Lozan'da Azınlık Yaratma Çabaları
Lozan’da Azınlık Yaratma Çabaları
Her ülkede bulunabilen soy, dil ve din bakımlarından farklı unsurlara uluslararası anlaşmalarla ‘azınlık’ statüsü ve özerklik tanınmaz ve de tanınmamaktadır. Bilindiği gibi üniter bir devlet olan Fransa’da yaşayan Bask, Bröton, Korsikalı ve Alsaslılara azınlık statüsü tanınmadığı gibi, özerklik de verilmemiştir.
“Bir cemiyette en muzır adam, ehliyetsiz olduğu halde salahiyet sahibi olandır.”
İsmet İnönü (8 Temmuz 1929 Ankara Hukuk Fak. Mezuniyet Töreni)
Anadolu’da Atatürk karşısında savaşı kaybeden Batılı emperyalistler Lozan Konferansı’nın ilk bölümünde Türkiye’yi tehdit etmeye kalktılar. Hindistan eski genel valisi de olan Lord Curzon, İsmet Paşa’yı ‘Hindistan’daki uyruklarından biri’ gibi görürken Fransız Bompart da ‘eski bir Osmanlı sadrazamıymış gibi’ tepeden bakıyordu. Savaşın muzaffer komutanı olan İsmet Paşa Lozan’da ‘Avrupa diplomasisi ve onun kurnaz şefleriyle’ mücadele edecekti.
İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon 3 Şubat 1923 günü Türk heyetini “Ya bu anlaşmayı imzalarsınız ya da yok olursunuz” diye tehdit etmeye kalktı. İsmet Paşa’nın cevabı ise “Hayır, imzalamıyoruz” olur. Türkiye’nin birliğini ve bütünlüğünü iyi korumak istiyorsak Sevr’i tarihin çöplüğüne buruşturup attığımızı sanmamalıyız, böyle sabit bir fikre saplanmamalıyız. Çünkü tarihin çöplüğüne attığımızı sandığımız Sevr’i emperyalist Batı ‘tarihin derin dondurucusu’na koymuştur. Lord Curzon “Anadolu’da pek çok Hıristiyan azınlık bulunduğunu” müttefiklerin amacının bu azınlıkları korumak ve kurtarmak olduğunu, onlara karşı yükümlülükleri bulunduğunu söylüyordu. Azınlık olarak Rumları, Yahudileri, Nasturileri ve Asurileri saydıktan sonra sözü Ermenilere getirerek “Artık bir Ermeni yurdu kurulması gerekir,” dedi. “Türkiye Asya’daki topraklarının bir yerinde, kuzeydoğu vilayetlerinde veya Klikya’nın güneydoğusu ile Suriye sınırında Ermeniler için bir toplanma merkezi bulunmalıdır” diye ekledi. Amerikan, Fransız ve İtalyan delegeler de bu görüşü desteklediler.
İsmet Paşa bu iddiaları “Türkiye’nin bir parçasının Ermeni yurdu olarak Türkiye’den ayrılmasının kabul edilemeyeceğini, bu girişimin meşru olmadığını, her ne yoldan olursa olsun Türkiye’den ayrılabilecek bir karış bile toprağı yoktur” diye cevapladı.
Curzon “Dünya gözlerini Türkiye’ye ve Ermenistan’a dikmiştir” sözleriyle tehdide devam edince, İsmet Paşa’nın cevabı “Türkiye’nin her parçası birbirinden ayrılmaz bir bütün meydana getirmektedir” oldu. İtalyan Montagna, “Ermeniler için bir ulusal yurt sorununu ele almak gerektiğini, bu sorunun bütün dünyayı ilgilendirdiğini, çözümün Türkiye’nin de yararına olacağını” ileri sürdü. Aslında ilgilenenin dünya değil de ‘Batı emperyalizmi’ olduğunu söylese daha dürüstçe olurdu. 30 Aralık 1922 günkü oturumda Amerikalılar Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın batısında 46.620 km2’lik ‘Ermeni Ulusal Yurdu’ başlıklı bir tasarı getirdiler. Bu hayali yurdun bir ucu İskenderun Körfezi’nde denize çıkacak, öteki ucu da Elbistan’ı kapsayacak şekilde kuzeydoğuya uzanacaktı. Buraya dışarıdan 200-300 bin Ermeni göçmeni getirilip yerleştirilecek ve bunlara yerleşme masrafı olarak da 20 milyon dolar kredi açılacaktı. Müttefikler işi daha da ileri götürerek 6 Ocak 1923’te ‘Ermeni yurdu’, ‘Asuri yurdu’, ‘Geldani yurdu’ ve ‘Kürdistan’dan bahsetmeye kalktılar. Türkiye tabii ki bu önerileri kabul edemezdi, işin gereğini yaparak toplantıyı terk etti.
Azınlık statüsü
Meşrutiyet döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan Gabriel Norodonkyan bir Ermeni grubuyla bir ara İsmet Paşa’yı ziyaret eder ve kendilerine Anadolu’da bir yer verilmesini ister. Bunun için gerekirse mücadele edeceklerini de ilave edince, İsmet Paşa, “Geçmişte Osmanlı Devleti’ne hizmetleriniz olabilir. Benimle ne sıfatla böyle konuşuyorsunuz? Sizi böyle konuşmaktan men ederim.” şeklinde kapı dışarı eder. Ayrıca Nasturiler ile Katolik Asuriler de Türkiye’nin koruyuculuğunda kendilerine bir yurt isterler. Herkesin Türkiye’den bir şeyler koparmak peşinde oldukları görülür.
İsmet Paşa “Müttefiklerin özel yurtlar sorunuyla Türkiye’yi parçalamak istediklerinin anlaşıldığını” tutanaklara geçirtti. Böylece Lozan’da sadece ‘Ermeni yurdu’ girişimi değil, anavatanın toprak bütünlüğünü zedeleyebilecek yöndeki diğer taleplerin de hepsi geri çevrilmiş oldu. Türkiye üzerinde ‘Ermeni yurdu’, ‘Asuri yurdu’, ‘Geldani yurdu’ ve ‘Kürt özerkliği’ gibi haksız ve meşru olmayan istekler ile ‘Pontus devleti’, ‘Bizans İmparatorluğu’ ve ‘İyonya devleti’ gibi çağ dışı istekler yani Sevr düşüncesi de reddedildi. Lozan’da Ermenilerin ve diğerlerinin avukatlığını üstlenen Siyaset Batısı geriletilmiş ve Türklerin Anadolu’yu parçalatmayacakları anlaşılmıştır. Diplomasi yoluyla Türkiye’nin haklı tezleri Batılılar tarafından kabul edilmiş oluyordu.
Müttefikler ‘Ermeni yurdu’ gibi haksız ve meşru olmayan isteklerde bulunurken hem Türkiye’nin toprak bütünlüğünü zedelemeye, hem de ulusal birliğimizi karıştırmaya ve bozmaya çalıştılar. Savaşla elde edemediklerini barış adı altında sinsice elde etmeye kalktılar. Türkiye’de din, dil ve soy azınlıkları gibi üç yolla azınlık yaratmaya çalıştılar. Bunlar için de din, hayır ve öğrenim işlerinde özerklik istiyorlar, Türk hükümetinin de bu özerkliklere dokunmamasını talep etme küstahlığında bulundular. Her ülkede bulunabilen soy, dil ve din bakımlarından farklı unsurlara uluslararası anlaşmalarla ‘azınlık’ statüsü ve özerklik tanınmaz ve de tanınmamaktadır. Bilindiği gibi üniter bir devlet olan Fransa’da yaşayan Bask, Bröton, Korsikalı ve Alsaslılara azınlık statüsü tanınmadığı gibi, özerklik de verilmemiştir. Din bakımından da Avrupa’da Katolik, Protestan, Ortodoks ve Anglikan mezheplerinden insanlar yaşarlar. Bunlara da azınlık statüsü tanınmazken konu Türkiye olunca farklı bir uygulamaya kalkışılması siyasi bir tavırdır. Türkiye’de sadece din azınlıkları vardı, soy ve dil azınlıkları yoktu. Türkiye konferansta azınlık teriminin açıklığa kavuşturulmasını ve azınlık terimine ‘Müslüman - olmayan’ sıfatı eklenmesini ve sonra tartışılmasını istedi.
Müttefikler Türkiye’de yapay olarak bir Müslüman azınlık yaratmaya çalıştılar. Bu konuda tutumumuz açık ve kesindi. Savaş sonu imzalanan diğer barış anlaşmalarında öngörülen bütün azınlık hakları Türkiye’de Müslüman-olmayan azınlıklara tanınıyordu, Müslüman azınlık kavramı ise kesinlikle reddedildi. Böylece Lozan’da, Türkiye’de bir Müslüman azınlık bulunmadığı, anlaşmanın metninde ve ruhunda böyle bir kavramın olmadığı kabul ettirildi. Azınlıklara ilişkin olarak sadece “gayrimüslim ekalliyetlere mensup Türk tebaası” söz konusu edilmiştir. Bunlar da Türkiye’de yaşayan ‘Rumlar, Ermeniler ve Museviler’dir. Türkiye’de Müslüman azınlığın bulunmadığının onaylanması ulusal bütünlüğün de onaylanması demektir. Durum bu şekilde benimsenmiş iken, bir siyaset adamı 16 Haziran 2010 günü İzmir Musevi Cemaati Yönetim Kurulu ile Swiss Otel’de bir sohbet toplantısı yaptı. Musevi Cemaati’nin yayın organı Şalom’un verdiği bilgiye göre konuşmasının devamında şunları söyledi: “Azınlık ve gayrımüslim terimlerini beğenmiyorum. Bu ülkede kimin köklerinin daha eskiye dayandığı araştırma konusudur. Dolayısıyla, kimin azınlık kimin çoğunluk olduğu bilinemez” sözleriyle ulusal bütünlüğü zedeleyen ve Lozan’ın ruhuna aykırı, talihsiz beyanlarda bulunmuştur. Bu sözler geniş kitleleri incitmiş ve derinden yaralamıştır.
Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Ü. Tıp Fakültesi - Eskişehir
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Nevşin Mengü hakkında karar
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu