Mehtap Ceyran’dan ‘Bekleyişin Şarkısı’

Bekleyişin Şarkısı; yitirmekten korktuklarının peşinde, bir sonraki günü, ertelenmiş mutluluğu, aşkı, özgürlüğü arayanların romanı. Mehtap Ceyran ile çocukluktan, gençliğe, yetişkinlikten zamanın sonsuzluğuna uzanan bu arayışı, modern zamanın doyumsuz insanını ve toplumsal belleği konuştuk.

Yayınlanma: 28.12.2019 - 13:45
Abone Ol google-news



- Bekleyişin Şarkısı, anlatıcının Svetlana Aleksiyeviç’in, Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabını okuduğu bölümle başlıyor. Nazi işgaline karşı “kadın cephesinde” yaşananların anlatıldığı kitap aynı zamanda savaşı kadın gözünden görmemizi de sağlıyor. O hikâyelerden birinde beş çocuğu da öldürülmüş bir kadının sokakta gördüğü herkese çocuklarının nasıl öldürüldüğünü, ianlatışı, kadının aklını yitirmiş olmasına bağlanıyordu. Anlatabiliyordu, çünkü aklını yitirmişti. Sizce anlatmayı mümkün kılan başat ölçüt ne?

Anlatmanın kendisi bir tür imkânsızlık aslında. Dil imkânsızlıklarla çevrilidir. Yazı ise, imkânsızlığın içinden bir imkân yaratma arayışı, çabası kanımca. Aklını yitirmiş bile olsa, o kadının olanı tam manasıyla anlatabilmesinin olanağı yok. Onda bıraktığı izi ve duyduğu acıyı anlatmaya çalışabilir en fazla, bu da ne kadar mümkün doğrusu emin olamıyorum. Yaşananı bir tek birinci elden gerçek tanıklar anlatabilir ve onlar da yok edilmişlerdir.

Demek istediğim hakikatle göz göze gelebilmek sandığımız kadar kolay değildir. Anlatabildiğini sanmakla, anlatabilmek de aynı şey değildir. Benim yaşamımda ve yazımda da bu böyledir. Dilsizlikle kuşatılmış durumdayım. Anlattığım her şey, anlatamamaktan ve yazdıklarım da bir tür anlatamamak zaten. İnsan olarak başımıza bunca şey gelirken, yazdıklarımı gördükçe hayal kırıklığına uğruyorum. Neleri görmüş gözlerle geçiyoruz bu dünyadan. O yaşanmışlığın, o hissedişin, içinden geçtiğin bunca hayatın, bunca yıkımın karşılığı bu mu diyorum. Ki asla değil. Anlatamamanın çaresizliği, o yarım yamalaklık, o perişanlık beni hırpalıyor.

Svetlana Aleksiyeviç’in Kadın Yok Savaşın Yüzünde kitabı büyük anlatıdır. Kendimi o hikâyelerin içinde buluyorum. Bana çok şey söylüyor. Son yıllarda bu hikâyelere dönüp, dönüp yeniden bakıyorum. Bekleyişin Şarkısı romanımda yer almasının nedeni bu galiba. Çünkü orada politik olandan çok, yaşamın anlamına ve insanın geldiği noktaya dair şeyler görüyorum. Anlatmak benim için de yaşamın anlamını sorgulamaktan doğan bir şey. Sanat politik olandan doğmaz çünkü. Yine de anlatmanın, yazının her biçimi politiktir. Yaşam politik olanla çevrelenmiştir çünkü.


OLAN BİTENİN SORUMLUSU


- Bekleyişin Şarkısı’nın kapitalist modernite eleştirisi içeren bir roman olduğunu düşünüyorum. Doymak adına kurulan sofralardaki israfa, tacizlere, yaşamı sadece kendine ait gören insanın yıkıcılığına, körlüğüne değiyor eleştiriniz. Romandaki insan ve doğa tahribatını konuşalım istiyorum.

Şüphesiz yaşadığımız, başımıza gelen hiçbir şey çağın ve insanlığın temel sorunlarından bağımsız değil. Bekleyişin Şarkısı romanımda bunları çalışmamın bir anlamı vardı. Çünkü bana göre hayvanlara yöneltilen şiddet ile insana yöneltilen şiddet ve aşağılama eylemi birbirinden bağımsız değil. Doğayı tahrip eden, savaşlar çıkaran akıl, tüm bu olan bitenin sorumlusudur. Bizi çevreleyen sorunlar küresel ısınma, bitki ve hayvan türlerinin yok oluşu, savaş, göç, mülteci sorunu, kadın cinayetleri, politik cinayetler, hayvanlara yönelik şiddet vb. aynı kaynaktan besleniyor. İnsanoğlu, yaşamı kendi girdabına çekiyor. Bize ait olan ve olmayan her şeyi adım adım yok ediyoruz.

Bunlar beni rahatsız eden, uykularımı kaçıran sorunlar. Yaşadığı çağa tanıklık etmek kadar, yaşadığı çağın sorumluluğunu da üstlenmek zorundadır her sanatçı, her insan. Bu nedenle bizim zamanımızın içinde yaşanan her kötülüğün bir şekilde ortağıyız, sorumlusuyuz. Bundan kaçmaya çalışmak, daha beteriyle karşılaşmaktan başka bir şey getirmiyor.


KAYIPLAR, GÖÇLER...


- Bekleyişin Şarkısı; cumartesi annelerini, kayıp yakınlarını, zorunlu göçleri içine alan bir roman. Ama özellikle, bir döneme, adını bilmediğimiz o şehrin anlatısına okuru ortak ettiğinizi düşünüyorum. Cilt beyazlatıcı kremden bahsettiğinizde üzerinde arap kızı resmi olan kremden söz ettiğinizi, yeşil renkli ama kırmızı boyayan ruju, anonslu dolum kasetleri, dar ve kirli sokakları, mitingleri, tanıyordum/tanıyorduk. Kolektif belleğin edebiyatla yeniden canlandığını düşünüyor musunuz?

Bunların tamamı çocukluğumdan belleğimde kalan imgeler. Beyazlatan kremler, anonslu kasetler, kalabalıklar, kavgalar, kayıplar, mitingler ve yanı sıra birçok acı olay. Tabi bunlar aynı zamanda bir dönemin de simgeleri.

Edebiyat bizi, kendimizi yeniden hatırlamaya götürür kuşkusuz. Bizi şaşkına çeviren varlığımızı, onu bir nedene bağlama ihtiyacımızı, varlığı harekete geçiren şüpheyi, hayat içindeki yerimizi, gerçekle çarpışma anlarımızı, bir yanıyla hakikatten kaçarken, bir yanıyla da onu arayışımızı hatırlatır. Yıkımlarımıza, dağılma anlarımıza, çektiğimiz acılara, büyük ve onarılmaz olandan sonunda bizden geriye ne kaldığına ve ne ile nasıl devam edeceğimize dair sorular sorar.

Hatırlamak aslında bilinçli bir eylem değildir. Bellek daha çok simgelerle, işaretlerle, mekânlarla, hikâyelerle, sözcüklerle geriye sarar. Edebiyat bu malzemeyi kullandığı için belleği canlandırır.


- Kitapta, “Bu fantastik realitede, gerçeklik sınırını çoktan aştığımız için şüpheden gerçeklik ve gerçeklikten metafor üretmek herkese mümkün ve normal görünüyor.” diyor anlatıcı. Mehtap Ceyran bu fantastik gerçekliği edebiyata yansıtırken nasıl güçlüklerle baş etmeye çalışıyor?

Yaşanan travmayla gerçeklik duygusunun giderek kaybolmasından ve hakikatin bulanıklaşmasından söz ediyor karakterimiz. Tabi bu edebiyata dönüşürken çok büyük tehlikeler barındırıyor. Bunun en başında dil geliyor. Hikâyenin ajitasyona dönüşmesi veya romantize edilmesi risklerini barındırıyor. Bu ise ona gerçek niteliğini kaybettirmek anlamına geliyor. Yalnızca edebiyat için değil, gündelik hayat için de bu böyle. Bu dil temas yüzeylerinin yanlış yerlerden kurulmasına neden oluyor. Gerçeği mağdur kavramının içine hapsederek onun boyutlarını küçültüyor, özü kabuğa dönüştürerek hakikatin kaybolmasına neden oluyor. Mağdur bu tanımlamayla göstereceği direnişin öznesi olamaz. Yaşadığı gerçeğin öznesi olabilmek için, onun kalkıp ayağa dikilmesi lazım. Edebiyatta bu tehlikelerden kaçınmak için, benim dilde yapmaya çalıştığım şey bu. Onu kaldırıp ayakları üzerine dikmek.


- Son olarak, Bekleyişin Şarkısı’ndaki politik altyapı, karakterlere yakından bakıldığında politik olmak nedir sorusunu getiriyor akla. Anlatıcının henüz on yaşındaydık diyerek anlattığı bir çocukluk anısı, okura; sadece çocuk olmayı ve kendi dilini yasak kılan çelişkileri, on yaşındaki bir zihnin saf tereddüttü ile gösteriyor. Kendi mahallesinde coşkuyla söylediği şarkıların yasak olduğunu bilmek, anadilini bir suç gibi görmek, bilinçli olmasa da o politik alana mı sürüklüyor çocukları?

O çocuklardan biri biraz benim, biraz da sizsiniz belki. Sorunuz içinde cevabını da barındırıyor. Aynı soruyu ben size yöneltmek isterim; sizce?


Bekleyişin Şarkısı / Mehtap Ceşran / Everest Yayınları Yayınları / 216 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler