Seyirciyi özgür bırakırım

François Ozon, işinin önemli bir kısmının tanıtım olduğunu söylüyor. Medyatik olmalarının beklenmesinden şikâyetçi. Onun tek derdi bir sonraki filmini yapabilmek...

Seyirciyi özgür bırakırım
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.04.2009 - 06:50

8 Kadın”, “Kumun Altında”, “Havuz”, “Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları”, “Sitcom”, “Criminal Lovers”, “5x2”, “Veda Vakti”, “Angel” ve “Ricky”... Bu filmleri ve onların ünlü yönetmeni François Ozon’u duymayan yoktur. Fransız “yeni dalga” sinemasının en önemli yönetmenleri arasında gösterilen Ozon, İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Ricky” filmi için Türkiye’deydi. Biz de bu sayede onun yer yer taşlamalar, cinselliğe açık bir bakış ve keskin bir zekâyla bezeli sinemasına daha yakından bakma fırsatı yakaladık. Buyrun Ozon’la söyleşimize...

- Filmlerinizin alt metni oldukça dolu. Derdinizi gözümüze sokarak değil, gizli ama güçlü mesajlarla anlatıyorsunuz. Bu sizin sinemanızın en önemli özelliklerinden değil mi?

- Evet, çünkü bence seyircilere filmleri istedikleri gibi anlamlandırma fırsatı vermek çok önemli. Onları duyguları, hisleri, anladıkları konusunda özgür bırakıyorum. Hiçbir şey dayatmıyorum.

- Bir zamanlar siz de sinema öğrencisiydiniz ve şimdi dünya çapında tanınan, başarılı bir yönetmensiniz. Sizi diğerlerinden ayıran neydi?

- Bilmiyorum, ama benim için başarılı olmak önemli değil, gerçekten. Önemli olan bir sonraki filmi yapabilmek. Sonuçta işim film yapmak. Öğrenciyken hayatımın filmlerini çekeceğimi düşünürdüm, ama bugün görüyorum ki, işin önemli kısmı reklammış. Yönetmenler ve oyuncular seyahat etmeli, filmleri hakkında konuşmalı, bir anlamda filmlerini pazarlamalılar... Elbette bu pek tercih ettiğim bir durum değil, ben sadece film yapmak istiyorum.

- Anlaşılan bunlar sizi film çekmekten daha çok yoruyor...

- Sadece yorgunluk da değil, bu üzücü bir durum da, çünkü devamlı bir şeyleri açıklamamız gerekiyor. İnsanlar sizle ilgili her şeyi bilmek istiyor, internetten ve televizyondan takip ediyor. Çok medyatik olmamız bekleniyor.

- Bir filmin izlenmesi, yönetmenin medyatikliğiyle orantılı olarak mı artıyor?

- Evet. Bir film daha yapmak istiyorsanız bunu yapmalısınız. Yine de bunun için İstanbul’a gelmem gerekiyorsa bunu mutlu olarak yapıyorum.

- Gelelim filmlerinize... Ana konularınızdan biri “cinsellik”. Neden?

- Bence cinsellik insanları tanımlayan bir şey. Kimlik kavramıyla çok yakından ilgileniyorum ve birinin kimliğinden bahsediyorsanız onun cinselliğinden de bahsetmelisiniz. Homoseksüelliğin ya da heteroseksüelliğin bana göre birbirinden farkı yok ya da biri sorun değil. Ben de filmlerimde mümkün olduğunca doğal davranmaya çalışıyorum ve homoseksüelliği de bir drama gibi göstermiyorum.

- Böylece filmleriniz aynı cinsten iki kişinin seks arzuları gibi tabu konuları irdeleyerek konvansiyonel sinemaya meydan okuyor...

- Evet, çünkü ben sanat düşkünü gibi görünmeye çalışan filmler yapmak istemiyorum. Ben insanları duygulandırmak istiyorum. Sinema dilim bunun üzerine kuruluyor. Bir filmde farklı tarzları birlikte kullanırım ama bu kimi zaman fark edilmez bile. Mesela Ricky’de gerçeklikle fantezileri buluşturdum.

- 8 Kadın’da sadece kadın oyuncularla çalıştınız. Fransa’nın en iyi oyuncuları olsalar bile yalnızca kadınlarla çalışmak nasıl bir his?

- Kâbus! Şaka yapıyorum tabii ki. Çok keyifliydi, rüya gibiydi hatta çünkü onlar en güzel sekiz Fransız aktrisi; Catherine Deneuve, Isabelle Hubert, Danielle Darrieux, Emmanuelle Beart, Fanny Ardant, Virginie Ledoyen, Ludivine Sagnier ve Firmine Richard... Onları bir araya getirmek için çok çalıştım. O zamanlar bu kadar büyük bir işin içine girdiğimin farkında değildim. Beyazperdede görünce, herkes çok heyecanlandı ve ben de o an bunun zor bir iş olduğunu anladım.

Oyuncularınız Catherine Deneuve ya da Isabelle Hubert bile olsa her gün sıkı çalışmalısınız. Bence bir yönetmenin altın anahtarı budur.

- Kimi filmlerinizde kadının güzelliğine, cazibesine, büyüsüne odaklanıyorsunuz... 8 Kadın’da bu daha da iyi fark ediliyordu.

- 8 Kadın, aynı zamanda aktrisler, Fransız sineması, oyuncularla yönetmenler arasındaki ilişkiler üzerine bir film. Aktrislerin büyüsünü gösterirken, onların gerçekliklerini de gözler önüne sermek istedim. Oyuncuların maskeleri olur ve filmin işi onların maskelerini çıkartmak, gerçeklerini göstermekti.

- Oyun uyarlamalarınız da var. Biri de Fassbinder’in bir oyunu üstelik...

- Kızgın Taşlara Düşen Su Damlaları, Fasbinder’in 19 yaşında yazdığı bir oyundu. Film “bir çift olma”nın zorluklarını anlatıyordu. Sadece bir kadın ile bir erkek değil, iki erkek de çift olabilir, cinsiyetlerin önemi olmaksızın çift olma durumuna baktım. Çok üzgün ve bakış açıma da çok yakın bir hikâyeydi. Çünkü ben de gençken aşk her şeydir diye düşünüyordum. Sonra birden aşkı keşfediyorsunuz ve onun aslında bir “iş” olduğunu fark ediyorsunuz. Sevdiğiniz insanın sandığınız kadar muhteşem olmadığını görüyorsunuz. Bu yüzden ilişkinin gerçekliklerini de iyice düşünmek gerekiyor. Ben filmdeki o çözülmeyi çok seviyorum.

- Neredeyse her yıl bir film çekiyorsunuz. Ricky henüz yeni ama başka projeleriniz de var mı?

- Bitirmek üzere olduğum bir film var: “Refuge/Sığınma”. Güzel, zengin ve istediği her şeye sahip, ama uyuşturucu bağımlısı birine âşık bir kızla ilgili. Aşırı dozda uyuşturucu alıyor ve gözlerini hastanede açıyor. Doktor ona “Hamilesin. Erkek arkadaşın öldü. Bebeği tutacak mısın, tutmayacak mısın” diye soruyor. Fransız aktris Isabelle Caret ile çalıştım. Film, yıl sonunda yayınlanacak.

GENÇ YÖNETMENLERE

- Genç, ilk filmini çekme hayalleri kuran yönetmen adaylarına ne tavsiyede bulurdunuz?

- Öncelikle dürüst olmalarını öneririm. Basit şeyler yapmaya çalışsınlar. Yeni Steven Spielberg ya da Kubrick olmayı denemelerine gerek yok, tek yapmaları gereken kendileri gibi olmak. Sadece duygularını, düşüncelerini basit bir dille insanlarla paylaşmayı hedeflesinler.

- Türkiye’den bir yönetmen tanıyor musunuz?

- Çok fazla tanımıyorum. Fatih Akın, Ferzan Özpetek, Yılmaz Güney ve Nuri Bilge Ceylan’ı biliyorum.

- Bu saydıklarınızın filmlerini izlediniz mi?

- Hepsininkini izledim.

- Nasıl buldunuz?

- Sevdim, ilginç buldum. Bence Nuri Bilge Ceylan, Antonioni ile çok benziyor. Tam Avrupalı filmi, ama benim için biraz fazla dramatik. Türkiye çok depresif, hatta en depresif ülke olabilir. O anlamda biraz dramatik buluyorum Türk sinemasını da. Yine de sinemanız gerçekten çok ilginç.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler