Obama ve ‘Öteki’ Amerika...

Obama ve ‘Öteki’ Amerika...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 12.11.2008 - 07:17

Obama dönemini değerlendirirken Bush yönetiminin ikinci dönemindeki bazı değişiklikleri göz ardı etmemeliyiz. Bu dönemde bazı “neocon”lar yönetimden ayrıldı. Condoleezza Rice yönetimindeki “pragmatist realistlerin” ağırlığı arttı.

Barack Obama, seçim kampanyası boyuncadeğişimsözcüğünü çok sık kullandı ve bu sözcüğü kampanyasının odak noktasına oturttu. Obamanın güdeceği siyasaların ne ölçüde değişim getireceğini zaman içinde göreceğiz. Ancak, 13 Nisan 2006 tarihinde Cumhuriyette yayımlanan Öteki Amerikanın Sesi başlıklı makalemde vardığım sonucun hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum. O da şu: Obama Başkanlığında değişimi bir ölçüde güdülecek iç politikada görebileceğiz. Güdülecek dış politikada ise üslupve bazı konuların vurgulanması ile ilgili olarak değişikliklere tanık olabiliriz; ancak tüm bunların dış politikada temeldeğişiklikler getirecek boyutta olmayacağı kanısını taşıyorum.

Obamanın ilk aşamada başarılı olduğu konu şudur: Özellikle son yıllarda Amerikan karşıtlığının yükseldiği ve Amerika imajının en alt düzeyde seyrettiği bir dönemde bir siyahi liderin ABD Başkanlığına seçimi bu imajın düzelmesinde büyük bir rol oynamıştır.

Ancak Obamanın güdeceği siyasalar, bu düzelmiş imajın sürekli olup olmayacağını saptayacaktır.

Obamaoyunukurallarına göre oynuyor. Bazı önemli kuruluşları ve örneğin İsrail devletini karşısına almamaya özen gösteriyor. Daha seçim kampanyasının başlarında, Obama en büyük Musevi kuruluşu olan AIPACı ziyaret etmiş ve İrana karşı geleneksel politikayı orada tekrarlayıp İsrailin güvenliğini korumaya bağlı olduklarını söylemişti. Gerçek anlamda stratejik müttefik olan İsrailin onayı olmaksızın İranla temas edeceğini düşünmemek gerekir. Nitekim, seçildikten sonra yaptığı ilk basın toplantısında da İran için söyledikleri en azından İran konusunda temel bir değişikliğin olmayacağının işaretidir. Rahm Emanueli Beyaz Saray Genel Sek-reterliğine ataması da bir başka örnektir. Aşırı partizanlığı ve İsrail yanlılığı nedeniyle Rahm Emanuelin tartışılan bir kişiliği var. Oysa kendisine verilen görev nedeniyle Rahm Emanuel, Obama ile çok yakın çalışma ilişkisi içinde olacaktır.

Önceki makalemde belirttiğim gibi Öteki Amerika deyimini o ülkedeki yoksullar ya da ezilen gruplar anlamında değil, ABD hükümetinin güttüğü politikalardan farklı yaklaşımları olan kişiler ve gruplardan söz etmek için kullanıyorum. Amerikanın politikası uzunca süre sağa kaymıştır. Clinton döneminde daha insancıl politikalar güdülmek istenmesine karşın ayakta kalabilmek için, Clinton da orta yolu seçmek ve istediği örneğin, sağlık politikasını yaşama geçirememe durumuyla karşılaşmıştır. 11 Eylülden başlayarak Amerikada sağa kayış hızlanmış, sosyal içerikli ve amaçlı siyasalardan uzaklaşılmış, Evangelistanlayış egemen olmuş ve savaş yanlısı politikalar güdülmeye başlanmıştır.

Amerikada sol diye tanımlanan görüşler, genelde, var olan ekonomik sistemi sorgulamıyorlar. ABDde solculuk, savaş karşıtı tutumlar ve örneğin, zencilere, yerlilere eşitlikçi muamelenin gerekliliği üzerinde odaklanıyor. Ancak ‘30’lu yılların başlarında Franklin Delano Roosevelt iktidara gelince ve ekonomik buhranın etkisiyle var olan ekonomik düzeni sorgulayan kişiler, düşünürler, üniversite öğrencileri, bürokratlar, hatta üst düzey yöneticiler ortaya çıkmaya başladı. Lillian Hellmann gibi bir yazar o dönemin bir ürünüdür. Roosevelt ekonomik buhran nedeniyle çökmüş ekonomik düzeni düzlüğe çıkarabilmek için bir ölçüde devlet müdahalesinin gerekliliği üzerinde durdu. Ve bazı konularda bunu yerine getirdi.

ABDdeki sosyo-ekonomik düzeni bir ölçüde sorgulayan New Deal politikasının sonunu getiren Rooseveltin ölümü değildi. Esas neden soğuk savaşın başlamasıydı.

Sovyet Rusya düşman ilan edilince o düzeni çağrıştıran ılımlı olan sosyal demokrat görüşler bile töhmet altında bırakılmaya başladı. Ekonomik sistemi eleştirdiklerinden ötürü pek çok kimse işinden olmaya başladı. Bu durum McCarthy döneminde hızlandı. Ancak tüm bu olumsuz gelişmelere karşın ötekiAmerika canlılığını, bazı sivil toplum kuruluşlarının ve bazı etkin düşünürlerin tutumları nedeniyle, bir ölçüde, korudu. Ancak ötekiAmerikaya yeni bir boyut ve canlılık getiren, Reagan döneminde ivme kazanan, küreselleşmeci, sosyal adaletten yoksun politikalara karşı başlayan hareket olmuştur. Siyasal gelişmeler, özellikle Amerikalı anayasa hukukçularını ve siyaset bilimcilerini 1980ler ortasında yeniden cumhuriyetçilik felsefesi ve cumhuriyet kurumları üzerinde çalışmaya itmiştir. Cumhuriyetçi geleneğin özelideğil, kamu yararınıön planda tutması ve eşit yurttaşlıkgerektirdiği vurgulanmaya başlamıştır.

J.F. Kennedynin solculuğu insan hakları konusunda, siyah Amerikalıya eşit haklar tanınması konusunda odaklaşıyordu. Öte yandan aynı Kennedynin Kübamüdahalesini anımsayalım. Clintonlar için idol J.F. Kennedydir. Roosevelt değil. Amerikanın toplumsal ekonomik yapısını daha sosyal adaletçi bir düzene kavuşturmak için çaba gösteren Rooseveltin Yaltaanlaşmasını imzalayan kişi olduğunu da anımsayalım. Obamanın idolü Roosevelttir deniyor. Bu konu tartışmaya açık. Obama konuşmalarında hep Amerikalı Orta Sınıfınyaşam şartlarını düzeltmekten söz ediyor. Ya fakirler? Ya sokaklarda yatan, işsizler ordusu? Oysa özellikle son 30 yıldır, Amerikada yoksulluk artmış, birçok insan sokaklarda yaşamaya mahkûm olmuştur. Ancak her şeye karşın, Obama yönetiminin iç politikada daha sosyal adaletten yana, halktan yana bir ekonomi-politika güdeceğini düşünebiliriz.

Obamanın söylemlerinde dikkat çeken bir husus da Amerikan vatandaşlığının üst kimliği oluşturduğu ve tek bir bayrak altında Amerikanın birliğinin sürmesi gerekliliğidir. Oysa, üyesi olduğu Demokrat Parti özellikle son 50 yıldır, gittikçe artan bir oranda etnik kimliğivurgulamaktadır. Etnik kimlik bölücüdür, çağdışıdır. Bunun böyle olduğunu kendisi gibi Harvardlı, kendisi gibi Demokrat Partili Arthur Schlesinger, Jr. söylemiş ve yazmıştır.

Schlesinger, J.F. Kennedynin başdanışmanlarından biri olmuştur. Amerika Birliğinin Çözülmesi (The Disuniting of America) başlıklı 1992 tarihli yapıtında Amerikanın özelliğinin çok değişik ırk, etnik ve dinsel kökenden gelen grupların varlığına karşın bir ulus oluşturabilmesinin çok büyük bir başarı olduğunu vurgulamaktadır. Kendi kökeni nedeniyle de Obama, etnik bölünmeleri önleyebilecek bir konumdadır. Obama, Demokrat Partinin son yıllardakietnisiteyeodaklanmış politikasını, cumhuriyetçi bir yaklaşım olan bütünleşmeyedoğru değiştirebilecek midir? Bu zor; ancak, imkânsız değildir.

Obamanın seçimiyle ÖtekiAmerika iç politikada etkin bir yer edinmiştir. Bu durum, ABD dış politikasında ne ölçüde bir değişim gerçekleştirebilir? Bu konuda kesin bir yanıt vermek olanak dışıdır. Savaş karşıtlığı güçlense bile, unutmamak gerekir ki ABD bir süper devlettir”. Askeri müdahalelerden büyük kâr sağlayan silah sanayisi ve benzer kuruluşlar dışında ötekiAmerika da ABDnin bu konumunu yitirmesini; örneğin bir ABden, bir Çinden daha güçsüz konuma gelmesini istemez. ABDnin süper devletolma konumunu zayıflatacak bir dış politika güdebileceği beklentisi içinde olmamalıyız.

Obama dönemini değerlendirirken Bush yönetiminin ikinci dönemindeki bazı değişiklikleri göz ardı etmemeliyiz. Bu dönemde bazı neoconlar yönetimden ayrıldı. Condoleezza Rice yönetimindekipragmatist realistlerinağırlığı arttı. İlk kez bir Amerikan yetkilisi İranla AB arasında doğrudan yapılan nükleer görüşmelere katıldı. Bu iki ülke arasında büyük bir pazarlıkkonusunda ilk adımı oluşturdu. İrandaki yönetim bir oldubitti yönünde adım atmazsa, Obama, Bush döneminin attığı bu ilk adımın devamını getirebilir. Öte yandan, Irak ve Afganistanla zorunlu ilgilenmeye ek olarak, Obama yönetiminin en çok vaktini alacak ekonominin durumunu düzeltmek olacak.

Türkiyeye gelince: Türkiye, şimdilik, Obamanın birinci derecede ilgi alanı içinde gözükmüyor. Ancak, Obamayı değerlendirirken Demok-rat Partide etnik grupların ağırlığını göz ardı etmemeliyiz. Öte yandan Demokrat Parti ağırlıklı kongrelerin, özellikle silah alımına kadar birçok alanda sorun yaratabileceğinin bilincinde olmalıyız. Görünen o ki Obama yönetimi döneminde, en azından ilk aşamada, Türkiyeyi zorlu bir dönem bekliyor. Türkiye bu dönemde kendini iyi anlatabilmelive farklı mesajlarvermemelidir. Bundan da önemlisi Türkiye kendini bilmeli ve kendi değerini yabancı devletlerin ya da onların başkanlarının ona nasıl baktığıyla ölçmemelidir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler