Pakistan'ın Afganistan çıkmazı

Milyarlarca dolarlık harcamaya ve asker kaybına karşın Afganistan halen denetim altına alınamadığı gibi, Taliban da giderek gücünü arttırıyor. Bu da ABD'nin gözünde Pakistan'ı bir kez daha "suçlu" duruma düşürüyor. Amerikalılar Pakistan'a yapılan milyarlarca dolarlık askeri ve ekonomik yardıma karşı, Taliban'ın hızla güç kazanmasını ciddi ölçülerde sorguluyor ve eleştiriyorlar.

Pakistan'ın Afganistan çıkmazı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 07.09.2008 - 08:16

Afganistan batağına saplanmış gibi gözükmekle beraber, söz konusu bataktan Orta Asya'daki uzun vadeli çıkarları nedeniyle rahatsız olmayan ABD'nin yetkili ağızları son günlerde başarısızlıklarının en önemli nedeni olarak hep Pakistan'ı gösteriyor.

Hatta ABD'nin Pakistan'ı suçlarken, gerektiğinde Pakistan'ın iç işlerine müdahale için durumdan yararlanma kapısını da açık tuttuğu söylenebilir. Son olarak Pakistan hükümetindeki koalisyon ortaklarınca 18 Ağustos 2008 günü istifaya zorlanmış olan Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in yokluğunda ABD açısından Pakistan'ın iç işlerine karışma olanağının daha da artacağı güçlü bir olasılıktır.

Her ne kadar Müşerref dünya kamuoyunca ABD yanlısı olarak biliniyorduysa da yılların deneyimine sahip böyle bir liderin Pakistan gibi son derece önemli sorunlarla karşı karşıya olan bir ülkenin başından ayrılması, hiç kuşkusuz deneyimsiz politikacılar aracılığıyla çeşitli yeni ve hatta katmerli sorunları da beraberinde getirebilecektir.

Zira bu dost ve kardeş ülkenin üstesinden gelmesi gereken sorunlarının çeşitliliği ortadadır. Bu bağlamda; Hindistan ile süregelen gerginlik, Keşmir sorunu, ülkenin batısında bulunan Belucistan'daki ayrılıkçı hareket, ekonomik sıkıntılar, dünyada tek Müslüman nükleer güç olmasının özellikle ABD'de yarattığı kaygı ve bu güç üzerinde denetim sağlama girişimleri ile ülke içinde giderek artan Taliban ve köktendinci unsurların eylemleri ve bunun Afganistan ile ilişkisi Pakistan'ın ana sorunlarını oluşturuyor.

Özellikle Afganistan ile ilişkilerin son aylarda sıkıntılı boyutlara ulaşmış olması ve bunların çözümünde ABD'nin yardımcı olacağına adeta Afganistan'dan yana bir tutum sergileyerek Pakistan'ın iç işlerine müdahale arayışlarına girişmesi bu stratejik açıdan çok önemli ülke için deneyimli bir devlet başkanının yokluğunu her daim hissettirecek sorunları beraberinde getirecektir.

Stratejik unsur

Asırlardır Orta Asya'ya erişim yollarının geçiş kapısı olması nedeniyle son derece stratejik bir önem arz eden Afganistan'ın kontrolü, dünya güçlerini her devirde meşgul etmiştir. ABD'den önce de Soğuk Savaş'ın öteki küresel gücü olan Sovyetler Birliği'nin Afganistan'ı işgalinin zirveye çıktığı 1985-1986 yıllarında bu ülkede yaklaşık 110 bin kişilik bir askeri güç bulundurduğu ve yine bu ülkede yaklaşık 13 bin asker kaybettiği hatırlardadır.

O gün için Sovyetlerin savaşı kaybetmesinin en önemli faktörlerinden birinin Pakistan olduğu gerçeği açıktır. Bilindiği üzere Amerika'nın sadık müttefiki olan Pakistan, Afganlı mücahitlere Rus-Afgan Savaşı süresince Amerikan ve Suudi yardımlarının ulaştırıldığı ana kanal oldu. Mücahitlere insan gücü takviyesi ve eğitiminin sağlandığı ana üs de yine Pakistan idi. Hatta bu yardımların 1980'lerin sonlarında bir milyar dolara erişmiş olduğu da uzmanlarca ifade edilmekteydi. O günlerde ABD'ye karşın Sovyetlerin Pakistan'ı işgali ve Afganistan'da bu yolla kesin bir zafer kazanmayı düşündükleri, ancak buna cesaret edemedikleri bugün tartışılan konular arasında. Nitekim günümüzde ABD'deki bazı politikacıların da zaman zaman ağızlarından kaçırdıkları politikalardan biri de aynen geçmişteki Sovyet yaklaşımı benzeri bir yaklaşımı içeriyor. Yani Pakistan'ı bir şekilde kontrol altına almak. Esasen Pakistan'ın dünyadaki tek Müslüman nükleer güç olması gerçeği de Amerika açısından bunu söz konusu edebiliyor.

Yani Afganistan'da ne pahasına olursa olsun başarı kazanıp Orta Asya'da Rusya'ya karşın fiziki varlık sürdürmek Amerikan askeri stratejisine uyuyor. Bu nedenle de Amerikalılar yedi yıldır bu ülkede güç bulunduruyorlar. 70 bin kişilik koalisyon gücünün 35 bini Amerikan askeri.

Ne var ki milyarlarca dolarlık harcamaya ve asker kaybına karşılık Afganistan halen kontrol altına alınamadığı gibi, üstüne üstlük bir de Taliban'ın giderek gücünü arttırıyor olması olgusu söz konusu...

Taliban'ın da süreç içinde gücünü arttırıyor olması ABD'nin gözünde Pakistan'ı bir kez daha "suçlu" duruma düşürüyor. Amerikalılar Pakistan'a yapılan milyarlarca dolarlık askeri ve ekonomik yardıma karşı durumun her iki ülkede de Taliban'dan yana gelişme göstermesini ciddi ölçülerde sorguluyor ve eleştiriyorlar.

Pakistan'ın karşı savları

Amerikalılar böyle düşünürken Pakistanlılar ise özellikle Afganistan ile ilgili olarak Amerikan görüş ve politikalarının gerçeklerden 180 derece farklı olduğu görüşündeler. Amerikalıların onca teknolojik üstünlüğe ve sahip oldukları askeri güce karşın Afganistan'daki başarısızlıklarını sorguluyorlar.

Hatta Afganistan'da bizzat ABD tarafından yaratılan istikrarsız ortamın Pakistan'ı siyasi ve ekonomik açıdan ciddi ölçüde etkilediğinden şikayetçiler. Yani sorunların, Batı medyasınca yansıtıldığı üzere Pakistan'dan Afganistan'a değil, Afganistan'dan Pakistan'a doğru sirayet ettiğini savunuyorlar. Yine Taliban'ın ötesinde, Afganistan'daki savaşlar nedeniyle önce 1980'lerde 3,5 milyon kadar Afganlı mültecinin Pakistan'a yerleşmiş olması ve adı değişen ancak bir türlü sonu gelmeyen savaşlar nedeniyle bu mültecilerin halen Pakistan'a geliyor olmaları Pakistan'ı farklı yönlerden de zorluyor. Hal böyle olunca da Pakistan'ın şikayetleri katlanarak büyüyor.

Ancak Pakistan'ın şikayetleri yalnız bu gelen mültecilerin ekonomik ve sosyal yükleriyle ilgili değil. Mültecilerin, Taliban ve El-Kaide'nin Pakistan'daki karışıklıkları ve yapılanmayı desteklemelerinin yansı sıra Hindistan istihbarat servisi RAW'ın da mültecilerin arasına sızmış olan radikal dinci unsurları kullanması için bir ortam yaratması ve hatta söz konusu mültecilerin Pakistan'daki kaosa alet olmaları da Pakistan'ı müthiş rahatsız ediyor. Ayrıca Hamit Karzai yönetimi mensuplarının zaman zaman Hindistan istihbarat servisleriyle doğrudan ilişkiye geçmeleri ve yine Pakistan'a karşı gizli operasyonları desteklemeleri de iddialar arasında ki, bu olgu terörizme karşı uluslararası işbirliği zaruretini derinden yaralıyor.

Hindistan'ın Pakistan'a karşı dostane olmayan tutumlarının arasında Hindistan tarafından Afgan-Pakistan sınırı boyunca kurulmuş olan konsolosluklar da bulunuyor. Bu konsolosluklarda çalışan memurların çoğunluğunun Pakistan'a karşı Afganlı görevlilerle beraber hareket ettikleri iddiaları da uluslararası teröre karşı mücadeledeki zayıf zincirin göstergesi. Hindistan'ın teröre verdiği bu desteği, Keşmir'in Hindistan'a ait kısmında Müslüman direnişçilerin Pakistan tarafından desteklenmesine karşı misilleme olarak verdiği de iddialar arasında. Hatta Hindistan'a ait istihbarat servislerinin Afganistan'da Amerikalılar ile müşterek çalıştıkları ve Amerikalıların Pakistan'a karşı esasen negatif olan görüşlerini daha da etkilemeye çalıştıkları söyleniyor.

Yine Amerikan medyasınca suçlanan Pakistan'ın önemli argümanlarından biri de hala Afganistan'daki afyon üretiminin kontrol altına alınamamış olması. Hatta ISAF güçlerinin yoğun bir şekilde konuşlandığı Afganistan'a ait Helmand Eyaleti'nin bu ülkedeki afyon üretiminin tek başına yüzde ellisini sağladığı ve koalisyon güçlerinin bunu engelleyemediği de bir gerçek. Bir başka gerçek de bundan sağlanan paranın, başta Afganistan ve Pakistan olmak üzere dünyanın birçok yerindeki terör örgütlerinin başlıca finans kaynaklarından biri olduğu gerçeğidir. Afganistan'da 2005 yılında afyon üretimi 104 bin hektarda yapılırken bu alanın 2007'de 193 bin hektara çıkması ve bu ekim alanlarının ISAF ve Milli Afyon güçlerinin kontrol bölgelerinde olması, terörün önemli bir desteği olan finansmanın bizzat Afgan bölgesinde yaratıldığının kanıtı. Kaldı ki artık Afganistan'da 4 milyar dolara eriştiği söylenen afyon üretiminin Afgan ekonomisinin yüzde 50'sini meydana getirdiği gerçeği Afganistan'da bu konunun engellenmesinin olanaksızlığına da işaret ediyor ki bu da sorunların süreceğinin kanıtı.

Tüm bunlara ek olarak Afgan Parlamentosu'nun çoğunluğunun eski mücahitlerden, afyon yetiştiren aşiret liderlerinden, gücünü yine aşiretlerden alan feodal siyasilerden ve eski komünistlerden oluşması da yönetimde işlevsel bir reform yapılmasını engelliyor. Devlet Başkanı Hamit Kazai'ye karşı oluşturulan "Hizbe-e-Cumhuri Khwahan Afganistan" gibi yeni parti ve oluşumlar da Karzai'nin işini zorlaştırdığı gibi Taliban ve El-Kaide'ye de yararlı ortamı sağlayacak gibi gözüküyor.

Esasen son zamanlarda Taliban'ın saflarına katılanların giderek artması da bunun bir göstergesi. Taliban'ın güçlenmesinin; Taliban güçlerinin Kabil, Kandahar, Buglan ve Spin Boldak'ta giderek artan intihar saldırılarının yanı sıra geliştirilmiş ve enfrarujlu patlayıcı cihazları kullanmaya başlaması hem Afgan sınırının kuzeyi hem de güneyinde daha çok can alacağını söz konusu ediyor. Bütün bunlara karşı, Pakistan'ı suçlayan Batı medyasının hiç de değinmediği bir gerçek de Afgan Milli Ordusu'nun hala istenilen düzeye sayıca ve nitelik olarak getirilememiş olması. 2006'da 150 bin kişiye ulaşması planlanmış olan Afgan Ordusu'nun hala 70 bin düzeyinde ve çoğunlukla operasyonel düzeyde olmayan birliklerden oluşması, teröre karşı mücadeledeki zafiyetin gözlerden kaçırılan başka bir nedeni.

ABD gibi her yönden güçlü bir ülkenin bile kaçak işçilere karşı Meksika sınırlarını koruyamadığı düşünülürse son derece dağlık ve 2 bin 200 km uzunluğundaki Pakistan-Afganistan sınırında Pakistan'dan tam bir kontrol beklemenin gerçeklere aykırılığı ortadayken ABD'nin Pakistan'ı hala bir günah keçisi gibi göstermeye çalışmasının düpedüz haksızlık olduğu ortadadır.

Kaldı ki Pakistan, sınır güvenliğinde ciddi çabalar gösterirken, ülke içindeki radikal dinci unsurlara karşı da başarılı operasyonlar yapmıştır. Bu şekilde birçok önemli El-Kaide ve Taliban militanı ve lideri yakalanmış ve adalet önüne çıkarılmıştır. Türkiye'nin de ISAF içinde bulunması ve uluslararası barışa hizmeti göz önüne alındığında Afganistan ve Pakistan'ı ilgilendiren sorunlar bizi de önemli ölçüde ilgilendirmektedir. Söz konusu her iki ülke de dost ve kardeş ülkedir. Afganistan'da çoğu Özbekistan sınırında Türkiye'ye karşı muhabbeti olan azımsanmayacak bir nüfusa sahip Türk kökenli kitle vardır. Bunların çıkarları ve gelecekleri bizi ilgilendirir. Bilindiği üzere Mustafa Kemal Atatürk, Afganistan'a ve Afganistan'da yaşayan Türk soydaşlarımıza özel bir ilgi göstermiş ve onları maddi manevi himaye etmiştir.

Pakistan da gerçek ve nadir Türkiye ve Türklük dostu ülkelerdendir. Hint Müslümanlarının Kurtuluş Savaşımıza maddi manevi destekleri hala hatırımızdadır. Ayrıca Pakistan hemen her konuda Türkiye'nin gerçek stratejik ortağı olma hakkını veren birkaç ülkeden biridir. Bu nedenle bu iki ülke arasındaki ve içindeki sorunların bir an önce çözüme kavuşması ve bu konuda bizim de Türkiye olarak gerçekçi yaklaşım ve çabalarda bulunmamız dış siyasetimiz açısından görev ve kazanım olacaktır.

TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili Ali Külebi


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler