Kriz ve Liberal Dogmalar
Günümüz krizinin 1929-30 krizinden farklı pek çok yönü bulunmakta. Her şeyden önce, “küreselleşme” döneminin bunalımı da küresel ölçekte patlak vermiş bulunuyor. Öte yandan, günümüz krizini “ekonomik” veya “finansal” gibi tanımlamaların kalıbına sığdırmak mümkün görünmüyor.
Kriz, günümüzde gündemden eksilmiyor ve kolay kolay eksileceği de yok. Dünya ekonomisinin merkezlerinden gelen akıl almaz haberler birbirini izlemekte. Yıkılmaz görünen dev işletmeler çökmekte, işsizlik rakamları sürekli olarak büyümekte…
Üçüncü Dünya’nın durumu daha da korkunç. Açlık kol geziyor ve yaygınlaşıyor. Bu nedenlerledir ki Güney ülkelerinin pek çoğunda ayaklanmalar başlamış bulunuyor. Avrupa’nın ayakucundaki Yunanistan’da da 15 yaşındaki gencin polis tarafından öldürülmesi, patlamaya hazır barut fıçısına düşmüş bir kıvılcım etkisi yaratabildi.
Perşembenin gelişi
Sonucun bu olacağı bir bakıma işin başında belliydi. 19. yüzyıl vahşi kapitalizminin (yani liberalizmin) diriltilmesi (yani neoliberalizmin hayata geçirilmesi) yolundaki küresel dayatmaların, ülkemizdeki tırmanışının başladığı 24 Ocak 1980’i izleyen bir tarihte Ecevit, CHP bünyesinde “Monetarizm ve Latin Amerika Modeli” konulu bir sunuş yapmam için öneride bulunmuştu. Söz konusu sunuşta varılan temel yargı, neoliberalizmin dünyayı götüreceği sonucun liberalizmin dünyayı sürüklediği sonuçtan farklı olması için görünen hiçbir nedenin bulunmadığı noktasında düğümlenmişti. Şimdi görünen o ki neoliberalizmin doğuracağı sonuçların, çok daha acılı olması olasılığı belirmiş bulunuyor.
Günümüz krizinin 1929-30 krizinden farklı pek çok yönü bulunmakta. Her şeyden önce, “küreselleşme” döneminin bunalımı da küresel ölçekte patlak vermiş bulunuyor. Öte yandan, günümüz krizini “ekonomik” veya “finansal” gibi tanımlamaların kalıbına sığdırmak mümkün görünmüyor.
BM İnsan Hakları Danışma Kurulu üyelerinden Jean Ziegler’in de benimsediği bir ifadeyle, günümüz krizi bir “uygarlık krizi”dir. (L’Humanité, International, 14 Kasım 2008) Batı uygarlığı denilen yapılanma çökmektedir.
Yeni ve gerçek bir uygarlığın doğması kaçınılmaz hale gelmiştir. Aksi takdirde, bu yapılanmanın egemenleri kendileriyle birlikte insanlığın da sonunu getirebilirler.
Krizin nedeni, basit bir mantıkla ve birazcık nesnel bir bakışla bile kofluğunun anlaşılması mümkün olan varsayımlar üzerinde temellendirilmiş bulunan liberal veya neoliberal ideolojinin özündedir. Yıllardır, iktisat derslerinin pek çoğunda ve başka pek çok yerde tartışmasız bir gerçekmiş gibi tekrarlanan bu varsayımların kofluğunu görmemek artık büsbütün olanaksızlaşmıştır.
‘Görünmeyen el’ efsanesi
Liberaller, “serbest” rekabetin tekelleşmeyi önleyeceğini savunurlar. Oysa, tekelleşmenin nedeni rekabettir. Sporda her koşunun bir galibi olduğu gibi, ekonomik yaşamda da bireysel çıkar önceliğiyle birbirleriyle rekabet eden bireyler veya gruplar arasındaki mesafenin giderek açılması kaçınılmazdır.
Üstelik ekonomik yaşamda eşit parkurlarda koşulmaz ve yarışa aynı çizgiden başlanmaz.
Ayrıca, sporda bir koşu tamamlandıktan sonra, sonraki yarışta tekrar aynı çizgiden başlanır. Ekonomik yaşamda rekabet kesintisizdir.
Belli bir zaman diliminde kazanılan avantajlar, daha sonraki aşamalarda bu konudaki üstünlüğün sürdürülmesinde ve büyütülmesinde temel oluşturur. Böylece giderek daralan bir kesim ekonomik gücü elinde toplar; giderek genişleyen bir kesim mülksüzleşir, yoksullaşır.
Bu sürecin sonunun nereye varacağı ortadadır. 358 adet dolar milyarderinin servetlerinin toplamı, yeryüzü nüfusunun en yoksul yüzde 45’inin yıllık gelirlerinin toplamına ulaşmıştır. (Rapport du PNUD (UNDP), 1996).
Bu durumda, dünya pazarlarının, borsalarının, kısacası dünya ekonomisinin “serbest” oluğunu söylemenin inandırıcılığı kalmamıştır. Ekonomiyi düzenlediğine inanılan bir “görünmeyen el”in yerine, küresel ölçekte tekelleşmiş bulunan sermayenin giderek görünen eli oturmuştur.
Ekonomileri denetimi altına alan bu el, ülkelerin siyasetini de çok önemli ölçüde belirleme gücüne erişmiştir. İstemediği iktidarları devirmekte, istediklerini iktidar yapmakta geniş olanaklara kavuşmuştur.
Tüketici ‘kral’ mıdır?
Liberallerin dillerinden düşürmedikleri bir diğer sav da, liberal ekonomik düzende kararların, aynı zamanda birer tüketici olan yurttaşların ortak iradelerinin ürünü olarak biçimlenmesidir.
Bu noktadan hareketle “serbest piyasa” dedikleri düzeni, demokrasi ile özdeşmiş veya onun vazgeçilmez öncülüymüş gibi kabul ettirmeye çalışırlar. Oysa, “serbest” piyasada her yurttaşın tercihi eşit ağırlık taşımaz. Önemli olan, bir malın veya hizmetin talepçisi olanların sayısı değil, sahip oldukları satın alma güçleridir.
Satın alma gücüne sahip olanlar azınlıkta da olsa, onların talep ettikleri mal ve hizmetlerin üretilebilmesi şansı vardır; satın alma gücüne sahip olmayan bir çoğunluğun gereksinim duyduğu mal ve hizmetler ise, insan ve toplum açısından ne kadar önemli ve yararlı olursa olsun üretilmez.
‘Her arz kendi talebini yaratır’
Bu konudaki çarpıklık, günümüzde daha da derinleşmiştir. Her türlü kamusal denetimden kurtulma gücüne erişmiş olan tekelci sermaye, yatırım yapmadan, üretmeden, istihdam yaratmadan kâr elde edebilme lüksüne kavuşmuştur. Keynes’in 30’lu yıllarda işaret ettiği “kumarhane kapitalizmi” koşulları, dünyanın üzerine bütün ağırlığıyla çökmüştür. Kumarhanede tüketicinin de emekçinin de yeri yoktur.
Her arzın kendi talebini yarattığına dair liberal dogma, kumarhane kapitalizmi evresinde tümüyle çürümüştür. Herhangi bir yatırım olmadan, spekülatif yollarla sağlanan kazançların talep yaratması elbette ki beklenemez.
Reel yatırımlar dolayısıyla hammadde ve emek için yapılan harcamaların talebe dönüşmesi de beklenenin çok uzağında gerçekleşir. Üretilen mal için beklenen talep ile bu malın üretilmesi için yapılan harcamaların el değiştirmesiyle oluşan talep arasında bir özdeşlik yoktur.
Örneğin lüks otomobiller üretmek için çalıştırılan işçilere ödenen ücretlerin bu lüks arabaların veya benzeri lüks malların üretimini canlı tutacak bir talep oluşturması zayıf bir olasılıktır.
Üretilen malların gerekli taleple buluşması, yatırımların ve gelirin bölüşümün uyumlaşmasını sağlayacak bir merkezi planlamayı zorunlu kılar. Aksi takdirde üretmek ne kadar kolay olursa olsun, satmak zor ve hatta imkânsız olabilir.
Öyleyse niçin?
Burada başlıcalarına değindiğimiz liberal dogmaların, bu denli tutarsız ve kof olmalarına karşın, uzun yıllar ve çok geniş bir coğrafyada bu ölçüde yaygın bir kabul görmüş olması acaba nasıl mümkün olmuştur?
Unutmayalım ki Batı dünyası, bu düzenini, esas olarak uzun yıllar süren yoğun bir sömürü ve özellikle yeni keşfedilmiş topraklar üzerinde gerçekleştirdiği soykırım boyutuna varan acımasız bir zulüm sayesinde ayakta tutabilmiştir. Liberalizmin yararlandığı faktörler bununla da kalmamıştır.
Bir yandan Hıristiyan püritanizminin esinlediği ve bize de Özal tarafından “Tanrı zenginleri sever” biçiminde aktarılmış olan anlayış; diğer yandan, Darwin’in “doğal ayıklanma” kuramının liberal felsefeye destek olacak yönde istismarı, devletin düzenleyici ve ezilenleri koruyucu bir sorumluluk üstlenmesinin, hem ilahi takdire hem de doğa kanunlarına aykırı görülmesine gerekçe yapılabilmiştir.
(Bkz. Sosyalizm, Kemalizm ve Din, İmge, 2008, s.235-277)
Belki de en önemlisi, liberalizmin doğuşuyla birlikte sınai ve teknik alanda bir patlama halinde gerçekleşen ve süregelen buluşların ve gelişmelerin, insanlığı umut dolu bir bekleyişe mahkûm etmiş olmasıdır.
Bu denli göz kamaştırıcı buluşları ve ilerlemeleri gerçekleştirmiş olan bir yapılanmanın, yeryüzünün tüm sosyo-ekonomik sorunlarını da er geç çözüme kavuşturacağı beklenirken, yeryüzü benzeri görülmemiş bir krize yuvarlanmış bulunuyor.
Sınai ve teknik gelişmenin tek başına her şeyi çözemeyeceği konusuna Nâzım Hikmet, 26 Ağustos 1959 tarihli şiirinde şöyle değinmekte:
“Ay’a gidilecek, daha da ötelere...” diye yazmakta. 10 yıl sonra, 1969’da, Ay’a gidildi.
Nâzım Hikmet aynı şiirinde şunları da söylüyor:
“Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
kalmayacak,
korkmayacak kimse kimseden,
emretmeyecek kimse kimseye,
yermeyecek kimse kimseyi,
umudunu çalmayacak kimse kimsenin?..”
Ve şiir burada bitmiş değildir.
(Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI)
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu