Mucizenin ta kendisi! (12.08.2020)
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın üniversite öğrencilerinden, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin ilk kadın mezunlarından olan Muazzez İlmiye Çığ, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük eğitim ve aydınlanma seferberliğinin ilk evlatlarından. Ve savaşlarda yorgun düşmüş, maddi ve manevi bütün varlığını muharebe meydanlarında tüketmiş bir milletin yeniden doğuş mucizesine tanıklık eden bir kuşağın ilk neferlerinden. Nurdan Arca, Cumhuriyet Mucizesi’nde (Sia Kitap),Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana yaşananlara tanıklık eden ve hayatını Mustafa Kemal Atatürk’ün hayalini gerçekleştirmeye adayan bir Cumhuriyet çınarının olağanüstü yaşamını gözler önüne seriyor. Nurdan Arca ile Cumhuriyet Mucizesi'ni konuştuk.
‘MADEM Kİ BİLİYORSUN,
NEDEN ÖĞRETMİYORSUN?’
- Muazzez İlmiye Çığ’ın
yaşamına ve çalışmalarına ilginiz uzun yıllara dayanıyor. Araştırmalarınız da
öyle. Cumhuriyet Mucizesi’nin arka planında da kendisiyle ilgili belgesel
çalışmanız ve kendisiyle yaptığınız nehir söyleşilerinizle bütünlenen yıllara
varan bir emek yatıyor. İlk olarak bu çığ gibi araştırmalarınızdan bahseder
misiniz?
Muazzez Ilmiye Çığ ve
kitaplarıyla 2007 yılında İzmir-Karaburun’da tanıştım ve gerek oradaki
konuşmalarında gerekse kitaplarında “büyük insanlık” serüvenine nasıl gönül
verdiğini görünce hayran kaldım. O serüvenin peşindeki her adımını, herkesle
paylaşmak için 23 kitap yazmıştı. Kitaplarında demir leblebi sayılabilecek konuları
paylaşırken bilgiçlik taslamayan, yumuşak, sevgi dolu üslubundan etkilenmemek
mümkün değildi.
Bilgisini paylaşmayı
çok seviyordu. Sonraki konuşmalarımız sırasında tekrarladığı Sümer Atasözü gibi
“Madem ki biliyorsun, neden öğretmiyorsun”, herkese bilgisini paylaşmayı
öneriyordu.
Muazzez Hanım’la benim
kişisel serüvenim, insanların bugün ve gelecekteki her türlü serüvenine meraklı
bir insan, bir belgeselci olarak böyle başladı. Muazzez Hanım’la tanışmak
merakımı körüklemişti. Ciddi olduğu kadar yalın bir dille yazdığı kitaplarını
bir solukta okudum.
TV’lerde “Giderayak”
adlı bir program yayınlanıyordu. Her ikisi de 90’lı yaşlarını süren Muazzez
İlmiye Çığ ve Hayrettin Karaca güncel konular hakkında, adından da belli olduğu
gibi, yarı şaka, yarı ciddi bir program yapıyorlardı. Muazzez Hanım’ın ne kadar
şakacı, esprili olduğunu orada gördüm. Daha sonra onu bazı belgesellerin
içindeki küçük bölümlerde izledim.
‘BELGESELCİ GÖZÜYLE
YAZDIM’
Tarih’in Sümerler’le
başladığını kanıtlarıyla birlikte önce onun kitaplarından, sonra birlikte
çalıştığı 72 milletten bilim insanlarından öğrendim. Muazzez İlmiye Çığ
kitaplarında içinde yaşadığımız coğrafyanın insan uygarlığının en önemli
merkezlerinden biri olduğunu vurguluyordu. Günümüzün gelişmiş Batı uygarlığı en
eski uygarlıklar olarak Yunan ve Roma uygarlıklarını tanımıştı. Oysa avcı
toplayıcı kabileler halinde yaşayan insanların hayatını kökten değiştirerek bir
uygarlık yolundaki taşları döşeyen tarım, yazı, tarih, astronomi, matematik,
takvim, sözleşmeler, ilk hukuki belgeler ve daha nicele buluşlar bu bölgede,
burnumuzun dibindeki Mezopotamya’da yapılmıştı.
İnsanlığın ilk aşk
şarkısını/şiirini onlar yazmıştı.
Gel zaman git zaman
Muazzez İlmiye Çığ ile nehir söyleşiler yaparak bir belgeselini ortaya çıkarmak
kısmet oldu. Nehir söyleşilerimizde, soluk soluğa anlattığı anılarında ülkemizin
badireleri aşarak bugünlere nasıl gelebildiği büyük bir mucizeydi.
Muazzez Hanım’ın kendi
de Cumhuriyet’imizin en parlak mucizelerinden biriydi.
Belgeselim bitmiş, en
önce İstanbul ve Ankara Film Festivallerinde, sonra başka mecralarda
gösterilmişti. Yine de bende Muazzez İlmiye Çığ’ın öyküsü bitmemişti. Yaşamı,
tanıklıkları, tutkusu aklımda çığ gibi büyüyordu. Yeniden anlattıklarının arka
planını araştırmaya başladım. Sonra da Muazzez İlmiye Çığ, Cumhuriyet Mucizesi
kitabımı belgeselci gözüyle yazdım.
‘CUMHURİYET MUCİZESİNİN
EN YAKIN TANIKLARINDAN’
- Çalışmanız boyunca
yol alırken, yürekten bağlı olduğu Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet
Devrimlerinin ışığında, gelecek kuşaklara gençlere özellikle de çocuklara ne
gibi öğütlerde bulunuyor Muazzez İlmiye Çığ? Bu bağlamda kitabınız en önce
neyin ifadesidir de?
Zor bir soru bu. Kitabı
yazarken elimden geldiği kadar Muazzez Hanım’ın dünya görüşüne sadık kalmaya ve
yansıtmaya çalıştım. Dediğim gibi en çok vurguladığı Sümer Atasözü “Madem ki
biliyorsun neden öğretmiyorsun?” idi. Yani bilgiyi paylaşmanın önemine candan
inanmış ve ömrü boyunca da uygulamıştı.
Çocukluğu ve gençliği
hep savaş, çatışma ortamlarında geçmişti. Top, tüfek, barut, kan, gözyaşıyla
dolu ülkede, hastalıkların kırıp geçirdiği bir nüfustan Türkiye Cumhuriyet’inin
nasıl doğduğunun en yakın tanıklarındandı. Cumhuriyet bir mucizeydi.
Kadınların toplumdaki
yerinin Cumhuriyetle birlikte büyük bir sıçrama yapması, ikinci sınıf insan
sayılmaktan kurtulması onun için çok önemliydi. Günümüzde kadınları aşağılan,
onlara şiddet kullananlara öfkeleniyordu.
Ayrıca Muazzez İlmiye
Çığ eğitimi, çağdaş ve dünyanın geri kalanıyla denk bir eğitimi çok
önemsiyordu. Cumhuriyet’ten sonra kurulan üniversitede okuyan, meslek sahibi olan
ilk kadınlardandı.
Muazzez İlmiye Çığ bir
mucizeydi. Atatürk’ün vizyonuyla yapılan Cumhuriyet Devrimlerine büyük bir
heyecanla katılmış ve uygulamıştı. Bugün zamanı geriye döndürme gayretlerini
gördükçe öfkeleniyordu. Sorumlulara durmadan mektuplar yazıyordu. Bütün
gençlerden, özellikle kadınlardan geriye dönüş çabalarını durdurmalarını, ilerlemek
için çalışmalarını istiyordu.
‘GÖÇMEN BİR AİLENİN
KIZIDIR’
- İzleği belirlerken
nasıl bir okuma sunmasını amaçladınız? Cumhuriyet Mucizesi, Çığ’ın yaşamının
hangi dönemeçlerine yoğunlaşıyor, yaşamının izini nasıl bir hatta sürüyor?
Muazzez Hanım’ın
yaşamının dönüm noktalarıyla birlikte ülkemizin yakın tarihinin dönüm
noktalarını öne çıkarmaya çalıştım. Çığ, 20’inci yüzyılın başındaki büyük
seferberliğin içine doğmuştu. Savaş ortamında ailece durmadan bir yerden başka
bir yere göçmek zorunda kalmışlardı.. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kırım
göçmeni bir ailenin çocuğu olan öğretmen babasının yüreklendirmesiyle keman
çalmayı, Fransızca’yı öğrenmişti. Önce öğretmen olmuştu. Ankara’da yeni bir
üniversite kurulunca, yine babasının desteğiyle ailesinden ayrılmış ve Dil,
Tarih, Coğrafya Fakültesinde o zamana kadar adını bile duymadığı Hitotoloji,
Sümeroloji okumaya gitmişti. Belki insanlık serüvenine gönül vermesi böyle
başlamıştı.
Muazzez İlmiye Çığ’ın
deyimiyle Türkiye Cumhuriyeti batı ülkelerinde 400 yıl sürmüş bir rönesansı 15
yılda gerçekleştirmişti. Osmanlı Devleti’nin son 200 yılında fasılalarla
sürmüş, bitmez tükenmez savaşlarından kurtulan bir halkın, Türkiye
Cumhuriyet’ini kurması ve “muasır medeniyetler” seviyesine yükseltmesi bir
mucizeydi.
- Sizde bıraktığı
etkileri bağlamında da neler öne çıkıyor Muazzez İlmiye Çığ söz konusu olunca?
Galiba en çok Muazzez
Hanımın kişiliğinden ve değerler sisteminden etkilendim diyebilirim.
O kişilik duyarlı, asla
pes etmeyen, tutkulu, cesur, çalışkan ve hep paylaşmak isteyen bilge bir
kadının kişiliğiydi. Eğitime ve eğitimin doğal bir sonucu olması gereken
paylaşmaya çok önem veriyordu. Bilgisini paylaşırken, kolay anlaşılabilmek için
yaptığı konuşmaların ve yazdığı kitapların sadeliğinden ve sahiciliğinden
etkilendim.
En zor zamanlarda,
savaşların kötü koşullarında başlayan hayatını en olumlu, en verimli şekilde
yaşamıştı. Konfor alanının dışına çıkabilmişti. Bilinmeyenden korksa da
korkusunun üstüne yürümüştü. Hayatındaki dönüm noktaları işte bu cesareti
sayesindeydi.
‘AİLECE BİR VAROLUŞ
MÜCADELESİ VERDİLER’
- Tam bir geçiş
döneminde, sancılı bir aralıkta dünyaya gözlerini açıyor. Kökenlerinin ve savaş
rüzgarlarının sert estiği bu dönemlerde sizin de vurguladığınız gibi göç etmek
zorunda kalan, Milli Mücadele’nin en amansız yıllarını Çorum’da geçiren ve
Kurtuluş Savaşı’nın zaferle kazanıldığı müjdesini de burada alan ailesinin ve o
şartların bugünkü konumuna varmasındaki etkilerini ve “mucizeyi” nasıl paylaştı
sizinle?
Muazzez İlmiye Çığ
göçmen bir ailenin kızıdır. Anne ve babasının aileleri, dedeleri büyük anneleri
18. yüzyılda Kırım’dan Merzifon’a göçmüşlerdi. Kurtuluş Savaşının en şiddetli
zamanında Ankara dolup taşınca Çorum’daki halanın evine sığınmışlardı. Çorum
savaşlardan en uzak yerdi. Kurtuluş Savaşının Zaferle son bulduğu müjdesini
Çorum’da aldıkları zaman top atışlarıyla kutlamışlardı.
Muazzez İlmiye Çığ
zorluklarla, yokluklarla, kaçarak, göçerek geçen çocukluk yıllarını anlatırken
sanki yeniden yaşıyordu. Ailece gerçek bir varoluş mücadelesi vermişlerdi. Öte
yandan ülkemiz savaşlarla sarsılıyordu. Ülke de bir varoluş mücadelesi
içindeydi. Günümüzün ciddi çalkantılarına rağmen çok şükür artık o zamandaki
gibi korkunç bir varoluş mücadelesi vermiyoruz ve inşallah bir daha öyle bir
dönem yaşamayız.
Öte yandan aslında
büyük çapta bir göçmenler ülkesi olan ülkemizin tarihinde geçiş dönemleri hep
vardı. Bu coğrafyada tarih boyunca Asya’dan batıya göçerek Anadolu’da yerleşen
kavimler olduğunu biliyoruz. Osmanlı Devleti’nin sonunda doğru, özellikle
20’inci yüzyılın başında Osmanlı Rumeli’sindeki Müslüman nüfustan milyonlarca
insan savaşlardan kaçarak kağnılarla Edirne’ye, İstanbul’a göçmüşler, okul
bahçelerini, cami avlularını, sokakları doldurmuşlardı. Ülkemizin tarihinde
göçmeler, kaçmalar hiç bitmiyordu. Göçler bugün de devam ediyor. Bu kez
Ortadoğu’daki savaşlardan kaçarak gelen mülteciler ya ülkemizde yerleşiyor ya
da daha batıya gitmeye çalışıyor.
GENÇ TÜRKİYE
CUMHURİYET’İNİN EĞİTİM SEFERBERLİĞİ
- Pek çok önemli figüre
de yakın plan yapıyorsunuz Cumhuriyet Mucizesi’nde. Hasan Âli Yücel ve
Hayrettin Karaca bunlardan sadece ikisi... Kitabın aslan payında Çığ’ın eğitimi
konusuna olağanüstü derecede önem verdiği görülen Çığ’ın yaşamı bu bağlamda
kimlerle, ne gibi kesişmeler, izdüşümler içeriyor?
Muazzez İlmiye Çığ hiç
bıkmadan, usanmadan eğitimin önemini, eğitimle insanların hayatının nasıl iyiye
doğru değiştiğini vurguluyordu. O nedenle biraz geriye dönerek Genç Türkiye
Cumhuriyeti’nin eğitim seferberliğini araştırdım. Bugün iyi yetişmiş
insanlarımızı o derin eğitim seferberliğine borçluyuz. Katkıları asla
unutulmayacak olan Eğitim Bakanları Mustafa Necati, Dr. Reşit Galip ve Hasan
Ali Yücel eğitim seferberliğin kahramanları arasındaydı.
Mustafa Necati harf
devriminin yapılmasını sağlayan, Latin alfabesini okullara ve topluma
yerleştiren Eğitim Bakanıydı. Dr. Reşit Galip, Hitler’in gazabından kaçarak
Türkiye’ye gelen ve üniversitelerimizin gerçek birer üniversite haline
gelmesinde büyük katkıları olan Alman profesörlerle anlaşmaları yapan Eğitim
Bakanıydı.
Hasan Ali Yücel ise Köy
Enstitülerinin kurulmasını ve Dünya klasiklerini Türkçe’ye çevrilmesini
sağlayan şair ve yazar bir Eğitim Bakanıydı. Köy Enstitülerini İsmail Hakkı
Tonguç geliştirmişti.
Köy Enstitüleri yoksul
köylü çocuklarına hem çağdaş bir eğitim veren, edebiyat, müzik yeteneklerini
geliştiren hem de tarım tekniklerinden, hayvancılıktan, sağlığa, inşaattan
terziliğe, kırsal hayatta insanlara gerekli tüm becerileri sağlayan eşsiz bir
eğitim modeliydi. Mezunları köylerine geri dönüyordu. Oralardaki hayata çeki
düzen veriyorlar, köyleri değiştiriyor, geliştiriyorlardı.
Ne yazık ki bu müthiş
eğitim modeli sürdürülemedi. Ülkemizdeki toprak ağalarının köylüler üzerindeki
iktidarını sarstığı için, ayrıca ABD’nin hayatımıza girmesiyle onlara bir tür
sosyalizm uygulaması gibi göründüğü için Köy Enstitüleri yok edildi.
“Toprak Dede” diye de
tanınan Hayrettin Karaca, uzun yıllar boyunca ülkemizdeki toprakların korunması
için, erozyonla mücadele etmişti. Güzelim ülkemizin doğasının, topraklarımızın
korunması amacıyla Tema Vakfı’nı kurmuştu.
Muazzez İlmiye Çığ ile
birlikte yaptıkları TV programında sadece topraklarımızın durumunu değil
ülkemizin sorunlarını tartışıyorlar, çözüm üretilebilmesi için dikkati
çekiyorlardı. Programın adı da formatı gibi şakacıydı; Giderayak!
‘BÜYÜK İNSANLIK
SERÜVENİNİN PEŞİNE DÜŞTÜ’
- Uzun yıllara varan
çalışmalarıyla büyük bir Sümerolog olarak tüm ülkeyi uygarlıklar tarihiyle
neredeyse üç boyutlu buluşturmuş, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde 33 yıl
çalışmış, “Tarih Sümer’de başlar” demiş Muazzez İlmiye Çığ’ı anlatırken Sümer
ve Anadolu uygarlıklarını yazmamak mümkün değil kuşkusuz.
O çalışmalara siz de
önemli bir yer veriyorsunuz kitabınızda. Son olarak uygarlıklar tarihine
kitapta nasıl bir izlekte yer verdiğinizi ve Çığ’ın bu konudaki tükenmez
heyecanına ilişkin izlenimlerinizi paylaşır mısınız?
Muazzez İlmiye Çığ
mesleğini, işini çok seviyordu. Genç yaşında, eşsiz şairimiz Nazım Hikmet’in
deyimiyle “büyük insanlığın” serüveninin peşine düşmüştü. Meslek hayatını
anlatırken o günleri yeniden yaşıyor, heyecanlanıyordu.
İstanbul Arkeoloji
Müzesi’nde çalıştığı 33 yıl boyunca dünya çapındaki Sümerolog’larla, uzmanlarla,
profesörlerle iş birliği yapmıştı. Depolara atılmış duran binlerce yazılı
tableti birlikte ortaya çıkarmışlardı. Müzede arşivlemişlerdi. Daha sonra hepsi
olmasa da bazılarını Türkçe’ye ve diğer dillere çevirmişlerdi.
Dünya çapında bir
Sümerolog olan Prof. Samuel Noah Kramer ile çalışırken bir tabletteki yazıyı
okurken insanlık tarihindeki ilk aşk şarkısını/şiirini bulmuşlardı; “İnanna’nın
Şarkısı”...
Kramer’in ünlü “Tarih
Sümer’de Başlar” (History Begins at Sumer; thirty nine firsts in men’s recorded
history) adlı kitabını Türkçe’ye ilk çeviren Muazzez İlmiye Çığ olmuştu.
İnsanlık serüvenleri
benim de çok ilgi duyduğum konulardı. Belgesellerim arasında tarih ve arkeoloji
önemli bir yer tutuyor. Sualtı arkeolojisi ve batık gemiler hakkında bir belgesel
yapmıştım.
Sualtı arkeologları
Marmaris-Selimiye koylarından birinde, M.S. 900’lü yıllarda battığı düşünülen
bir ticaret gemisine kazı yaptılar. Gemiyi ve taşıdığı yükü (zeytinyağı dolu
amforaları) 4 yaz boyunca çalışarak, yani dalarak su yüzüne çıkardılar. Bodrum
Sualtı Arkeoloji Müzesine taşıdılar..
Belgesel ekibimizle dört
yaz boyunca sualtı arkeologlarının kazılarını izledik, onlarla birlikte denize
daldık, çıktık. Denizaltında, karada, müzede çekimler yaptık. Belgeselimizin
adını “Yitik Zamanın İzinde” koyduk.
Arkeologlar bu geminin
bir “zaman kapsülü” gibi o zamanın bütün bilgilerini saklayıp bugüne
ulaştırdığını düşünüyorlardı. Kazıdan çıkardıklarını araştırıp, o objelerden
elde ettikleri bilgileri makaleler, kitaplar yazarak günümüzün insanlarıyla
paylaşıyorlardı. Onlar da elde ettikleri bilgileri paylaşmak için
çalışıyorlardı.
Yitik Zamanın İzinde
belgeseli 2000 yılında Fransa’da, Bordeaux kentindeki ICRONOS Arkeoloji
Belgeselleri yarışmasında en iyi kazı filmi ödülünü kazanmıştı.
Daha sonra Şeyh
Bedreddin’in ve döneminin insanlarının serüvenini araştırarak “Simavnalı
Bedreddin” belgeselini ve Evliya Çelebi’nin İstanbul’un Tılsımları hakkında
“Tevatürle Muhakkaktır; İstanbul’un Tılsımları” belgesellerini yaptık. Merak
edenler Youtube’da belgesellere ulaşabilirler.
Muazzez İlmiye Çığ’ın
serüvenini izleyen kitabım hem Cumhuriyet’imizin hem de Muazzez Hanım’ın nasıl
birer mucize olduğuna tanıklık etmeye çalıştı ve onun hakkında yazılmış,
yazılacak kitaplardan biri daha oldu. Cumhuriyet Kitap’ın düzenli bir okuyucusu
olarak kitabıma olan ilginize candan teşekkür ediyorum.
Muazzez İlmiye Çığ - Cumhuriyet Mucizesi / Nurdan Arca / Sia Kitap / 192 s. / 2020.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Colani'den İsrail hakkında ilk açıklama
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu
- MHP'den 'asgari ücret' önerisi