Kayıhan Güven’e bir selam, bir gezinti ve bir dilek…
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi, MİHA’nın efsaneleşmiş hocası, öğrencilerinin ve Cumhuriyet Ailesi’nin kadim dostu Kayıhan Güven’i, bize veda edişinin ardından çok sevdiği İstanbul’da, sık sık uğradığı rotalarda izini sürerek selamlıyoruz.
Fotoğraflar: Kayıhan Güven
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bizim için okuldan çok hayat okuluna çeviren kıymetli hocamız, yol arkadaşımız, biricik dostumuz Kayıhan Güven’in elinden tutup Cağaloğlu’ndaki Cumhuriyet Gazetesi’ne getirdiği öğrencilerinden biri de bendim. Marmara İletişim Haber Ajansı (MİHA) ile başlayan Cumhuriyet Dergi maceramız, aynı çatı altında yanılmıyorsam 20 kuşak boyunca devam etti. İlk haberlerimizin, ilk röportajlarımızın, ilk heyecanlarımızın adresiydi Cumhuriyet Dergi. Yaz kış, bayram, tatil, akşam karanlığı demeden yazılarımızı diskete kaydeder, seçtiğimiz negatifleri, Dia’ları beyaz bir A4 kâğıda yapıştırır yahut zarfa koyar Babıâli Yokuşu’nun yolunu tutardık. Kapıdaki güvenlik görevlilerinden başlardı selamlaşmalarımız; sonra sola dönüp sırasıyla Bilim Teknik ve Kitap eklerinin değerli yüzlerini, Eğitim Servisi’ndeki arkadaşlarımızı selamlamaya devam ederek derginin konuşlandığı köşeye varırdık. Spor Servisi’nin hareketliliği hemen yanı başımızda olur, onlarla da muhakkak tebessümlerimizi karşılıklı sunardık. Tüm bu selamlaşma merasimindeki tanışıklık duygusu, bize öğrenciliğimizi, acemiliğimizi, dışarıdan gelişimizi unutturur, kendimizi evimizde, bildiğimiz işi yapıyormuşuz gibi hissederdik.
Bir yuvamız MİHA idiyse kuşkusuz ki ikinci yuvamız da İpek Çalışlar, Berat Günçıkan ve Aynur Çolak’ı her gördüğümüzde kucaklamak istediğimiz Cumhuriyet Dergi’ydi. Birlikte nice dersler yapıldı, mesailer bölüşüldü, yeni yıllar kutlandı, doğum günü sürprizleri hazırlandı, başarılara imza atıldı, sevinçler paylaşıldı, kaybedilen dostların yası tutuldu, bol bol hatıra fotoğrafları çekildi, dergide çıkan her röportaj arşivlerde özenle yerini aldı… O röportajlar ki bize ustalarımız Yaşar Kemal’den, Fikret Otyam’dan, Sait Faik’ten emanetti. O röportajlar ki bir zamanlar Kayıhan Hoca’mızın, dostu Necati Güngör ile Cumhuriyet sayfalarına taşıdıkları hikâyelerin hevesli birer izcisiydi… Hepsinin hatırası bizimdir. Ve şimdi, seneler sonra Kayıhan Hoca’yı burada anmak, zor olduğu kadar tüm bunlardan ötürü çok da kıymetli… Ne mutlu ki editörümüz Hilal Köse, o yıllardan da Marmara İletişim’den de bir dostumuz yine…
Kayıhan Güven
Anlatmak, ama nasıl?
İyisi mi pandemiyi unutalım ve bir Şubat gününde, sokaklarda hocamızın peşine takıldığımızda nelerle karşılaşırdık, onları birkaç adımda hatırlayalım. Neden sokaklar peki? Çünkü onunla en kolay karşılaşabileceğimiz yerler sokaklardı. Gidişinin ardından, son bir aydır hakkında haberleştiğim pek çok kimsenin onu en son şurada, şu sokakta gördüm demelerinin sebebi de bundandır. Başka neresi olabilirdi ki zaten? Boynuna astığı fotoğraf makinesi, yüklendiği onca kitabı, gazetesiyle Kayıhan Hoca bizim için bu şehirde dolaşmaya devam edecek, biz de peşi sıra kâh sokaklarda kaybolup kâh yolumuzu bulacağız…
Bir ada: Burgazada
Burgazada’nın Kayıhan Hoca’nın kişisel tarihinde özel bir yeri olduğu gibi her kuşaktan Mihalıları senede en az bir kez Martha Koyu’na, Kalpazankaya’ya, Hristos Tepesi’ne taşımışlığı sebebiyle bizim için de yeri ayrıdır. Hocayla yapacağımız bir gezintide adanın Rumları, balıkları ve mezeleriyle ünlü Barba Yani, Sait Faik’in kahramanları da kolumuza girer, köpekler, kediler peşimize takılır. Ergün Pastanesi’nin milföy pastalarına Hristos Manastırı’na göz kulak olan Sivaslı ailenin ikram ettiği gelincik şerbeti eşlik eder. Şubat ayında mimozaları Burgaz’da ağaçta görmek paha biçilmezdir ya her ne kadar kıyamasak da bir demetini masamıza götürmekten de alıkoyamayız kendimizi…
Bir semt: Beyoğlu
Haberlerimizi arayıp bulduğumuz, okul, iş ve ev arasında soluklanıp hayata karıştığımız ve Kayıhan Hoca’yla en çok anı biriktirdiğimiz yerdir Beyoğlu… Atıf Yılmaz Caddesi’ndeki Havai Lostra Salonu’nda yahut bir arka sokağındaki Üçüncü Mevkii’de, Balık Pazarı’ndaki Reşat Balık’ta, Feridun Amca’lı Üç Yıldız’da, Aslıhan Pasajı’ndaki sahaflarda, Yapı Kredi kitapçısında ve sergi salonlarında, Pera Müzesi’nde, Osman Hamdi Bey’in tabloları karşısında, Hazzo Pulo’daki çaycı Mustafa Amca’da veya kahveci Manda Batmaz’da, kiliselerde, pasajlarda, daha burada sayamayacağım pek çok köşesinde, esnafıyla, seyyar satıcısıyla muhabbetlerde Kayıhan Hoca’dan bir iz muhakkak vardır. Bugünden bakarsak onu bazen Ağa Camii’nin önünde Pala Şair’le sohbet ederken, bazen Narmanlı Yurdu’nun mor salkımlarını fotoğraflamaya çalışırken görmek bizim için şaşırtıcı olmayacaktır. Bir başka sefer Tünel’deki Alman Kitabevi’nden çıkarken karşılaşırız hocayla ya da Şimdi Kafe’de, Helvetia’da, Sofyalı’da bir şeyler atıştırırken ona eşlik ederiz ve elbette İmroz’un Yorgo’suna, Çiçek Pasajı’nın Madam Anahit’ine selamlarını iletiriz.
Rum mezarlığı
Bir macera: Eminönü
Kayıhan Hoca her an fotoğraf peşindeydi, ama bazı zamanlar kendi tabiriyle “fotoğraf avına” çıkardı. İşte bunun adresi de genellikle Eminönü olur. Burada gördüğü her şey, hayata karşı iştahını ve merakını kabartır, deklanşörüne basma anları da adımları da hızlanır. Mideyi şenlendirmek için Kozluca Han’ın önündeki ciğerci, Hallaç Abdurrahman Sokak’taki Uludağ Kebapçısı, Mısır Çarşısı’ndaki Pandeli tek geçilir; Vakıflı’dan alınanlarsa eve götürülmek üzere çantaya atılır. Rüstempaşa Camisi ve Valide Han avluları bir nefeslik mola duraklarıdır. Olmazsa olmaz iki fotoğraf durağı ise Kızılay Han’daki Kristal ve Sirkeci Hayyam Pasajı’ndaki Macro’dur. İlkine fotoğraflarını bastırmak, ikincisine ekipmanları için uğrar… İstanbul’daki, Türkiye’deki, dünyanın bir ucundaki adreslere yollayacağı güzel fotoğraflar için de istikamet Büyük Postane! O fotoğraflar bugün her birimizin evinden, bir çekmeceden, bir kitap arasından, bir hatıra kutusundan çıkarak, duvarlarımızı, masalarımızı süsleyerek bizi sürekli maceralara ve İstanbul’a davet eder…
Bir çarşı: Kadıköy Çarşısı
Şimdi kıta değiştirme vakti; vapura atlayıp Kadıköyü Çarşısı’na doğru yol alalım bakalım… Kayıhan Hoca’yı şekerlemeci Cafer Erol’un kapısında rahatlıkla bulabiliriz. Çarşı boyunca dükkânlar arasında gezinerek kim bilir kaçıncı kez aynı soruyu sormuştur: Sahi, Kadıköyü Çarşısı’nın bir ruhu var mı? Hocaya göre vardır elbet ve o ruh alır hocayı ta çocukluğuna kadar götürür. Çarşı esnafı da katılır ona… Cafer Erol’da yoksa balıkçı tezgahlarından birinde mevsim balıklarını kıskançlıkla izliyor, satıcıyla tarif yarışına giriyor da olabilir. Bir imkanını bulsa kapar bir kilo hamsiyi, oracıkta kendi usulünce pişirir ve hemen mideye indirir. Neyse ki çarşı, lezzetti balığın adresleriyle dolu da bunu yapmasına gerek kalmaz. Çarşı’nın öksüz kazı Rodi’yi selamladıktan sonra Beyaz Fırın’a da bir göz atar, nasılsa orada tattığı poğaçanın tadı hep damağındadır. Eski kitaplar, dergiler, fotoğraflar hocayı sahaflara da çekecektir. Bir ihtimal daha vardır, o da balık üstü tatlı için Baylan Pastanesi… Şimdi Kup Griye ile bir başka İstanbul’a dalma vaktidir.
Bir yolculuk: Boğaziçi
İçinde Boğaziçi yolculuğu olmayan bir gezinti bizi İstanbul’dan da Kayıhan Hoca’dan da uzak düşürür. İster vapurla iki kıta, iki yaka arasında gidip gelerek ister belli bir rotayı otobüsle, dolmuşla, yürüyüşle tamamlayarak… Onun tercihi Beşiktaş’tan Rumeli Kavağı’na uzanmak olur kesin. Atlı tramvaylar ve borazancılarla başlar yolculuk… Kuruçeşme’de kömür iskeleleri, Arnavutköy’de mis kokulu çilekler, Rumelihisarı’nda balık – ekmek, Emirgan’da kâğıt helva derken ve arada da Çelik Gülersoy, Salâh Birsel, Hagop Mıntzuri, Serim İleri gibi yazarlarla bolca laflarken kendinizi son durakta, Rumeli Kavağı’nda bulursunuz. Hocamız, burada karşılaşacağınız o güzelim İstanbul manzarası karşısında yükseldiğinizi hissedersiniz der. Tecrübeyle sabittir.
Bir anı: Haydarpaşa
Bugünlerde İstanbul’a beklenen kar yağdı ya, insan ister istemez karlı İstanbul anılarına düşüyor. O efsane kar yağışlarından biri 2008 yılında olmuştu ve Kayıhan Hoca üşenmeden şehri turlayıp sonunda da bizi şaşırtan fotoğraflarla çıka gelmişti. Bir fotoğrafta Haydarpaşa Garı karlar altındaydı, hepimiz bir süre bakakalmıştık. Anlattığına göre, yoğun kar yağışıyla görünmez olan garın ana kapısı, helikopterlerle su sıkılarak anca açılmıştı. Biz de bu haberi yutmuştuk. Hocanın muzipliğini biliyorduk bilmesine de fotoğrafın Miniatürk’ten olacağını düşünememiştik… Dediği gibi fotoğraflar da bazen yanıltır…
Bir tutku: Röportaj
Kayıhan Hoca’nın röportaj tutkusunu, dostları, meslektaşları, öğrencileri, İstanbul’un kaldırım taşları, Kakava’nın şenlik ateşi, Kars’ın iliklere kadar işleyen soğuğu, Afrodisias’ın Romalı sütunları, Troya’nın gizemli katmanları, Anavarza Kalesi’nin yılanları bile bilir. Yaşar Kemal’in izinden giderek öğrencilerini kuşaklar boyu unutulmuş bir yazı geleneğinin etrafında bir araya getiren, bir emanet misali röportajı eski kuşaklardan yenilerine aktaran hocamız, bu alanın akademideki belki de son temsilcisiydi. O da tıpkı ustamız Yaşar Kemal gibi “Türkiye demokrasisinin, memleketi adım adım dolaşarak tanıklıklarını aktaracak röportajcılar sayesinde” gelişeceğine inanıyordu. Kuşkusuz aynı şey basın sektörü için de geçerliydi... Röportaj, bugünkü basında, özgür tanıklıklarıyla kendine yer bulabilir mi bilinmez ama hocanın işinin de hayatının da hep merkezindeydi. Bu tutkudan geriye, çoğu Cumhuriyet Dergi’de yayımlanmış, yüzlerce röportaj, onlarca kitap ve sergiler kaldı.
Bir dilek: Paşabahçe
Bu yazıyı bir dilekle sonlandıralım: Kayıhan Hoca’nın çok sevdiği, adını sanını, huyunu suyunu, hikâyesini bildiği Paşabahçe vapuru, uzunca bir süre unutulmaya, çürümeye terk edilmişti. Bu süreçte hocamız, öğrencileriyle birlikte seneler boyu vapurun izini sürmüş, kurtulsun diye haberlerini yapmış, fotoğraflarını çekmiş, belki bir umut ışığı doğar diye Rahmi Koç’a, Orhan Pamuk’a mektuplar yazmış, Açık Radyo’da Ömer Madra’nın konuğu olmuş, son olarak Paşabahçe’nin feryadını duyuran bir kampanya da başlatmıştı. Vapur, İBB tarafından korumaya alındı, haberi sevinçle karşılamıştı... Paşabahçe yıl sonunda bir müze vapur olarak seferlerine başlayacak belki… Hocamızın tüm sevgisinin ve çabasının yakın tanığı İstanbullular olarak dileğimiz, Paşabahçe’de Kayıhan Güven’in bir köşesinin, hatırasının olmasıdır. Bu dilek, bu hayal, bunca genç gazeteciyle durmadan İstanbul mesaisi yapan, insanlara yerel yönetimlerin beceremediği kadar çok İstanbul sevgisi aşılayan ve bu şehirle arkadaş olmamızı sağlayan bir İstanbul aşığı için çok mudur ki?
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İki ünlü markanın balları sahte çıktı!
- 'Üs bölgesi' kamera görüntüleri ortaya çıktı
- Atatürk 'sticker'ına basan kişiyi uçarak dövdü
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- 'Sessiz katil' konusunda önemli uyarılar
- Yazarımız Meydan'dan, Acemoğlu'na 'Atatürk' yanıtı
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Alnı secdeye düşenlerin iktidarında...'
- Bahçeli'nin videosu neye işaret ediyor?