri volümlerde dahi ben o modeli masanın üzerinde hafifçe yükseliyormuş hissini vererek şekillendiriyorum. Kupaları ellerine alanlar önce ne kadar hafif olduklarını hissediyor. Kulpları da ona keza, çok ince. Özellikle Türk kahvesi fincanlarının ince bir dalı anımsatan kulpları zarif ve kırılgan bir his veriyor. Ama görünümünün aksine porselen aslında çok sert bir materyal. Ve değeri kalınlığıyla, tabiri caizse ne kadar bol malzeme kullanıldığıyla değil, en ince malzemeyi yüksek ısıda nasıl şekilde tutabildiğinizle ölçülür. Benim tasarımlarım ele alındığında şekil itibariyle avuç içinde bir bütün oluyor. Üzerinde istediğimden ayrı, dikkati dağıtacak orantısız bir parça bulunmaz, şekiller her yönüyle düşünülmüş ve kendi içinde bir bütün olmuştur. Kendi içinde gözü rahatsız edecek ayrıntılar olmadığı için görsel olarak ince olmalarına rağmen güçlü ve tok dururlar. Kullanımda da porselen seramikten çok daha sağlamdır. Çünkü yüksek derecelerde fırınlanıp zinterleşirler. Ancak çok sert bir darbeye maruz kalmaları gerekir kırılmaları için. Kırıldıklarında da seramiğin aksine ufalanmak yerine bir kaç büyük parçaya bölünürler.

-Tasarımın Türkiye'deki macerasında eksik olan şeyler neler, ne gibi sıkıntılar yaşıyorsunuz, artıları eksikleriyle bir resim çizebilir misiniz bu konuda?

Tasarımın kağıt üzerinde, eskiz ya da masalarda maket olarak kalmasını engellemek için üretime geçmemiz gerekiyor. Porselen, cam, ahşap, gümüş ve daha başka diğer materyalleri işleyebilen ustalar birbirinden çok kopuk çalışıyor. Aslında bizim ihtiyacımız olan şey bu ustaları eğitimli bir ekibe dahil ederek, bilgilerinden tasarımcıların faydalanmasını sağlamak olmalı. Bu ustalar ancak böyle düzenli bir organizasyonun içinde bulunduklarında bilgilerini verimli paylaşabilirler. Bugün benim tanıdığım pek çok ustanın bilgileri yalnız kendi hafızalarında duruyor. Bizde not almak, yapılan testleri, örnekleri arşivlemek, bunları en azından etiketleyip bir kutuya, dolaba koymak gibi alışkanlıklar mevcut değil. Bu elbette büyük bir bilgi israfı. Aslında bu konuda herkese biraz da hak vermek gerekiyor çünkü hem zanaatkar hem de esnaf olmak, her ikisini bir arada yapmak oldukça güç bir iş. Bu iki iş nispeten büyük bir organizasyonda birbirinden ayrılsa, çok daha verimli çalışmalar çıkar. Benim tecrübelerimden gördüğüm ustalar tasarımcılarla ya da diğer zanaatkarlarla her zaman sözlü olarak çok iyi iletişim kuramıyor. Ama ne zaman ellerinin altında bir maket ya da yarım işlenmiş bir ürün var, o zaman elleriyle inceledikleri bu ürün hakkında ortak bir anlatıma başlıyorlar. Zanaatkarlar anlatımda da yine görsel bir modele ihtiyaç duyuyor. Bu çok ilginç ve bunun gibi bazı incelikli ayrıntıları görebilmek, bunları tanımlayabilmek önemli. Bizim avantajımız her türlü materyali işleyebilecek ustalara ve üretim tarihine sahip olmamız ama ben bunu etrafta dağınık duran kitaplara benzetiyorum. Onları bir kütüphane gibi aynı çatıda toplayabilecek organizasyonların eksikliğini hissediyoruz.

-Bir de Sahi ile birlikte bir yola çıktınız.

Sahi İstanbul’un kurucusu Çiçekten Yeşilkaya bizden ve nitelikli üretimlerimizden, estetik değerlerimizden, mesleğine hakim incelikli tasarımcıların ve sanatçıların üretimlerinden bir marka yaratıyor. Tarihimizi, sanatçılarımızı, kültürümüzü tanıyan ve işini net bir düşünceyle yapan kişileri seçiyor. Düşünerek, ince elenerek sunulan ve bizden olan son derece cezbedici bir koleksiyon oluşuyor burada. Aynı idealleri, estetik zevkini paylaştığım kişilerle işbirliği yapmanın avantajını da ‘’Sahi’’de yaşıyorum.

www.manayildiz.com

www.sahi.com.tr


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler