'Sıfır Sorun' Balonu Söndü
Lizbon’daki NATO zirvesinde, nükleer güç olma yolunda ilerleyen, kısa ve orta menzilli balistik füzelere sahip bulunan ve uzun menzilli füze üretimi için çalışan İran’ın, dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehdit kaynağı olduğu hususunda mutabakata varılmıştır. Üye ülkeler ve Türkiye, ittifak sorumluluklarının icabı olarak, İran’ı söz konusu niyetlerinden vazgeçirmek için caydırıcı yöntemlere başvurma ve İran’dan bir saldırı vukuunda askeri yetenekleriyle mukabele etme hususunda taahhüt altına girmişlerdir. Zirvede, Türkiye’nin de onayı ile NATO topraklarında kurulması kabul edilen füze kalkanı sistemi de ana tehdit algılaması uyarınca İran’a odaklanacaktır.
AKP iktidarı, Lizbon’da bu yolda alınacak bir karara katılmasının, İran’la geliştirmek için çaba sarf ettiği siyasi ve ekonomik ilişkilere ağır bir darbe vuracağını düşünerek, NATO ve üye ülkeler nezdinde yoğun girişimlerde bulunmak suretiyle İran’ın bir tehdit odağı olarak saptanmasını önlemeye çalışmıştır. “Ancak Sayın Davutoğlu bu çabasında başarılı olamayınca, bu sefer, gerçekleri Türk kamuoyundan gizlemek amacıyla bir makyaj operasyonuna başvurmuş ve İran’ın isminin göze batacak şekilde kamuya açık belgelerde bir tehdit odağı olarak gösterilmemesi için çalışmıştır.”
NATO üyelerinin büyük bölümü, Fransa hariç, bu makyaj operasyonuna karşı çıkmamıştır. Böylece AKP iktidarının yoğun PR çabası ve Türk basınının büyük çoğunluğunun da desteğiyle, “sanki Türkiye’nin gayretiyle İran’ın bir tehdit odağı olmadığının NATO’ya kabul ettirildiği izlenimi yaratılmıştır”. Buna gerekçe olarak da, yeni Stratejik Konsept belgesinde İran’ın adının zikredilmediği iddia edilmiştir. Oysa, bundan önceki belgelerde de tehdit odağı ismen belirtilmemişti. Zirveden sonra basın organları “Türkiye NATO’da istediğini aldı” şeklinde manşetler atarak AKP iktidarının bu sahte zaferini kutlamışlar ve Türk kamuoyunu büyük ölçüde kandırmışlardır.
Neyse ki, Türkiye’nin NATO nezdindeki eski Büyükelçisi ve NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’ne temel teşkil eden Akil Adamlar Raporu’nun hazırlayıcıları arasında bulunan Ümit Pamir’in bu hususta Cumhuriyet’e yaptığı bir açıklama (21.11.2010) sahtekârlığı tüm açıklığıyla ortaya çıkardı. Pamir, NATO’nun kilit maddesi olan 5. maddenin uygulanışı bağlamında tehdit odağı olarak İran’ın isminin belgede yer aldığını söylemiştir. Zirve toplantısında, bu konuda basının sorularını cevaplayan Fransa Devlet Başkanı Sarkozy de, İran’ın isminin “kamuya açıklanan belgelerde” belirtilmemiş olmasına rağmen, “biz kediye kedi deriz” diyerek İran’ın NATO açısından gerçek tehdit kaynağını oluşturduğunu vurgulamıştır.
ABD tarafından dizayn edilen, fakat NATO çatısı altında uygulamaya konulacak olan füze kalkanı projesine ilişkin belgeler de, sistemin İran’a karşı oluşturulduğunu vurguluyor. Nitekim projeyle ilgili detayların yer aldığı ve Başkan Obama tarafından 17 Eylül 2009 tarihinde onaylanan “Aşamalı Uygulanabilir Yaklaşım” adlı belge, tasarlanan füze savunma sisteminin Rusya’ya karşı değil, İran’dan kaynaklanan balistik füze tehdidine karşı olduğunun altını çiziyor.
Sıfır sorun balonunun sönüşü
Buraya kadar belirttiklerimiz, AKP iktidarının ilan ettiği dış politika vizyonu ile NATO çerçevesinde kabul ettiği kararlar arasında, uyumsuzluktan da öteye, tam bir çelişki bulunduğunu ortaya koyuyor. Şöyle ki:
1) Türkiye, NATO’nun Lizbon zirvesinde İran’ı dünya barış ve istikrarını tehdit eden ana tehdit odağı olarak belirleyen karara katılmış ve İran’a karşı izlenecek kuşatma ve baskı politikasını kabul etmiştir. Bu gerçek ışığında, AKP iktidarının “İran’la hiçbir sorunum yok” demesi mümkün müdür? Bu durumda iktidarın, hâlâ komşularla “sıfır sorun” politikasını uyguladığını iddia etmesi ciddiyetsizlikten de öteye gülünç olmayacak mıdır?
2) AKP hükümeti BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım uygulanması kararına “hayır” oyu vermişken ve Başbakan Erdoğan “alayıvala” ile “İran’ın nükleer silah üretmek gibi bir niyeti yoktur, ben buna kefil olurum” demişken, Türkiye’nin, İran’ı nükleer silah üretmekle suçlayan ve İran’ı bu girişimden caydıracak önlemleri öngören bir NATO kararına katılması, ciddi bir çelişki oluşturmuyor mu? Bu durum, AKP iktidarının dış politika atılımlarının hesapsız ve öngörüsüz olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koymuyor mu?
3) Türkiye’nin NATO ülkeleri topraklarında kurulmasına onay verdiği füze kalkanı sistemi, otomatik olarak İsrail’i de İran balistik füzelerinden koruyacak bir şemsiye oluşturacaktır. Çünkü İran’ın attığı füzenin radarlar tarafından saptanmasını izleyen saniyeler içinde daha dikey konumda ilerlerken kalkanın füzelerinin otomatik olarak ateşlenmesini sağlayan ve “komuta ve kontrolü” tamamen NATO askeri makamlarının yetkisine devredilmiş entegre bir sistemin devreye girmesi gereklidir. Böyle olunca, düğmeye basarak, “Şu füzeler İsrail’e yönelik, onları durdurmayalım” demek mümkün değildir. Bu durumda, “Türkiye, sistemin kurulmasını kabul etmiş olmakla, Müslüman ülkelere karşı tutum ve eylemlerini şiddetle eleştirdiği İsrail’in savunmasına katkıda bulunan bir konumda olacaktır. Başbakan Erdoğan bu davranışı, önderliğine soyunmak istediği İslam âlemine nasıl izah edecektir?”
4) Füze kalkanı sisteminin NATO topraklarında konuşlandırılması İran tarafından hasmane bir hareket olarak değerlendirecektir. Dahası, İran’ın bu projeyi, kendisine karşı gerçekleştirilmesi tasarlanan bir saldırıya karşı misillemede bulunma imkânlarının elinden alınmasını öngören bir askeri operasyon hazırlığı olarak algılayacaktır. “Yani Tahran projeyi, İran’a karşı ABD ve/veya İsrail tarafından planlanan saldırının ön hazırlığı ve Türkiye’yi de saldırganların suç ortağı olarak görecektir.”
Belirttiğimiz bu hususlar, AKP iktidarının bugüne kadar izlediği dış politikanın, gerçekçilikten uzak, hayalperest ve öngörüden yoksun ve ulusal çıkarları gözetemeyen niteliğini ortaya koymuştur. Kısacası, AKP iktidarının “komşularla sıfır balonu” sön-müştür.
Muttaki’nin ifadeleri
Bu noktada altı çizilmesi gereken husus, İran’ın bugünkü yalnızlığı içinde Türkiye’yi kaybetmek istemeyeceğidir. Bu nedenle, Tahran bir süre, Davutoğlu’nun havayı yumuşatıcı izahatına inanmış görünecek ve tepki göstermeyecektir.
Nitekim ben bu yaklaşımı,12 Kasım’da TBMM Dışişleri Komisyonu heyetinin bir üyesi olarak Tahran’da ziyaret ettiğimiz Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki’nin açıklamalarında sezdim. Görüşmede füze kalkanı projesini açarak bu konudaki görüşlerini sordum. Soruma dolaylı bir yanıt veren Sayın Muttaki şunları söyledi: “Türkiye dış politika alanında, bölge istikrar ve güvenliğine ciddi yatırımlarda bulundu, bu itibarla yanlış bir karar vererek bu yatırımlarını heba etmeyeceğinden eminim.”
Ne var ki, ABD Kongresi’nde bu konuda yapılacak tartışmalarda kalkan sisteminin tamamen İran’a karşı kurulduğunun açıklanması veya Başkan Obama’nın bu yolda beyanlarda bulunmasından sonra, İran’ın bu “tepki vermeyen” tutumunu sürdürmesinin zorlaşacağıdır. İlişkilerde kırılma noktasını ise füze kalkanı sisteminin radar unsurlarının Türkiye’de konuşlandırılması oluşturacaktır. Bu konuda Başbakan Erdoğan’ın Washington’un baskısına dayanabileceğini tahmin etmiyorum.
Sonuç olarak, Lizbon Zirvesi’nde AKP iktidarı gönülsüzce de olsa yeni ortak tehdit değerlendirmesini ve füze kalkanı sistemini onaylayarak, Türkiye’nin Batı sistemi içindeki yerini korumuştur. Ancak bu kararıyla, öngörüden ve gerçekçilikten yoksun, hayalperest dış politikasının iflas ettiği tescil edilmiş ve “sıfır sorun” balonu sönmüştür.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Türkiye'nin 'konumu' hakkında açıklama
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- 6 asker şehit olmuştu