İşçi Sınıfı ve Üretimden Gelen Gücün Kullanımı

İşçi Sınıfı ve Üretimden Gelen Gücün Kullanımı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 04.02.2010 - 06:58

Tuzla tersanelerindeki direniş deneyimi, kamu çalışanlarının uyarı grevi, demiryolu işçilerinin işten atılan arkadaşlarının işe iade edilmesi için yürüttükleri sonuç alıcı grev, itfaiye işçilerinin direnişi, 17 Ocak Sıhhiye mitingiyle birleşince emekçi sınıfların haklı mücadelesine yönelik desteğin giderek somut hale geldiği gözlemlenebiliyor.

Yazının başlığında geçen kavramlar ülkenin gündeminden çıkalı sanki asırlar geçmiş gibi bir izlenime kapılıyor insan. Sanki bu ülkede hiç 15-16 Haziran direnişleri, Tariş eylemleri, 89 büyük işçi yürüyüşleri yaşanmamış gibi… Küreselleşmeden, sermayeden ve özelleştirmeden yana; sendika, dayanışma ve emek karşıtı söylem ve tutumlar o kadar kanıksanıp içselleştirilmiş durumda ki, sınıfsal yaklaşımlar ve kavramların kullanımı sanki uzaylı görmüşçesine şaşkınlıkla karşılanıyor.

Oysaki işçi sınıfının insanlık tarihinin sahnesine çıkışının üzerinden neredeyse üç asırlık bir zaman aralığı geçmiş durumda. Sanayi devrimiyle yaygınlaşan fabrika sistemi kapitalist üretim tarzına damgasını vuracak iki toplumsal sınıfın doğuşuna da kaynaklık ediyordu. Üretim araçlarının mülkiyetini ele geçirerek toplumsal artığa el koyan burjuvazi ve ücret karşılığı satacak emeğinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayan işçi sınıfı.

Maliyet düşüşleri

19. yüzyılın ilk yarısına kadar devam eden süreç içerisinde sermaye birikimi bir yandan teknolojik gelişmenin yarattığı maliyet düşüşleri, diğer yandan da işçi sınıfının insani koşullardan uzak bir ortamda aşırı derecede çalıştırılmasından kaynaklanarak daha önce görülmedik boyutlara ulaştı. Kapitalizm olarak adlandırılan bu yeni üretim tarzı geniş çalışan kesimler açısından dramatik sonuçlar doğurmaktaydı. Düşük ücretle çalıştırılabildikleri için kadınlar ve çocuklar yoğun olarak dokuma gibi hafif sanayi dallarında istihdam edildiler.

İş güvencesinden yoksun

Daha önceki dönemlerde açık alanlarda, hava koşullarına bağımlı olarak doğal ortamlarda çalışmaya alışmış olan kırsal nüfus, topraklarından sökülüp mülksüzleştirilerek kentlere sürülüyor ve çevre kirliliğinin ilk örneklerinin yaşandığı bu yeni gelişen mekânlarda kadın, erkek, çocuk demeden iş kazalarının, pisliğin, gürültünün yoğun olduğu kapalı ortamlarda durmaksızın günde 15-16 saate varan sürelerde çalıştırılıyorlardı.

İşbölümünün ve uzmanlaşmanın artmasıyla birlikte aynı işi bıkıp usanmadan tekrarlayarak ve paydos zilini bekleyerek çalışmayı sürdürmek zorunda kaldılar. Fabrika dışına çıktıklarında en temel belediye hizmetlerinden bile yoksun olarak yaşadılar. Altyapısı bulunmayan tek göz odalarda 6-7 kişinin bir arada yaşadığı sağlıksız ortamlarda barınmaya çalıştılar. Sosyal güvenlik sisteminden, iş güvencesinden yoksun olarak geçimlik düzeyde çalışmak zorunda kaldılar.

Sanayi devriminin ilk döneminde, emek güçlerinden başka satacak bir şeyi olmayan ve tümüyle piyasaya bağımlı hale gelen işçi sınıfı yaşadığı sorunların kaynağının fabrika sistemi ve makineler olduğunu düşündü. Bu nedenle makine kırıcılık denilen sabotaj eylemlerine girişti. Daha sonra sorunun makinelerden değil, emek gücünün sömürüsü üzerinde yükselen kapitalizm olduğunu fark ettiler. Böylece çözümü birlikte hareket etmekte, örgütlenmede ve dayanışmada buldular. Sendikalarını kurdular, taleplerini dile getirdiler.

Kapitalist üretim tarzı içinde yok sayılamayacak üretim güçlerinden biri olduklarını anlamaya başladılar. Bunu anlamalarında kitlesel direnişlerin, grevlerin ve genel grevlerin payı büyük oldu. Çalışmayı durdurduklarında üretim gerçekleşmiyor, toplumsal artık üretilmiyor ve kapitalistin elde ettiği kâr ortadan kalkıyordu. Öte yandan, “üretimden gelen güçlerini kullandıklarında” ücretlerini arttırabiliyor, iş güvencesini sağlayabiliyor, sosyal güvenlik sistemine dahil olabiliyor, refah düzeylerini yükseltebiliyor ve kimi zaman da rejimi tehdit eder hale gelebiliyorlardı. Emek yanlısı pek çok kazanım böylesi bir tarihsel süreçten geçerek günümüze kadar ulaştı.

Kazanımlar yok edildi


Yeni liberal politikaların saldırısıyla şekillenen son çeyrek yüzyıl içinde ise sadece toplumsal artığın farklı araçlar kullanılarak yeniden bölüşümüne uluslararası düzeyde tanıklık edilmekle kalınmadı, aynı zamanda kapitalizmin bebeklik çağını anımsatan bir vahşileşmeye geri dönüşün izleri de açıkça gözlemlendi. İşçi sınıfının uzun ve zahmetli bir süreçten geçerek elde ettiği kazanımlar teker teker ortadan kaldırılmaya çalışıldı.

Çalışma saatleri uzadı, işçiler sendikasızlaştırıldı, esnek çalışma koşulları getirildi, iş güvenliği kayboldu, reel ücretler düşürüldü, sosyal güvenlik sistemi budandı, işsizlik bir tehdit olarak çalışanların önüne konuldu. Kısacası, 19. yüzyılın vahşi kapitalizmine yeniden geri dönüldü. Bu süreç kapitalizmin kaçınılmaz ürünlerinden biri olan ve kendini belirli aralıklarla tekrarlayan iktisadi krizlerle birlikte küresel düzeyde yaşanıyor. İktisadi kriz ortamları toplumsal sınıfların mevcut güç dengelerini bozucu ve yeniden düzenleyici bir etki yaratıyor. Krizin boyutları kapitalist sistemin yeniden yapılanma ve düzenleme çabalarına uğramadan daha ileri noktalara ulaşabildiğinde ise, iktisadi kriz siyasi uzantıları da bulunan bir tür toplumsal krize dönüşebiliyor. Kriz öncesi dönemlerde önemini yitiren, anlamlı gözükmeyen pek çok olgu, kavram krizle birlikte değişen konjonktürde yeniden anlam kazanabiliyor. Son günlerde sıklıkla duymaya başladığımız işçi sınıfı, sınıf dayanışması, üretimden gelen gücün kullanılması, genel grev, uyarı grevi, genel direniş gibi kavramları bu çerçevede değerlendirmek olanaklı gözüküyor.

Genel olarak yaşamları boyunca merkez sağ partilere oy vermiş, geleneksel yaşam tarzlarına sahip TEKEL işçilerinin deneyimi de bu dönüşümün somut göstergelerini sunuyor. Daha önce sınıf kavramını ağzına bile almayan işçilerin içlerinden gelerek ve ne anlama geldiğini gayet net bir şekilde kavrayarak “yaşasın sınıf dayanışması” sloganına sarılmalarının üzerinde hassasiyetle durulması gerekiyor.

Tuzla tersanelerindeki direniş deneyimi, kamu çalışanlarının uyarı grevi, demiryolu işçilerinin işten atılan arkadaşlarının işe iade edilmesi için yürüttükleri sonuç alıcı grev, itfaiye işçilerinin direnişi, 17 Ocak Sıhhiye mitingiyle birleşince emekçi sınıfların haklı mücadelesine yönelik desteğin giderek somut hale geldiği gözlemlenebiliyor. Kendisine “elveda” denilmesinin üzerinden tarihsel anlamda çok kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen, en azından bu topraklarda işçi sınıfının daha henüz son sözünü söylemediği ve onun da üretimden gelen bir gücünün olduğu yeniden anımsanıyor. Duymak ve görmek isteyenler için tabii ki...


Hakan MIHCI / Hacettepe Üniversitesi, İktisat Bölümü öğretim üyesi


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler