Karanlıktan çıkmak Cumhuriyetle... (10.11.2020)
Cumhuriyet devrimlerinin, yurttaşlık bilincinin benimsetilip yaygınlaştırılmasında işlevsel kurum olarak başka Halkevleri, Köy Enstitüleri geliyor. Bu ikisi Anadolu Aydınlanmasının eylem kolunda önemli adım oldu. Enstitülü, edebiyatıyla da kanıtladı bunu...
Köy enstitülü yazarların son temsilcilerinden Feyzullah Ertuğrul’a…
Onlar, karanlığa karşı yürüyüp karanlığı bastırabildiler. Kim onlar? İlki Halkevleri, nitekim kuşaklar arasında köprülük görevini sürdürüyor hâlâ. Tiyatro tarihimizde özel konum sergiliyor bu nedenle yeğin eşik halinde. İkincisi Köy Enstitüleri, taşıyageldiği eğitim, örgütlenme vb. işlevleri dışında enstitü çıkışlı yazarlarla edebiyatta da çok önemli bir kanal/yatak oluşturuyor.
Ancak kişisel gözlemime göre bir kesim okur, enstitü çıkışlı yazarlara karşı yalınkat tutumla uzaklık duygusu yayan soğuk duruş sergiliyor. Enstitülü kalemlerin, yazınsal yoğunluktan uzak, düşük nitelikli yapı kurdukları, bir örnek tutum sergiledikleri kanısını taşıyorlar görece. Bu tutum kimi yazın tarihçileriyle eleştirmenlerin bunu destekleyip büyüten yaklaşımından besleniyor kuşkusuz.
Köy Enstitüsü çıkışlıların ortaya koyduğu, 1950 Kuşağı öykücüleriyle İkinci Yeniciler arasında sıkışıp kalmış, gereğince kavranıp değerlendirilmemiş bir edebiyat damarı var. Daha önceleri “Enstitü Beşlisi” başlığıyla anıp üzerlerine yazdığım Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Talip Apaydın, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, bir açıdan topluluğun öncülerini oluşturuyor. Daha sonra buna örnekse Ümit Kaftancıoğlu, Adnan Binyazar, Osman Şahin vb. yazarlar da katılıyor.
Şu da var; bir kesim okurun, beğendiği yazarı at gözlüğü haline getirip hep tarhana bulgur okumak konusunda üstüne yok. Oysa edebiyat bütünlük içinde alınmak zorunda değil mi? İşte Literatür Yayınları şimdilerde bu yazarları yapıtlarını dağarına katıyor da önemli bir eksikliği gideriyor. Enstitü Beşlisinden şair Başaran veya yazar Mehmet Başaran da böyle gelmiş oldu okur önünde.
BAŞARAN / MEHMET; ŞAİR, ÖYKÜCÜ, ROMANCI, DENEMECİ
Mehmet Başaran, köy enstitüsü çıkışlı kimi yazarlarda görülegeldiğince düzayak bir anlatıma sığınmıyor hiçbir zaman. Bir anı aktarımından, başına gelenleri “hikâye ediverme” yaklaşımından ayrılan, hatta görece bunlara uzak duran bir öyküleme getiriyor denebilir yazar. Anlatılarında “imgesel çağrılar”a açtığı alan bunu gösteriyor. İmgeleme, bu doğrultuda anlamı yoğunlaştırma, metni arındırıp sıkılama Mehmet Başaran öykülerinin dikkat çeken yanı. Diyeceğim onun öyküleri modern yapıda çatılıp kurulmuş metinler.
Bunları dilsel zarafetle köpürtebiliyor o. Şairliğini de bu öykücülüğün arabasına koşuyor çünkü. Kim bilir kaç bin körüğün alevinde nar gibi kızartılmış, örste kaç bin kez dövülmüş, bileyi taşında nasıl da bilenmiş bir dil. Özenli söz dizimleri, şaşkınlığa uğratan sözcükler, farklı kullanımlar, şairlere özgü sıçramalı anlatım öykülerdeki yüksekliğin somut gösterenleri.
Anlatan öyküleri yok mu peki yazarın? Var elbette. Anlatıverme iştahına dönük bu çaba, yapıtın zayıf yanı kuşkusuz. Hatta yalnız olay aktaran, üstelik bir açıdan bilinçlendirme çabası içinde görünen, sıradan öyküleri de var Mehmet Başaran’ın. Ama bu arada gerekirliklerinin yerli yerinde durduğu “Çukurcu Tahir”, “Çakıcı Nerede?” vb. (Aç Harmanı) bir iki öykünün, döneminde âdeta Faulkner esinlemesi olarak Türkçede erken bir Marquez iklimi havası yaydığı bile öne sürülebilir. Yoğun coşumculuk, içe işleyen yoğun hüzünle birlikte.
Bu yazarlar, aydınlanma yolunda kuramla, eğitimle, örgütçülükle ilgilendiği kadar kuşaktaşlarının yazınıyla da ilgilenebilseydi bugün çok başka bir “köy edebiyatı” duruyor olabilirdi karşımızda. Söz gelimi Faruk Duman gibi örnekçe bağlamındaki bir yazarın yolu çok daha öncesinde açılabilirdi pekâlâ.
Yetmiş yıl önce yayımladığı ilk şiir verimi Ahlat Ağacı’nda (1953) ağaç eğretilemesi eşliğinde doğayla insanı bütünsel açıdan alırken Hikmet Birand, Alıç Ağacı ile Sohbetler’i (1968; 2014) henüz kaleme almamıştı. Tabii Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı da (2018) yoktu henüz ortada.
Şair Başaran ya da öykücü, romancı, denemeci Mehmet Başaran, kuşağın yarattığı bu edebiyatın düzeyini gösteren “imza” bağlamında, artık karşımızda!
ÖYKÜDENLİK…
Özgür Soylu; Öyküde Nefeslenme “Eğer Tesadüf Değilse”
Köy enstitülü yazarlarla onlardan bir kuşak sonra öğretmenlik yapanların çocukları da yazar konumuyla nicedir yazın dünyamızda adlarından söz ettiriyor. Dursun Akçam’ın ardından Alper Akçam, Mustafa Gazalcı’nın ardından Can Gazalcı, daha niceleri anımsanabilir. Kuşak ardılı öğretmen Fahrettin Soylu’dan sonra Özgür Soylu da, üçüncü öykü kitabıyla bunlar arasında anılabilir: Eğer Tesadüf Değilse (Poesis, 2020).
Özgür, on beş yıllık öykü birikimi olan bir yazar. İlk öykü kitabı İyi Yolculuklar’da (2006) daha çok alaysamalı bir “yerel” bakış, yaklaşım kendini gösteriyordu. Son öyküler toplamı bundan izler taşısa da yabancılaştırmayı hedef aldığı, “humor” diyebileceğimiz “kurgusal” bir alaysamayla karşımıza çıktığı açık onun. Böylece kendi öykülemesini de yeniliyor Özgür enikonu.
Çünkü rastlantılar yoluyla yaşanabilecek yabancılaştırmalar odağında açık biçimle yapılandırdığı bu öykülerinde, üstelik öykü yazarlığı konusunu da işe katıp grotesk uçlara taşıyabiliyor. Böylece kendi öykücülüğünü yeniliyor yazar.
Özgür Soylu, Eğer Tesadüf Değilse deyip okurlar kadar öykü yazarlarına da sesleniyor böylece.
www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu