Mollaların Gölgesinde/ 12
Şah yönetiminin baskıcı politikaları ve yoksulluk İran halkını sokaklara döktü. Humeyni'nin yolu açıldı.
Şah, 1963 ile 1970’lerin ortalarına kadar ülkeyi dünyanın en zengin ve kalkınmış beş ülkesinden biri yapma iddiasıyla kalkınma hamlesine girişti. Planlama ve Bütçe Teşkilatı’nın hazırladığı beş yıllık kalkınma planları çerçevesinde demir-çelik tesisleri, petrol rafinerileri, otoyollar, demiryolları, barajlar kuruluyor, devlet bankaları aracılığıyla verilen düşük faizli kredilerle özel sektör yatırım için teşvik ediliyordu. Eski toprak ağaları bu dönemin hızla gelişen kapitalistlerine dönüşmüştü.
Sosyal politikalar da devreye sokulmuş, okuma-yazma, aile planlaması, okul öncesi eğitim ve sosyal güvenliğin yaygınlaştırılmasında önemli mesafeler kaydedilmişti. 1967’de yapılan değişikliklerle kadın haklarında iyileştirmeler yapıldı. Çokeşlilik, çocukların velayetini alma, boşanmanın zorlaştırılması, kadınların evlenme yaşının 15’e çıkarılması gibi reformlar da toplumdaki hızlı değişimin önemli unsurlarından biri oldu.
Uçurum arttı, yoksul halk sokağa döküldü
Ancak bütün bu gelişmeler halkın yaşamına çok az yansıyordu. Dünya petrol krizlerinin yaşandığı bu dönemde fiyatı artan petrolün en önemli üreticilerinden biri olan İran’da yarattığı katma değer, çeşitli yöntemlerle bir avuç kapitaliste aktarılıyordu. Bu kesimin yatırımlardan elde ettikleri gelir de, lüks tüketim mallarına, gösterişli konutlara, son model arabalara, Avrupa seyahatlerine harcanıyordu. Bunun karşısında köylerde kendilerine yetecek kadar toprağı olmayan kır yoksulları umutla akın akın kentlere göçüyor, büyük kentlerin dış mahallelerinde gecekondu bölgeleri alabildiğine genişliyordu. Hiçbir kalifikasyonu olmayan bu kesim çok düşük ücretler karşılığında çoğunlukla inşaat ve hizmet sektöründe vasıfsız işçi olarak iş bulabiliyordu. Petrol rafinerileri ve diğer sanayi tesislerinde çalışan işçiler ise sendikalar ve siyasi partiler üzerindeki ağır baskı nedeniyle üretimden gelen güçlerini eskisi gibi sıklıkla kullanamıyordu. Bazarar esnafı da temel tüketim ve gıda maddelerindeki ithalat serbestisi ve ileri teknolojiye sahip sanayinin daha düşük maliyetle üretim yapması nedeniyle sıkıntı içindeydi. Tüm bu sıkıntılara 1971’de başlayan durgunluk da eklenince orta ve alt gelir gruplarının yaşamı daha da çekilmez oldu.
Planlama ve Bütçe Teşkilatı’nın hazırladığı bir rapora göre, kentli nüfusun en zengin yüzde 20’sinin gelirden aldığı pay, 1973-1975 arasında yüzde 63’e yükselmiş. Toplumdaki sınıfsal uçurumun en belirgin olduğu yer başkent Tahran’dı. Tahran’ın kuzeyinde saraylar, villalar, konaklarda yaşayan bir avuç zengin, güneyinde ise her türlü altyapı hizmetlerinden mahrum gecekondu mahalleleri. Petrol gelirlerindeki artışın kendilerine yansımadığını gören yoksul halk, içinde biriktirdiği hıncı 1970’lerin ikinci yarısından itibaren sokağa dökülerek boşaltma yolunu seçti.
Camilere yöneldiler
Siyasal partilerin, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların Şah’ın baskıcı politikaları nedeniyle toplumun sorunlarına yeterince sahip çıkamayışı, camileri kent yoksullarının tek sığınağı yaptı. Sünnilikten farklı olarak camiler, Şiiler için her türlü sorunun dile getirildiği, toplumsal muhalefetin örgütlendiği mekânlardır. Şii müçtehitlerin tavsiyeleri, görüşleri ve yorumlarının sadece dini konularla sınırlı olmaması da halkın dini reflekslerinin güçlenmesine yol açtı.
İllegal örgülere kayış
Toplumdaki gerilim aydın, esnaf ve ulema sınıfının hızla radikalleşmesine yol açtı. Artık silahlı mücadeleye başvurmak gerektiğini dillendirenlerin sayısı artmıştı. Bu dönemde legal siyasi yapıların içindeki bazı grupların koparak şiddeti mücadele yolu olarak seçen illegal örgütlenmeye gitmelerini görüyoruz. Önce sosyalist solda Tudeh ile eski Milli Cephe’nin eski gençlik kolları Halkın Fedaileri örgütünü kurdu. İran İslam Devrimi’nin gerçek ideoloğu olarak görülen Ali Şeriati’nin sempatizanları da Halkın Mücahitleri adlı bir gerilla örgütü kurdular.
Halkın Mücahitleri ve Halkın Fedaileri ufak çapta olsa da bazı suikast, bombalama ve adam kaçırma gibi eylemleri gerçekleştirdiler. Şah’a bağlı gizli polis teşkilatı SAVAK’ın da boş durmayıp bazı muhalifleri ortadan kaldırdığı kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Önce Merdüm Partisi liderinin şüpheli bir trafik kazasında ölmesi, ardından 1977 yılı Ekim ayında Humeyni’nin sürgündeki oğlu Seyit Mustafa Humeyni’nin Necef’te öldürülmesi, şüpheleri SAVAK’ın üzerinde yoğunlaştırıyordu. Toplumsal tepkiler arttıkça Şah’ın iç politikası da sertleşiyordu. Şah’ın kurdurduğu Diriliş Partisi, günümüz Türkiye’sindeki AKP’nin izlediği yöntemleri izlemeye başladı. Sendikalar, meslek odaları, sivil toplum örgütleri, esnaf loncaları ve kamu kurumlarını baskı, tehdit ve rüşvetle ele geçirmesi, muhaliflerin zorla partiye üye olmaya, hükümeti öven dilekçelere imza atmaya ve Şah’ı destekleyen yürüyüşlere katılmaya zorlanması halkı Şah yönetimine karşı kışkırtmaktan başka bir işe yaramadı.
Humeyni Necef'ten sürülüyor
Ramazan ayı boyunca düzenlenen gösterilerde ve ölenleri anmak için 7 Eylül’de düzenlenen yürüyüşte göstericiler, kendilerini kuşatan askerlere çiçekler uzatarak, “İran ordusu Amerika’nın değil bizim ordumuz”, “Humeyni önderimiz, askerler kardeşimiz”, “Biz size çiçek atıyoruz siz bize mermi mi atacaksınız” sloganları eşliğinde yürüdüler. Bu yürüyüşten bir gün sonra sokağa çıkma yasağı ve sıkıyönetim ilan edildi. Ancak sokağa çıkma yasağına uyulmuyor, gecekondu mahallelerinden Jale Meydanı’na doğru on binler akıyordu. Tarihe “Kara Cuma” olarak geçen o günkü gösteride askerlerin “dağılın” uyarısına aldırmayan kalabalığın üzerine rasgele ateş açılması sonucu Avrupa basınına göre 4 bin kişi ölmüştü.
“Kara Cuma”nın etkisiyle ülke çapında iş bırakma, boykot ve kepenk indirme eylemleri başladı. Bu kez iş bırakma eylemine bakanlıklar ve onlara bağlı kamu kuruluşlarında çalışanlar da katılmıştı. Sıkıyönetimin ilan edildiği gün Irak yönetimi de Humeyni’den Irak topraklarını terk etmesini istedi. Humeyni, Paris’e uçtu. Şah köşeye sıkışmıştı. Yeniden hükümet değişikliğine gitti. Bu kez hükümeti kurdurmak için muhaliflerle kendisi arasında iletişim kurabilecek ılımlı bir isim arayışına koyuldu. Laik muhaliflerin örgütlü olduğu Milli Cephe’nin yöneticilerinden Şahpur Bahtiyar’ı ikna ederek hükümeti kurması için görevlendirdi. Milli Cephe, Şah’ın hükümeti kurma önerisini kabul eden Şahpur Bahtiyar’ı partiden ihraç etti.
Humeyni, Bahtiyar hükümetini gayrimeşru ilan etti. Bahtiyar, göstericilere bir iyi niyet gösterisi olarak üniversiteleri açacağını, basın üzerindeki yasakları kaldıracağını açıkladı. Üniversitelerin açıldığı ilk gün kitlesel gösteriler yeniden başladı. Muhalefet en büyük hamlesini 11 Aralık 1978’de yaptı. İki milyonu aşkın kişi Aşura günü Şahyad Meydanı’nda toplandı. Bu gösteriyi yöneten ulema, Humeyni’nin geri dönmesi, yoksulluğun ortadan kaldırılması, emperyalistlerin ülkeden kovulması gerektiğini belirterek İslam Cumhuriyeti kurulması gerçekleşinceye kadar eylemlerin süreceğini açıkladı.
İran halkı yine sokaklarda
1978 yılının Ocak ayına rastlayan muharrem ayının kutsal 10. gününde, Kerbela’da katledilen İmam Hüseyin’i anmak için Tahran halkı Humeyni tarafından sokakta gösteri yapmaya çağrıldı. Hükümet tarafından sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve yasağa rağmen sokağa çıkacak olanların üzerine askerlerin ateş açacağı duyuruldu. Ancak o gün, Ayetullah Telegani, Mehdi Bazergan ve Milli Cephe’nin lideri Dr. Kerim Sencabi’nin önderliğinde bir milyonu aşan kalabalık Tahran sokaklarında gösteri yaptı. Aynı ay içerisinde hükümet yanlısı “İttihad” gazetesinde yayımlanan başyazıda Humeyni’nin gençliğinde şarap içen hovarda biri olduğu ve aslında İranlı da olmadığı öne sürüldü. Gazetenin özür dilemesi, Humeyni’nin sürgünden gelmesine izin verilmesi, siyasi mahkûmların serbest bırakılması ve kapatılan Fevziye medresesinin yeniden açılması istemiyle Kum kentindeki medrese öğrencileri sokaklara döküldü. Esnafa kepenk kapattırıp karakola doğru yürüyüşe geçtiler. Polisin ateş açması sonucu hükümete göre 2, medreseye göre 70 öğrenci öldü. Bir müddet sonra bu kez Kum kentindeki ölümlerin kırkıncı günü nedeniyle 28 Şubat 1978’de ülkenin dört büyük kentinde halk sokaklara döküldü. Tebriz’de güvenlik güçlerinin saldırısı üzerine halktan ölenler oldu.
Şah çevik kuvvetin başında
Bu kez Tebriz’de ölenleri anmak için çeşitli kentlerde gösteriler düzenlendi. Şah, yurtdışı gezilerini iptal etti ve çevik kuvvetin başına bizzat kendisi geçti. Olaylar dinmek bilmiyordu. Bu kez mayıs ayında polis Kum kentinde Ayetullah Şeriatmedari’nin evine girerek ona sığınan iki öğrenciyi öldürdü. Kırk gün süren gösterilerde onlarca kişi öldü.
1978 yılı ağustosunda petrol rafinerilerinin bulunduğu Abadan’daki Reks Sineması kundaklandı. Sinemanın kapıları kilitli olduğu için dışarı çıkamayan 347 kişi yanarak can verdi. Kundaklama olayının çağdaş yaşama karşı olan radikal İslamcılar tarafından yapıldığı açıklandı. Ancak halk arasında sinemanın Şah’ın ajanları tarafından yakıldığı öne sürüldü. Şah, halkın öfkesini yatıştırmak için hükümeti görevden aldı. Yeni atanan hükümetin başbakanı, “Humeyni’nin İran’a dönmesine izin vereceğiz” açıklamasıyla sempati toplamaya çalıştı. Gözler Humeyni’ye çevrilmişti. Ancak bir gün sonra Humeyni, “Bizim mücadelemiz İran’a dönmek için değil Şah rejiminin yıkılması ve İslam Cumhuriyeti’nin kurulması içindir. Şah rejimi yıkılıncaya kadar mücadelemiz sürecektir” açıklamasını yapınca sokak gösterileri artarak sürdü.
Şah dışarı, Humeyni içeri
Musaddık döneminde uygulamaya konan, olaylar yatışıncaya kadar Şah’ın yurtdışına gitme fikri bir kez daha yaşama geçirildi. Bir süre sonra ülkesine geri dönme umuduyla Ocak 1979’da İran’ı terk eden Şah, bu kez ebedi bir yolculuğa çıktığının farkında değildi.
Humeyni Paris’te yaptığı açıklamada, 26 Ocak 1979’da İran’a döneceğini söyledi. O gün ülkenin dört bir yanından on binlerce kişi Tahran’a akmaya başladı. Hükümet havalimanlarını kapattı. Askeri birlikler havalimanlarına giden yollara barikatlar kurarken havalimanları kuşatıldı. Artık ülkede ciddiye alınacak bir yönetim kalmadığını düşünen ordu mensupları da parçalandı. Askerlerden bazıları üniformayla göstericilere katıldı. Şah’a bağlı olanlarla göstericiler Tahran sokaklarında üç gün boyunca çatıştılar. Başbakan Bahtiyar, artık atacak kurşunu kalmadığını anladı ve havalimanlarındaki ablukayı kaldırdı. Humeyni 1 Şubat 1979 günü Air France havayollarına ait bir uçakla Tahran Havalimanı’na indi. Ülkesine General De Gaule gibi dönen Humeyni, iki milyona ulaşan bir kalabalık tarafından karşılandı. Havalimanından helikopterle Beheşt-i Zahra Mezarlığı’na götürülen Humeyni, hükümeti yasadışı ilan etti ve devrim hükümetini yakında atayacağını açıkladı.
5 Şubat 1979 günü geçici Devrim Hükümeti’nin başbakanlığına Mehdi Bazergan, Humeyni tarafından atandı. Ancak Şah’ın atadığı Şahpur Bahtiyar hükümeti henüz iş başındaydı. Tahran’da iki hükümet birden görev yapıyordu. Şahpur Bahtiyar, uyulmamasına karşın yeniden sokağa çıkma yasağı ilan etti. Humeyni’yi destekleyenlerin safına katıldığını açıklayan Duşantepe Hava Üssü’ne karşı saldırı emri verdi. Şah-ı Cavidan birlikleri saldırıyı başlattı. Humeyni yanlılarına göre, saldırının asıl amacının Tahran’da bir okula yerleşen İmam Humeyni’yi ve devrim liderlerini öldürmekti.
Halk, Humeyni’nin sokağa çıkma yasağına uyulmaması yönündeki çağrısı üzerine sokaklara dökülmüştü. Ordu içinde Humeyni saflarına katılan birlikler halka silah dağıtmaya ve birlikte barikatlar kurmaya başladı. İki gün süren çatışmaların ardından ordu yönetimi tarafsızlığını ilan etti. Tahran’da hükümete ait stratejik binalar, SAVAK merkezi, radyo ve televizyon binası ile askeri kışlalar göstericiler tarafından işgal edilince Şah’ın Tahran’ı düşmüş oldu.
Böylece İran’da iki bin beş yüz yıllık monarşi ve 53 yıllık Pehlevi hanedanlığı sona ermiş oldu.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi