Margaret Atwood'dan 'Cadı Tohumu'

William Shakespeare’in ölümünün 400. yılı dolayısıyla yayımlanan ‘Shakespeare Yeniden’ serisi kapsamındaki “Cadı Tohumu”nu Margaret Atwood’un kaleminden okuyoruz. Atwood, Shakespeare’in “Fırtına”sından uyarladığı “Cadı Tohumu”nda önce kahramanı Felix’e ve diğer kahramanlarına hapishanelerini ve gardiyanlarını bulduruyor.

Margaret Atwood'dan 'Cadı Tohumu'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.09.2017 - 14:43

Shakespeare’i nasıl bilirsiniz?
 
Shakespeare’in eserlerinin günümüze uyarlanması sık rastladığımız durumlardan. Peki, ya Shakespeare’in belli başlı eserlerini, günümüzün dünya edebiyatının önde gelen isimleri baştan yorumlasa?

Bu soruyu soran geçtiğimiz yüzyıl başında edebiyatın başka iki efsane ismi Virginia ve Leonard Woolf çifti tarafından kurulan Hoghart Yayınevi’nin günümüz temsilcileri olmuş. Yayınevinin bu soruyu cevaplamasını istediği yazarlar arasında ise Jeanette Winterson, Jo Nesbo, Gillian Flynn ve Margaret Atwood gibi isimler yer alıyor. Böylelikle ortaya çıkan ‘Shakespeare Yeniden’ serisi, bizde de Doğan Kitap tarafından yayımlanmaya başladı. Serinin ilki olan Jeanette Winterson imzalı Zaman Boşluğu’nun (Kış Masalı uyarlaması) ardından, Margaret Atwood imzalı, Fırtına uyarlaması Cadı Tohumu geldi. Atwood, bu seri için kuşkusuz çok başarılı bir isim olmuş! Çünkü günümüz edebiyatının bir tür taçsız kraliçesi olan Kanadalı yazar, sıradışı yaratıcılığı ve görkemli icatlarıyla tanınan son derece cesur bir isim. Üstelik tam da Shakespeare’e yaraşan görkemli sahneler yaratmakta usta bir üsluba ve kıvrak, şiirsel bir dile sahip. Yine de Cadı Tohumu’nu okuduktan sonra görüyorsunuz ki onun Shakespeare’le birbirlerine eldiven gibi uymalarının asıl nedeni bu teknik becerilerin ötesinde, ikisinin de gösterdiği sıradışı yaratıcılık yaklaşımı ve karakter yaratımındaki keskin içgüdü.
 
İNTİKAM İÇİN...

Atwood, görünürde ihanete uğrayarak kariyeri ve her şeyini kaybeden, yaşlı, yorgun ve umutsuz bir tiyatro festivali yöneticisinin öyküsünü anlatıyor bize. Felix, gücünün doruğunda, parlak yetenekli bir tiyatro yönetmenidir. Birkaç yıl önce biricik eşini doğumda, ondan birkaç yıl sonra da sevgili kızı Miranda’yı menenjitten yitirmiş olsa da bu büyük acısını tutkuyla sevdiği işine sarılarak unutmaya çalışır. Kızı Miranda’yı oradaki karakterle bir anlamda yaşatmak için sergilemek üzere üzerinde çalıştığı Shakespeare’in Fırtına adlı eserinin hazırlıklarıyla meşgulken, kurnaz yardımcısı Tony tarafından ayağı kaydırılarak bir gün içinde işinden uzaklaştırılır. Hayatta sığınabileceği kimse kalmayan Felix de çareyi herkesten uzakta, kırsaldaki küçük bir kulübede inzivaya çekilerek unutulmakta bulur. Adını dahi değiştirip Duke yapan, yaşlılığın eşindeki bu zavallı adama, yaralarını sarmaya çalışarak orada geçirdiği uzun yıllar boyunca iki şey eşlik edecektir; düşmanlarına karşı kurduğu intikam planları ile kızını düşüne düşüne görmeye başladığına inandığı Miranda’nın uçucu hayaleti…

Yıllar böyle akıp giderken Fletcher Cezaevi’ndeki Edebiyat Yoluyla Okuryazarlık Kazandırma Programı için eğitmen arandığını bildiren bir ilana başvurur. Yeni işinde herkesin ondan beklediğinin aksine Shakespeare’le tanıştıracaktır “ayaktakımı”nı! Herkes bundan dehşete kapılsa da (çünkü onlara göre Shakespeare ‘yüksek edebiyat’tan anlayanların harcıdır, cahil ayaktakımına göre değil!), Felix kendinden emindir. Çünkü Shakespeare, zamanında, tam da döneminin aynı anda hem kraliyet çevresi asilzadelerine hem de “ayaktakımına” yönelik, üstelik profesyonel oyuncular yerine “ayaktakımı”ndan devşirme oyuncular tarafından sahnelenen oyunlar sergilemiştir. Onun oyunlarında anlatılan ruhun özüdür ve bu anlamda tüm insanlar eşittir. Çünkü acı çeken bir adam neticede acı çeken bir adamdır; ister kral, ister yoksul bir işçi olsun… Felix’in “bitirim” öğrencileri de kısa zamanda bu özü kavrar ve aralarına katılan “dişli” konuk oyuncuyla birlikte, Fırtına oyunu için çalışmaya başlarlar. Bu oyun giderek hem Felix hem de kendileri için bir “katharsis” aracı yerine geçmenin yanı sıra Felix’in yıllardır sabırla beklediği intikam planı için de mükemmel bir araç olacaktır. Oyun sahneleneceği gece, eskinin zalim rakibi yeninin müstakbel Kültürel Miras Bakanı Tony ile yine onun yıkımına yol açmış başka bir takım bakanlar ve üst düzey yöneticilerin de geleceğini öğrenen Felix; öylesine bir prodüksiyon hazırlar ki oyun içinde oynanan oyun sayesinde hem kendisinin hem de sevgili oyuncularının toplumdan intikamını almayı başarır. Ama “Shakespeare’in özelliği, onda daima birden çok cevap olmasıdır,” ve Atwood ustalıklı bir kurgu oyunuyla bize sahnelenen Fırtına oyunu için “çağdaş” alternatif sonlar dahi gösterir.
 
HAPİSHANELERE DAİR...

Fırtına’nın orijinal metninde, Prospero adlı rakipleri tarafından ıssız bir adaya sürgüne gönderilen Milano Dükü’nün hikâyesi anlatılır. Küçük kızı Miranda ile on iki yıl boyunca bu adada yaşayan Dük, aynı zamanda bir büyücüdür. Sahip olduğu sihirli güçleri ve yarı kölesi yarı yardımcısı Ariel adlı bir hava cini ile onun yönettiği diğer cinler sayesinde, eski düşmanlarını, sihirli bir illüzyonla yarattığı fırtına sayesinde adasına çeken Dük; eski düşmanlarını alt edip yitirdiği unvanını ve servetini geri kazanmakla kalmaz, geriye döndüğünde biricik kızını da rakiplerinin oğluyla evlendirmeyi başarır. Bu arada düşmanlarını affeder, Ariel’i de azat eder. Sonunda herkes -hapishanelerinden- serbest kalmıştır!

Atwood, ustaca biçimlendirdiği kurgusu ve içgüdüsel yeteneğiyle, kahramanı Felix’in hikâyesini, üstelik onun sahneye uyarlamakta olduğu Fırtına’nın kahramanı Dük’ün hikâyesiyle paralel bir şekilde anlatmış oluyor böylelikle. Atwood’un bu çağdaş yorumunda toplumun elit kesimi olan asilzadeleri bakanlar ve üst düzey beyaz yakalılar temsil ederken, Prospero’nun yardımcıları olan Ariel ve tüm diğer yaratıkların yerine ise mahkûmlardan oluşan oyuncular geçiyor. Üstelik Atwood’un çağdaş yorumunda Felix’in oyunu sonrasında aşağıladıkları “ayaktakımı”nın kaderini bir an olsun dahi tatmak zorunda kalan “elitlerin” durumu sayesinde bir anlamda sosyal adalet de yerine getirilmiş ve tam da Shakespeareyen bir eşitlik hâli sağlanmış da oluyor.

Her zaman güçlü kadın kahramanlarıyla tanınan Atwood, bu kez de ekipteki yegâne kadın karakterini, erkeklerden aşağı kalmayan bir güce ve özgüvene sahip parlak bir oyuncu-dansçı kadın kahramanı kurgulayarak sağlamış. Elitist düzen yerine Shakespeare’e yaraşır bir şekilde sosyal eşitliği ve adaleti savunan, yer yer “Orange is the New Black” dizisini de anımsatan öyküde; rap şarkılarından danslara dek bir tiyatro prodüksiyonunu aratmayacak görkemde öğeler de titizlikle yer alıyor. Daha önce yönetmen Julie Taymor, Fırtına’dan uyarladığı sinema filminde Prospero rolünü Hellen Mirren’a oynatmıştı. Bir Shakespeare oyununu elit tiyatro sahneleri yerine hapishane ortamında sergilemeyi seçen kahramanı aracılığıyla, asıl biz okurlarını ters köşeye yatıran Atwood’u okuyunca ise insan ister istemez Shakespeare’in hayat öyküsünü anlatan bir filmde de “Neden Margaret Atwood onu oynamasın?” diye düşünüyor.

Yine de, her şeyden önce anlatılan özünde önce bir intikam sonra da affederek iyileşme öyküsü oluyor. Shakespeare’in oyunlarında insanoğlunun sahip olduğu tüm duygular sırayla anlatılır. Fakat asıl ağır basan hüzün ve kederdir. Burada da suçluluk duygusuyla yıllardır kendi kendisini kederine mahkûm eden ve tuhaf bir şekilde ayakta kalma gücünü de intikam planından alan bir babanın, kendini esir ettiği bu hapishaneden affetmenin iyileştirici etkisiyle (hem kendini hem de eski düşmanlarını) kurtulduğunu görürüz. Fırtına bu bağlamda aslında “hapishaneler” üstüne kurulu bir oyundur.

Margaret Atwood, Fırtına’dan uyarladığı Cadı Tohumu’nda önce Felix’e ve diğer kahramanlarına hapishanelerini ve gardiyanlarını buldurur. Sonra da tüm bu okuma sürecinde biz okurlarına… Ve ardından hepimizi azat eder. Çünkü sonuçta ruhun dönüşümü olarak adlandırabileceğimiz “katharsis” asıl olarak sanat yoluyla sağlanır.

Shakespeare ve Atwood gibi sanatçıların eliyle…
 
Cadı Tohumu / Margaret Atwood / Çeviren: Canan Sılay / Doğan Kitap / 326 s.
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon