Kısa güzeldir
MUBI’de izleyiciyle buluşan ve her biri günümüz sinemasının usta isimlerine ait olan üç kısa film salonlardan uzak kaldığımız şu dönemde ev sinemasını farklı bir boyuta taşıyan izleme deneyimleri sunuyor. Luca Guadagnino, Yorgos Lanthimos ve Peter Strickland’in filmleri kısa filmin sınırlarını zorlarken bir yandan da üç sinemacının farklı yollar kat ederek geldikleri noktada sinemanın düşselliğini araştırıyor.
Sinemada kısa film edebiyatta öykünün karşılığı mı? Bu satırları yazmaya başlarken aklıma gelen ilk sorulardan birinin bu olması boşuna değil elbette. Sıkılıkla öykünün romana giden bir yol olduğunu sanmakla kısa filmin de uzun metraj filmlere giden yolda zaruri bir basamak olduğu yanılgısı benzer bir algının ürünü gibi gelir bana. Hatta bu sinemada çok daha yaygın bir algı, çok daha vahim bir hata bana sorarsanız. Öykü ve roman arasındaki ilişkiye uzun uzun girip kaybolmaya (ve sizi de kaybetmeye) niyetim yok ama kısa film denen türün başlı başına bir biçem olduğunu anlamadan sinemaya dair de kavrayışımız hep biraz eksik kalacak sanki. MUBI’de Yorgos Lanthimos, Peter Strickland ve Luca Guadagnino’nun kısa filmlerini izledikten sonra bunları düşündüm işte.
Yorgos Lanthimos imzalı “Nimic”in başrolünde ABD’li oyuncu Matt Dillon var.
KISA VE TUHAF
Üç usta sinemacının filmlerini izlerken ‘tuhaflık’ meselesi ilk öne çıkanlardan biriydi benim için. Tuhaf benim adıma olumlu çağrışımlar içeriyor, en azından sanatsal bağlam içinde. Hiçbir şeyi açıklamaya ya da analiz etmeye yeterli değil elbette ama izlerken sizde uyandırdığı o tanımlanması güç duyguyu belki bir parça tarif edebilir diye düşünüyorum. Şunu da belirtmeliyim; gerek Strickland gerekse Lanthimos zaten bugüne dek bu tuhaflık duygusunu alabildiğine uyandırmış sinemacılar, yeni değil onlar için. Tuhaf ya da acayip gibi sözcükler, onların filmlerini bir başkasına anlatmak için sıklıkla tercih ettiğimiz kavramlar. Zaten her iki sinemacıyı da bugün sinefiller gözünde bir şekilde benzersiz kılan özellikleri kendilerine ait bir dil oluşturma çabaları, ke4ndi özgün yollarını bulabilmiş olmaları değil mi?
Lanthimos’un “Nimic” adlı filmi edebiyatta ve sinemada çok örneklerini gördüğümüz bir doppelganger (ikiz hayalet desek? ) hikayesi. Bir oda orkestrasında çello çalan bir aile babası (Matt Dillon) günün birinde metroda bir kadına saati sorar ve aldığı yanıt aynı soruyu kadının ona sorması olur. Bu andan itibaren kadın adamı takip etmeye ve onu birebir taklit etmeye başlayacak ve sonuçta onun kimliğini (benliğini, hayatını, işini, her şeyini) çalarak yerini alacaktır. Kimlik meselesi Lanthimos’un oldum olası temel izleklerinden, burada da aynı minvalde ilerlemesi şaşırtıcı değil elbette. Başlangıçtaki jenerikten (tam burada şunu belirteyim, her üç filmin de jenerikleri özel kodlar içeriyor kanımca) itibaren bu kaybolan, değişen, bozulan kimlik meselesini ele alan Lanthimos 11 dakikalık filmi kara mizahla ve müzikle de harmanlayarak bir oya gibi işliyor. İzlerken ve izledikten sonra uzunca bir süre geçmeyen tuhaflık hissi ise cabası.
Peter Strickland’ın siyah beyaz kısa filmi “Cold Meridian” yönetmenin deneysel tarzının mükemmel bir örneği.
KISA VE DENEYSEL
Peter Strickland sinemasında ses başat unsurlardan biri. Onun 2012 tarihli filmi “Berberian Sound Studio”yu ya da 2014 yapımı “The Duke of Burgundy” adlı filmini izlemiş olanlar bu dediğimi anlayacaktır; hatta ikincisinin sonunda akan jenerikte listelediği ses kayıtlarını da anımsayanlar onun ne derece bu konuda takıntılı ve titiz olduğunu da teslim edecektir. İşte Londra Kısa Film Festivali’nin bir siparişi üzerine çektiği ve ASMR (Autonomous sensory meridian response, ya da bize tercüme edilmiş haliyle, otonom duyusal meriyen tepkisi) deneyimine dair 6 dakikalık kısa filmi “Cold Meridian”da da yine ses en ön planda yerini almış. Açıkçası ASMR hakkında bu filmi izleyene ve Strickland’ın filmle ilgili sunumu8nu okuyana dek hiçbir şey bilmiyordum. Meraklısı daha derin bir araştırma yapsın elbette, ama kısaca anlatmak gerekirse bazı seslerin (fırçanın saçı tararken çıkardığı ses, kalemin kağıtta çıkardığı ses ya da birinin fısıltıyla konuşurken çıkardığı ses gibi) kişiyi nasıl sakinleştirdiği, huzurla dolduğu, hatta özgün terimiyle beyinsel orgazma ulaştırdığına dair bir teori bu. Sadece bunun için beste yapan müzisyenler var ve Strickland hem müziği, hem sesleri, hem de performans sanatını harmanlayarak siyah beyaz alabildiğine tuhaf ve son tahlilde tam anlamıyla deneysel bir film koymuş ortaya. İçinde günümüzün sosyal medya karmaşasının; distopik bir tasvirin, bireyi gözetlemeye, kontrol etmeye dair aşina olduğumuz imgelerin de yer aldığı etkileyici bir film “Cold Meridian”.
Julianne Moore’un başrolünde olduğu “The Staggering Girl” Valentino’nun kreasyonlarından ilhamla çekilmiş.
KISA VE DÜŞSEL
37 dakikalık süresiyle üç filmin en uzunu olan “The Staggering Girl” (Çarpıcı Kız) Luca Guadagnino’nun Valentino’nun haute couture kreasyonlarından ilhamla çektiği ve son tahlilde uzun bir reklam filmine yaklaşan bir deneme olmuş. Julianne Moore, Kyla McLahlan, Mia Goth, Alba Rohrwacher, Marthe Keller gibi isimlerin bulunduğu güçlü oyuncu kadrosuna rağmen eni çok tatmin etmeyen, düşsel atmosferi dışında üzerimde etki bırakmayan bir film oldu açıkçası. Düşsel demişken şunu da açmak gerek; her üç film de izleyicide düşlere özgü bir izlenim yaratıyor. Lineer bir anlatıma da sahip olsa (“Nimic”de olduğu gibi) bilinç akışı bir anlatıma da (diğer iki filmde buna yakın bir üslup var) o düşsel atmosferi sağlamakta başarılı olmuş sinemacılar. Hatta Strickland filmini siyah beyaz çekerek bu anlamda bir adım ileri gitmiş bana sorarsanız, zira düşleri aslında siyah beyaz görüyoruz, sonradan hatırladığımızda zihnimizde renkleniyorlar. Öte yandan kısa metrajlı bir filmin, hele de deneysel tonlara sahipse, düşsel olmasından daha güzel ne olabilir ki? Her seferinde farklı bir başlangıç noktası anımsadığınız, bir anda kesiliveren, tam anlamıyla anımsamadığınızda bile bir düş gördüğünüz hissini size yaşatan…
MÜZİKLERE DİKKAT
Luca Guadagnino’nun filmi “The Staggering Girl”ün Ryuichi Sakamoto imzalı müzikleri muhtemelen filmin en güçlü unsuru. Daha önce de “Call Me By Your Name” için müzik yapan Sakamoto’nun “The Staggering Girl” için bestelediği ve filmin tuhaflığına büyük bir katkı sunan soundtrack’i dijital platformlarda bulabilirsiniz. Öte yandan tam bir ses manyağı olan Peter Strickland’ın filminde de müzik yine önemli bir yer tutuyor. Tabii ki “Cold Meridian” daha çok ses üzerine olduğu için müzikler bir anlamda geri planda kalmış gibi duruyor ama Blake Hargreaves’ın saatler süren doğaçlamalar sonucu bestelediği ve bir kısmı filmde de kullanılan 11 dakikalık müziğinin tamamını internette bulabilirsiniz. Yorgos Lanthimos’un “Nimic”inde ise başkarakter bir çello sanatçısı olduğu için klasik müzik yer kullanılmış. Şef Lizzy Ceniceros yönetimindeki Orquesta Iberoamericano’nun çaldığı müzikler Benjamin Britten ve Luc Ferrari’ye ait. İşin bir ilginç yanı da ASMR ilhamlı müzikleri sıralayan Strickland’in de adını saydığı bestecilerden birinin Luc Ferrari oluşu.
En Çok Okunan Haberler
- Korgeneral Pekin'den çarpıcı yorum
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Colani’nin arabası
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Komutanları olumsuz görüş vermedi, görevlerinden oldu
- 148 bin metrekarelik alan daha!
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu