Mutfaktan tamirata
Mark Crick, Kafka'nın Çorbası'nın ardından Sartre'ın Lavabosu'yla yeniden karşımızda. Bu kez ünlü düşünür ve yazarların eline alet edevatı tutuşturan Crick, her birine söylemine uygun onarım işlerini veriyor. Tulumları giyen yazar ve düşünürler de tamirata canhıraş girişince ortaya eğlenceli hikâyeler çıkıyor.
'Mark Crick'i gözüm bir yerden ısırıyor' diyorsanız, Kafka'nın Çorbası'nı okumuş ya da yanından geçmişsiniz demektir. Crick, esprili bir yaklaşımla filozof ve yazarları meşreplerine uygun biçimde mutfağa sokmuş ve ocağı ateşlemişti.
Pişirilenlerin insanların damak tadıyla uyuşup uyuşmadığını bir tarafa bırakalım, Crick, okura yanına aldığı edebiyatın ve felsefenin babalarıyla mutfaktan tuhaf koku ve lezzetlerle seslenmişti.
Bu defa mutfak önlüğünü çıkarttırıp tamirat tulumlarını giydiriyor. Kadro geçen kitaptan farklı olsa da Crick'in genel anlayışı değişmiyor: Edebiyatın ve düşün dünyasının ileri gelenlerine görevleri ve alet edevatı üleştiriyor. Atlamayalım, Crick bunu yaparken yine kimin hangi tamiratı üstlenebileceğine, yazar ve düşünürlerin meşrebine göre karar veriyor. Anlayacağınız, herhangi bir sakatlık oluşmasın diye ölçüyü tutturmaya çalışıyor: Çekici, tornavidayı, merdiveni ve badana fırçasını kime vereceğini ince ince düşünüyor.
'Yapabiliyorsanız onarın!'
Sartre'ın Lavabosu'nda hem adı geçen yazar ve düşünürler hem de onların yarattığı karakterler kahraman konumunda. Crick'in esprili üslubuyla birleşince ortaya inanılmaz tamiratlar çıkarken, daha önce olduğu gibi hünerlerini farklı alanda konuşturan bir öbek yazar ve düşünür zihnimize konuk oluyor.
Aslına bakılırsa Crick'in kotardığı şey, bu adamların hiç kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan orayı burayı düzeltmeye nasıl girişebileceğine; en azından bunu edebi bir biçemle nasıl yansıtabileceğine dair zihin fırtınası. Elbette ironik bir durum bu ama her nasılsa yadırgatıcı değil.
Günlük hayatta bazen başa bela açan en basit tamiratları, 'Ben bilirim' deyip façayı bozduran ya da çok daha büyük arızalara yol açan kimi işleri mizahi olarak ele almayı deniyor Crick. Seçtiği kişilerin büyük bölümü, öyle kolay yenilir yutulur cinsten de değil.
Şunu da söylemeden geçmemeli: Crick kitapta, tıpkı Kafka'nın Çorbası'ndaki gibi seçtiği yazarların yerine geçip ya da onlara benzer şekilde düşünüp tamiratları ne biçimde gerçekleştirebileceklerine odaklanmış. Bir bakıma, onların eserlerini tamiratlara uyarlamış.
Hal böyle olunca Hemingway'in hayli ayrıntılı düşünen ve çalışan duvar kâğıdı kaplayıcısı kimliğiyle evlere girip çıktığını görüyoruz. Aynı zamanda 'suçu tavana atmayan' ve 'duvara saygı duyan ihtiyarı' öne çıkaran bir kimliğe de.
Crick tarafından Milan Kundera'nın pencereye cam takma serüveninin niye yaratıldığını anlamak için şu sözler dikkatle okunmalı: 'Bütün hükümetler şeffaflığa karşıdır. Karşı çıkarlar, çünkü şeffaflığın kırılganlığa yol açtığını bilirler. Camın yapısı böyledir. Pencereler bittabi camdan daha esnek ve daha az kırılgan bir malzemeden yapılabilir, ancak bir pencerede en çok aranan özellik şeffaflıktır.'
Crick'in, Kundera'nın kahramanı Tomas'a cam takma görevini vermesi, 'dikizlemenin dayanılmaz hafifliğini' ve bir o kadar da tu kaka edilen çekiciliğini vurgulamak için belki de, kim bilir?
Peki, Murakami'nin elindeki badana fırçası acaba gerçekten tavan ve ahşaptaki yılların kirini temizlemek için mi? Tuhaf bir aşk hikâyesinin başlangıcı ve gelişimi (ya da başlamadan bitişi) için biçilmiş kaftan olarak görünüyor badana eylemi.
Zihnin tavan arası
Yaşadıkları dönemde yazıp çizdikleriyle zihinsel anlamda bir tamirata girişen veya en azından bu yolda çaba harcayan yazarlardan seçme yapan Crick'in gayreti de söz konusu ağır topların benzetmeler yardımıyla hayatın içinden anlara dokunmasını sağlamak. Onlardan biri de Dostoyevski. Onu banyoya fayans döşerken hayal etmek her ne kadar absürd görünse de işini sağlam yapması, bu alanda da başarılı olduğunu kanıtlıyor. Kırıp dökmenin yeniden yapmayla bir arada yürüdüğünü ama hangisinin daha kolay ya da zor olduğunu sorguluyor Dostoyevski, affedersiniz Crick!
Julius Caesar'ın raf monte edişi ve Marguerite Duras'nın musluk onarımı, kitap boyu süren esprinin altında yatan derinlikle ilintili. Fakat Poe'nun, tavan arasına tahta döşemesi anlatılanlar içinde hatırı sayılır derecede manidar:
'Mesleğim süresince kitaplar, dergiler, gazete kupürleri, raporlar ve daha pek çok şey topladım, çalışma odamı doldurup taştılar ve sonunda pek ender de olsa kapımı çalmaya zahmet eden ziyaretçiyi ağırlayacak yer bile kalmadı. Sonunda o ziyaretçi, dostum ve doktorum Garnett, beni koleksiyonum için ayrı bir depo tutarak evimi tamamen yutmakla tehdit eden bu yükten kurtulmaya ikna etti. Böylece ev bildiğim eski ve harap mülkün insan ayağı basmamış tepelerindeki kasvet ve ihtişam dolu bu katedral benzeri yapıda buldum kendimi. Niyetim buraya bir zemin döşemekti.' Crick'in Poe'ya döşetmeye yeltendiği zemin, adeta zihnin karanlık noktası. Merdiven yettiğince ulaşılan ve lambanın gücü ölçüsünde aydınlanan tepedeki bir dehliz.
Hunter S. Thompson'ın bahçe çiti yapmasını sağlayan şeyin ne olduğunu kavramaya çalışırken Crick aniden bir ipucuyla çıkageliyor: 'Hiçliği çevrelemek.' Narko-bahçıvanlara küçük de olsa bir engel yaratabilmenin yollarını arıyor Thompson: Meskalinli reçel daha rahat yensin diye ufak bir önem bahsi geçen çit.
Goethe'nin küvet izolasyonunu nasıl açıklamalı? Onun kafayı taktığı orantılı, biçimli ve uyumlu küvet de neyin nesi? Söz konusu uyumun ve tamiratın Goethe'yi mutlu ettiğini belirtmeli: '(') Delikanlı geri döndü. Son mektubumda sana tarif ettiğim küveti takmaya başladığında içime dolan duyguları anlatamam. Gerçekten de, eğer o ifade dolu jestlerini, uyumlu ve ölçülü hareketlerini ve bakır boruları döşemeye başladığında gözlerimde parlayan gizli ateşi anlatmak için ozanların en büyüklerine has bir yeteneğimin olması gerekirdi. Boruları odanın kıvrımlarına tam uyacak şekilde biçimlendiriyor, kaynak şalamasını çok ustaca kullanıyordu.'
Goethe'nin aldığı keyif, belli süre sonra işi tamamen kendisinin devralmasıyla uzun zamandır benliğini rahatsız eden uçurumu doldurmakla yer değiştiriyor; uğraştığı bu sıradan iş, hem benliğini onarıyor hem de yüreğine huzur veriyor. Böyle diyor (Crick).
'Tıkanıklık benim'
Beckett'in sıkışan çekmeceyle cebelleşmesi, açmayı isteyip istememesi üzerinden yürüyor. Çekmece açılırsa unutulmak istenenler etrafa saçılacak, açılmasa ortalık derli toplu kalacak. İşte bütün mesele bu: Onarmalı mı, onarmamalı mı?
Sartre'ın tıkanmış lavaboyu açma denemesi, kümesteki onca beyaz tavuk içinde bir tane kahverengi tavuğa işaret eder gibi. Çünkü kitaba adını veren hikâye bu. Crick, bir tıkanıklığın peşinden koşmasını Sartre'ın bulantı kavramına göndermeler yaparak kurguluyor. Tıkalı lavabonun, felç olmuş ve yutkunamayan bir gırtlağa benzetilmesi de böyle açıklanabilir belki. Tıkanma durumu, tedirginlik yaratıyor haliyle. Garip bir sürüklenişi de peşine takıyor. Roman yazmaya kafa yormak mı yoksa tıkanıklığı gidermek mi? Metaforlar işbaşında:
'İşler kötü, çok kötü. Çalışamıyorum. Kalemimin her hareketi anlamsız. Romanım beni sıkıyor. Pipomu doldurmaya bile halim yok. Nesne önümde duruyor ve kütüphanecinin dikkatini çekiyor. Tıkanıklık beni ele geçirdi.' Zihin bulanıklığı ve lavabo tıkanıklığı arasındaki geçişler, aynı Sartre romanlarındaki gibi suratımıza fırlatılıyor.
Crick'in en başarılı benzetmesinin Sartre'a ayırdığı lavabo tamiri olduğunu söylemekte sakınca yok. Çünkü burada tamamen Sartre gibi düşünüp bulantı ile tıkanmayı ya da lavabo tıkanıklığı metaforunu birleştirdiğini fark ediyoruz. Bir taraftan kolay, öbür taraftan zor. Kolaylığı, bulantının doğrudan tıkanıklığı çağrıştırabileceği, nitekim bölümün sonunda 'tıkanıklık benim' cümlesi bunun göstergesi. Zorluğu, lavabo üzerinden bir başyapıtı mizahla bütünlemek. Nereden bakarsanız Sartre, felsefe ve edebiyatın en ağır ve bir o kadar da 'sinir bozucu' öznelerinin başını çekiyor.
Crick'in kitabına aldığı bu önemli düşünür ve yazarların, söz edilen tamiratlarla arası nasıldı pek bilinmez ama söylemleriyle bilinçleri bir şekilde onardıkları açık. Crick'in eğlendirici öğelerle bunlardan bir tutam sunduğunu rahatlıkla seçebiliyoruz. En hafifinden şöyle denebilir: Sartre'ın Lavabosu'nda Crick'in anlattıkları, gerçeklerle karşılaştırıldığında neredeyse hiç sırıtmıyor.
Üstelik Crick, kitapta hikâyeleri peş peşe sıralarken ele tutuşturulan her bir alet ve verilen her görev, aslında güçlü bir metafora her eylem de o metaforu güçlendirip besleyen bir edime dönüşüyor.
alibulunmazcumhuriyet.com.tr http://bulunmazali81.blogspot.com
Sartre'ın Lavabosu/ Mark Crick/ Gülden Şen/ Can Yayınları/ 108 s.
En Çok Okunan Haberler
- Suriye'yi nasıl terk ettiğinin ayrıntıları ortaya çıktı!
- Petlas'tan o yönetici hakkında açıklama
- Nevşin Mengü hakkında karar
- 3 zincir market şubesi mühürlendi
- Geri dönüş gerçekten 'akın akın' mı?
- Eski futbolcu yeni cumhurbaşkanı oldu
- Fidan'dan 'Suriye Kürtleri' ve 'İsrail' açıklaması
- Müge Anlı'nın eşine yeni görev
- Bakanlık 5 ildeki lahmacuncuları ifşa etti
- AKP’nin tabutu CHP sıralarına kondu