'Pirus Zaferi'

Yayınlanma: 14.03.2010 - 06:47
Abone Ol google-news

Kıbrıs Rum siyasetçilerinin karara tepki göstermelerini “Türk tarafının ak dediğine, kendilerinin kara” deme reflekslerinin yeni bir tezahürü olarak görmek doğru olur. Rumlar aslında kendi temel çizgilerine ve tezlerine uygun düşen Annan Planı’nı da bu refleksle reddetmemişler miydi?

8 Kıbrıslı Rum’un Türkiye aleyhinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yaptıkları başvuru mahkeme tarafından “kabul edilmez” bulunarak reddedilmiştir. Şimdiye kadar AİHM bu gibi Rum başvuruları hakkında çoğunlukla “kabul edilir” kararı verirdi. Bu sefer AİHM, daha önceki bir kararında Türkiye’ye yaptığı bir tavsiye üzerine KKTC’de kurulmuş ve Mart 2006’da faaliyete geçmiş bulunan Taşınmaz Mal Komisyonu’nu (TMK) bir iç hukuk yolu olarak görmüş ve TMK’den geçilmeden yapılmış olmaları sebebiyle başvuruları reddetmiştir. Karar emsal niteliğinde olduğu için Rumların mülkiyet iddialarıyla ilgili olarak AİHM’de kayıtlı olan 1500’ü aşkın dosyanın düşmesi gerekecektir. Bu durum, AİHM’nin aşırı dava yükünü de hafifletecektir.

Karar, uzaktan bakılınca gerçekten olumlu olarak görünen bu veçheleriyle kamuoyumuza yansıtılmıştır. “Tarihi” olarak nitelenmiştir. “Zafer” sözüyle değerlendirilmiştir. Sayın Talât’ın “Bu tarihi ve çok önemli karar yürüttüğümüz doğru politikanın zaferidir”; Sayın Davutoğlu’nun “1974’ten bu yana kazandığımız en büyük diplomatik zaferlerden birisidir” ve “KKTC’nin hukuki egemenliğini ve yetkinliğini teyit eden bir karardır” şeklinde konuştukları bildirilmiştir. Dışişleri Bakanlığımızın açıklamasında kararın “KKTC makamlarının tasarruflarının uluslararası hukukta tanınması ve Avrupa standartlarına uygunluğu anlamına da geldiği” vurgulanmıştır. Bu açıklamalarda mündemiç iftihar duygusunu içtenlikle paylaştık.

TV’de bazı düşünürlerin, kararın “KKTC’nin dolaylı olarak tanınması anlamına geleceğine” ve “bu karar sayesinde Kıbrıs sorununun mülkiyet gibi çok karmaşık ve zor konusunun rahatlıkla çözülebileceğine” dair değerlendirmelerini dinledik. Kararın internetten temin ettiğimiz uzun İngilizce metnini dikkatli biçimde incelemeye çalıştık.

Tespitlerimizi aşağıda okuyucularımızla paylaşıyoruz:

Mahkemenin, Loizidou’nun başvurusu hakkında 18 Aralık 1996 tarihinde kabul ettiği karara esas teşkil eden ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıs konusundaki görüşlerine ve iddialarına arka çıkan siyasi nitelikteki olgular, son kararda da esas alınmıştır. Bu olgular şunlardır:

Türkiye Temmuz ve Ağustos 1974’te Kuzey Kıbrıs’ta askeri harekât yapmıştır. Kıbrıs’ın ülkesindeki bölünmüşlük devam etmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyi işgal altındadır. Güvenlik Konseyi 541 sayılı kararıyla KKTC’nin ilanını hukuken geçersiz saymıştır; uluslararası topluma KKTC’nin tanınmaması çağrısında bulunmuştur.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Kasım 1983’te Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Kıbrıs’ın tek yasal hükümeti olarak tanımayı sürdürdüğünü belirten bir kararı kabul etmiştir. Bu kararda, ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve birliğine saygı gösterilmesi istenmiştir.

Açıklanan politikalara ters mi?

AİHM’nin son kararında zikredilen bu “olguların” (facts) Türkiye’nin ve KKTC’nin Kıbrıs konusundaki açıklanmış politikalarında ve pozisyonlarında yer bulmaları mümkün müdür?

Kararda, Kıbrıs sorunu “Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye arasında Kıbrıs adasının geleceğine ve mülkiyet sorununun halledilmesine ilişkin uzun ve yoğun siyasi bir ihtilaf” şeklinde tarif edilmektedir. Türkiye ve KKTC bu anlayışı kabul edebilir mi?

Kararda “Türkiye’nin kuzey Kıbrıs toprağının tamamını kontrolü altında tutması ‘KKTC’nin politikalarından ve işlemlerinden sorumlu olmasını gerektirir ve bu politikalardan ve işlemlerden etkilenenler, sözleşmenin 1. maddesinin maksatları bakımından Türkiye’nin yargı yetkisinin (jurisdiction) altına girerler. Bunun sonucunda da o toprakta (KKTC toprağı) sözleşmeden kaynaklanan hakların ihlalleri bakımından Türkiye sorumluluk taşır ve bu hakların korunmasını sağlamak için müspet adımlar atmak mecburiyetinde olur” şeklinde bir mütalaaya yer veriliyor.

Yine kararda, “…vardığımız bu sonuç hiçbir surette ‘KKTC’nin kuruluşu hakkında uluslararası toplumun benimsemiş bulunduğu pozisyonu veya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hükümetinin Kıbrıs’ın tek yasal hükümeti olduğu olgusunu tartışmalı hale getirmez” görüşü ifade ediliyor.

Bu görüş ve ayrıca kararda yer alan “Mahkeme, davalı devletin (Türkiye) kendisine isnat edilen kusurları düzeltmesine imkân verilmesinin, devletler hukukuna göre yasadışı olan bir rejimin dolaylı yoldan yasallaştırılması sonucunu doğurmayacağı yolundaki görüşünü muhafaza etmektedir” şeklindeki mütalaa karşısında, AİHM’nin son kararına “KKTC’nin hukuki egemenliğine ve yetkinliğine” veya “KKTC makamlarının tasarruflarının uluslararası hukukta tanınmasına” ilişkin herhangi bir anlam atfetmek mümkün olabilir mi?

Karar, TMK’nin “pratik ve etkili” bir hukuk yolu olduğunu ve iyi çalıştığını teslim etmektedir. Ancak TMK’yi “davalı Devlet’in” (Türkiye) kurumu olarak görmektedir. Gerçek odur ki, karar, Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci gören; KKTC’yi yok hükmünde sayan; TMK gibi KKTC’nin kurumlarını Türkiye’nin “hukuk yolu” olarak kabul eden bir zihniyetin ürünüdür. Bu sakat zihniyeti yansıtan ve karardan alıntı şeklinde yukarıda aktardığımız görüşler ve iddialar, Türkiye’nin, Sayın Cumhurbaşkanımız ve MGK tarafından da çeşitli vesilelerle açıklanmış olan “adada iki ayrı halk, iki ayrı devlet ve iki ayrı demokrasi bulunduğuna ve bu olguların adadaki gerçekleri oluşturduğuna” dair görüşleriyle bağdaşabilir mi? Kıbrıs Rum siyasetçilerin karara tepki göstermelerini “Türk tarafının ak dediğine, kendilerinin kara” deme reflekslerinin yeni bir tezahürü olarak görmek doğru olur.

Rumlar aslında kendi temel çizgilerine ve tezlerine uygun düşen Annan Planı’nı da bu refleksle reddetmemişler miydi? Onlar bu defa da AİHM’nin kararına tepki göstermek suretiyle yakında uluslararası toplumdan yeni tavizler elde etme emelindedirler.

Sonuç

Kıbrıs Barış Harekâtımızla ilgili temel olgu, Garantör Devlet olarak Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan doğan bir hakkını uluslararası hukuka uygun olarak kullanmış olmasıdır. Türkiye bu pozisyonunu, Avrupa Konseyi’nin organları ve AİHM dahil, bütün forumlarda uzun yıllar korumuştur. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi de 29 Temmuz 1974 tarihinde kabul ettiği 573 sayılı kararında “Yunan askerleri tarafından Kıbrıs’ta gerçekleştirilen askeri darbeyi kınamış” ve “Türkiye’nin müdahalesini 1960 Garanti Ant-laşması’nın 4. maddesinden kaynaklanan bir hakkın kullanılması” olarak tanımlamıştır. Türkiye’nin Loizidou’ya tazminat ödemeyi kabul etmiş olmasını, Barış Harekâtımızın sağlam antlaşmalar zeminine dayalı haklı gerekçeleriyle bağdaştırmakta zorluk çekiyoruz. Kararı ille de “zafer” kelimesini kullanarak nitelemek gerekiyorsa, yukarıda yer alan tespitlerin ışığında “Pirus zaferi” olarak adlandırmanın daha doğru olacağını düşünüyoruz. (Tugay ULUÇEVİK Em. B.elçi, Türkiye’nin AİHM nezdindeki eski Hükümet Ajanı)


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler